Hisarüstü'nden Esenyurt'a nasıl gidilir?
Cansu CEYLAN
Boğaziçi Üniversitesi
Sömestr için kendime yaptığım plana göre evde oturup uzun zamandır beklettiğim okumaları yapacaktım. Onca akademik yoğunluğun, ilk üniversite dönemimin yol açtığı iç sıkıntısının arasına giren bu zamanı da iyi değerlendirmek istiyordum. Tam o sırada Esenyurt'a gitme planı çıktı. İlk aklıma gelen şey "Esenyurt nerede?" oldu. 3 hafta sonunda yalnızca Esenyurt'un nerede olduğunu değil, aynı zamanda Esenyurt'un belli başlı yerlerini, Kıraç'ı, metrobüs yollarını, en önemlisi işçilerle ve sınıfla birebir karşı karşıya olmanın ne kadar da değerli, önemli ve geliştirici olduğunu öğrendim.
NE OLMAK 'İSTEMEDİĞİMİZİ' BİLİYOR MUYUZ?
Esenyurt'a gitmenin, orada 3 hafta kadar hem uzun hem de kısa olan bir zaman geçirmenin bir Boğaziçili olarak önemli olduğunu düşünüyorum. Esenyurt'un işçi havzası olması, yurtlarda ya da üniversitenin çevresinde yaşayan üniversitelilerin belki de karşı karşıya kalmadığı bir ortam olması bunun başlıca sebeplerinden.
Kampüslerin içine, Boğaziçili olarak Hisarüstü'ne kendimizi kapatıyoruz; orada kendimize akademik işlerle, sınavlarla, kariyer kaygılarıyla, kendi arkadaş çevremizde yarattığımız o dar kültürle dolu hayatlar kuruyoruz. Belki ileride çok büyük yerlere geleceğimizi düşünüyoruz; işsiz olmak istemiyoruz, fabrikada çalışan bir işçi olmayı hiç istemiyoruz. Ama o dar alanlarda, olmak istediğimizin geniş bir kitleyi sömürmek, onların sırtından rahat hayatlar inşa etmek, daha çok para kazanmak için iş cinayetlerine göz yummak olduğunu bilmemeyi bir kenara bırakalım daha olmak istemediğimizin ne olduğunu bilmiyoruz. Yani üniversitelerde biz hayallerimizin ve korkularımızın sistemin neresinde durduğunu ve bunun ne demek olduğunu tam da bilmiyoruz. Esenyurt'a gitmekten kastım bir gezi değildi elbette. İşçilerin yaşamından öğrenmeye, onlarla gelişmeye ve tanışmaya gittim Esenyurt'a.
HIÇ DE 'ZAM OLMAYAN' ZAMLAR
İlk gözüme çarpan asgari ücret zammının aslında 'hiç de zam olmadığı' düşünceleri ve savaş atmosferinin yansımaları. AGİ(*), ekmek zammı, doğalgaz zammı, elektrik zammı derken verilen zam yine işçinin cebinden çıkıyor, buna karşılık işçiler seslerini yükseltmeye çalışıyor. Bunun için sendikalarda örgütlenmeye çalışan işçiler işlerinden oluyor, tehditlere maruz kalıyor. İşçilerle konuştuğumuzda bazı fabrikalarda yapılan 'iyileştirme'lerin bir nevi sus payı olduğunu kavrıyorum.
SADECE EKONOMI DEĞIL
Zamlarla ilgili dağıttığımız bildirilere işçilerin tepkileri çok olumlu; özellikle kadın işçilerin tepkileri! Bazı yerlerde bizim bildiriyi uzatmamıza gerek kalmadan işçiler gelip bizden alıyor. Başlarda ekonomik taleplerle yükselen sesler politikleşiyor, sistem karşıtı seslere dönüşüyor. Bunun yanı sıra tabii ki 'Hiçbir şey değişmez, düzen böyle geldi böyle gider.' Diye çıkan sesleri de duyuyorum. Ama bu sözler de bile düzene serzeniş var. İşçiler sadece zamları, asgari ücreti konuşmuyor; bölgede süregelen savaş atmosferini de konuşuyor. Esenyurt Kürt işçilerin de yoğunluklu olduğu bir bölge. Fabrikalarda Kürt işçiler ile Türk işçilerin ortak çalışma koşullarının getirdiği farkındalık ulusalcı eğilimleri silikleştiriyor bana kalırsa.
KAHVEHANEYE GİRMEK...
Kahvehanelerden toplumsal olarak uzaklaştırılan cinsiyete mensup biri olarak kahvehanelere ilk girişim galiba Kıraç'ta oldu. Günlük Evrensel'I buralara da bırakıyoruz. Buralar sadece amcaların gelip oyun oynadıkları yerler değilmiş onu da öğreniyorum. Ülkenin sıcak gündemi buralarda konuşuluyor. Gazete dağıtırken uzun sürmeyen konuşmalar da bile "Ne olacak bu ülkenin hali?" diye başlayan diyaloglar yaşıyoruz. İşçilerin sınıf olarak neden barışın tarafında olmaları gerektiğini konuşuyoruz. Savaş bütçelerinin kendilerine yansımasının, grev ve ek zam isteklerinin bu atmosferde bir kenara atıldığının farkına varıyorlar. Çocukların ve sivillerinin ölmesinin, barış isteyen her kesimin susturulmaya çalışılmasının ne kadar yakıcı ve tehlikeli olduğunu dillendiriyorlar. Bildiri dağıtımları sırasında duyduğum barış söylemleri daha çok dikkatimi çekiyor.
ANLADIKLARIMIZI ANLAMLANDIRMAK İÇİN
Esenyurt'ta geçirdiğim zaman içerisinde birçok insanın neden işçilerin yaşam koşullarını, sınıfı ve sınıf mücadelesini anlamadığını, anlamaya çalışmadığını çözmeye çalıştım. En büyük etkenlerden biri yaşam alanlarının bu kadar farklılaştırılması sanırım. Çünkü "işçi semtleri" diye nitelediğimiz, fabrikaların yoğun olarak konumlandırıldığı bölgeler var. Bu alanlar dışında "şehirli" insanların oturduğu, gününün çoğunu geçirdiği yerler işçilerden, fabrika koşullardan ve yoksulluktan arındırılmış bir yaşam alanı sunuyor; bir şeylere göz yummayı kolaylaştırıyor. Sadece mekan olarak değil, tabii ki ayrı bir kültür ve bilinç de bu koşulları takip ediyor. Sonuç olarak fabrika koşulları, gecekondu mahalleleri, işçilerin yaşamları ve sınıf mücadelesi uzaktan hoş gelen davul sesi gibi kalıