21 Şubat 2016 10:37

İlyas COŞKUN

DİSK Genel Kurulu geçtiğimiz hafta sonu tamamlandı. İlk gün Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Süleyman Soylu’nun protesto edilmesi kongreye damga vururken, yapılan seçimlerde mevcut başkan Kani Beko yeniden DİSK’in genel başkanı seçildi.
Beko karşısında önce aday olan, sonra çekilen Birleşik Metal İş Sendikası Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu’nun başını çektiği DİSK’in ‘siyasallaşması’ eleştirisinin ise Soylu’nun protesto edilmesi kadar üzerinde durulmadı.
Aslında bu yönlü eleştiriler, kongre öncesinde de yapılıyordu. 10 Şubat 2016 tarihli Evrensel Gazetesindeki “Renault işçileri: Yeni yol haritamızı çizdik artık yalnız yürümek istemiyoruz” başlıklı haberde, bir Renault işçisi “Biz DİSK’in bu kadar siyasallaşmasından rahatsızız. Birleşik Metal-İş Sendikası olarak biz bağımsızız ve DİSK’in bu kadar siyasallaşmasına da karşıyız” sözleriyle eleştirisini sunmuştu.
Peki nedir bu eleştirilen ‘siyasallaşma’ meselesi? Tartışmayı kavramlarla ve analizlerle boğmak yerine, bu metnin de yazılmasına vesile olan Asbjørn Wahl’ın “Refah Devletinin Yükselişi ve Düşüşü” kitabından bir dizi alıntıyla devam etmek istiyorum.
Wahl, Norveçli bir sendikacı ve yazar. Bahsi geçen kitabında 2. Dünya Savaşından 1970’li yıllara kadar geçen dönemde başta Avrupa olmak üzere ABD ve bir dizi gelişmiş ülkede, farklı düzeylerde hayat bulmuş olan sosyal devlet modelini tartışmaya açıyor. Bu dönemi birçok sosyal bilimci ‘altın çağ’ olarak nitelemeyi sever.
Peki bu ‘altın çağ’ da sosyal devlet modellerinin hayat bulmasına neden olan faktörler neler ve yazının başında bahsettiğimiz ‘siyasallaşma’ meselesiyle ne ilgisi var?
Wahl, kapitalizmin gelişiminden 2. Dünya Savaşına kadar geçen sürede, özellikle Avrupa’yı merkezine alarak bir dizi gelişmenin sosyal devlet modelinin hayat bulmasına katkı sunduğunu ifade ediyor. Kendine özgü bir tarihsel gelişimin sonucu olan sosyal devlet modelinin temel dört ayak üzerinde inşa olduğunu belirtiyor ve bunları şöyle sıralıyor: Sosyal devlete ilişkin erken dönem sosyal-liberal düşünceler, sendikal hareketin ve emek hareketlerinin verdikleri mücadeleler, soğuk savaşta Batı kapitalizminin Sovyet Devrimine karşı halkın desteğini almaya ihtiyaç duyması ve modern kapitalizmin birtakım kamu hizmetlerine, etkin bir altyapıya ve nitelikli emeğe duyduğu ihtiyaç.
Wahl, bu unsurlar içerisinde emek ve sendikal hareketin verdiği mücadeleleri kaldıraç olarak kabul ediyor. Emek hareketinin radikalliği ve siyasallığı sayesinde sermayenin sendikaları tanımak ve kabul etmek zorunda kaldığının altını çiziyor. Diğer gelişmelerle birlikte, sermayenin taktiksel bir hamle ile sosyal devlet modelinin öne çıkan yapısı ‘toplumsal işbirliği’ne yanaştığını ve sonucunda geniş ve kapsamlı sosyal güvenlik sistemi, sağlık, eğitim, bakım hizmetlerinin kamu bütçesinden karşılanması, yıllık ücretli izin, doğum izni, çalışma saatlerinin sınırlandırılması, konut yardımı, elektrik, su, ısınma gibi temel ihtiyaçların kamusal bir hizmet olarak sunumu, vb. daha sıralanabilecek birçok hakkın ve kazanımın altında emeğin radikalliği ve siyasallığının yattığını kaydediyor.
Wahl’a göre sosyal devlet modelinin kurumsallaşması, hem emek hem de sermaye sınıfı açısından bir dizi sonuçlar doğurmuştur. Emek hareketinin kapitalizme karşı radikalliği törpülenmiş, siyasallıktan arındırılmış, mevcut ekonomik işleyişe uyum sağlamış ve sınıfsal karşıtlıkların üstünü örten ulusal bütünleşmeyi benimsemiştir. Sendikaların ve sosyal demokrat partilerin programlarındaki sosyalist içerikli maddeler çıkarılmıştır. ‘İşbirliği’ temel öncelik haline gelmiştir. “Kapitalistler tarafından yapılan en büyük ‘fedakarlık’ ise sendikaların tanınması, çalışma koşulları ve ücret konusunda onlarla pazarlığa oturmayı kabul etmesi olmuştur. Bu nokta önemlidir. Çünkü emek hareketinin sosyal devlet modelinde uğradığı bu arınma, 1970’li yıllarda karşı karşıya kaldığı saldırılara da yanıt verememesine neden olmuştur.
Emek hareketinin bu ‘fedakarlıkları’, yaklaşık 30 yıl boyunca süre giden ve ‘altın çağ’ olarak anılan bu dönemde temel önceliğin “toplumsal işbirliği” olması, sosyal devlet modelinin temelini oluşturan güç ilişkilerinin yanlış okunmasına, neden ve sonuçların karıştırılmasına hizmet etmiştir. Çok özel bir tarihsel durumda, işverenlerin taktik bir işbirliği olan bu durum, emek hareketi tarafından kalıcı bir zafer olarak algılanılmıştır. İşverenleri işbirliğine zorlayan birçok dışsal faktörün yanı sıra esas olarak emek hareketinin radikalliği ve siyasallığı es geçilmiş, ‘işbirliği’nin tüm sorunları çözmeye yeten kadir-i mutlak bir güç olduğu anlayışı sendikal hareket içinde yer etmiştir. Sosyal devlet modelindeki kazanımların altında yatan toplumsal güç ilişkilerinin dağılımı göz ardı edilmiş, neden ve sonuç birbirinine karıştırılmıştır. Sonuç ise sadece Avrupa’da değil, tüm dünya üzerinde sendikal hareketin zayıflaması ve emeğin kazanılmış haklarının tehdit altına girmesi olmuştur.
Bu genel çerçeveden tekrar Türkiye’ye dönelim. Birleşik Metal-İş’in son açıkladığı eylem planına göre sendika kıdem tazminatının fona devredilmesine, özel istihdam bürolarının yasalaşma tehdidine karşı alanlara çıkıyor. Sendikanın kendi sitesinde konuyla ilgili aynen şunlar yazıyor: “AKP Hükümetinin meclise sevk ettiği özel istihdam büroları eliyle işçi kiralama adı altında köleleştirme ve yeni esnek çalışma modellerini içeren yasa tasarısına, hazırlıkları devam eden ve kısa bir süre içerisinde Meclise geleceği açıklanan kıdem tazminatının tasfiyesini içeren saldırılara karşı sendikamız, Genel Kurulda aldığı karar doğrultusunda eylemliliklerini sürdürmektedir.”
Şimdi sendikanın bu değerli itirazları arasına, Renault işçilerinin yasalarla boğulmak istenen ek zam talebiyle yaptığı eylemleri de kattığımızda aslında çok açık bir siyasal tepki var ortada. Öyle ya, DİSK’in hesaplamalarına göre asgari ücret en az 1900 TL olması gerekirken 1300 TL yapan mevcut hükümettir. Çalışma mevzuatında esnekliği tam anlamıyla hayata geçirecek olan, iş güvencesini ortadan kaldıracak olan özel istihdam bürolarını gündeme getiren mevcut hükümettir. Yine işçilerin en önemli hakkı ve iş güvencesinin teminatı kıdem tazminatını tartışmaya açan da mevcut hükümettir. Haliyle Birleşik Metal İş Sendikası da bu siyasal saldırılara karşı yine siyasal bir çerçevede yanıt vermektedir ve vermelidir. Ancak bu böyle olmasına ve tarihten de öğrendiğimiz kadarıyla siyasallaşmayan bir emek hareketinin saldırılara yanıt veremeyeceği gerçeğine rağmen neden Birleşik Metal İş Sendikası ‘Biz siyasallaşmayacağız’ demektedir, yanıtı merak edilen bir soru olarak orta yerde durmaktadır.
Yazımızı kitapla bitirelim.Wahl’ın kitabındaki özellikle 2. Bölüm içinde yer alan “Sınıf İşbirliği” ve “Sistem Rekabeti” bölümleri hayli öğretici. Çözüm önerileri konusunda ise, tatmin edici yanıtlar vermekten uzak. Ancak okumak için ayırdığınız vakte değer.
     
Refah Devletinin Yükselişi ve Düşüşü
Yayınevi: h2o Kitap
Yazan:  Asbjørn Wahl
Çeviren: Haldun Ünal – Baran Öztürk
Yayına Hazırlayan: Özcan Özen
Sayfa : 288 sf.
Baskı Tarihi : Eylül 2015

Evrensel'i Takip Et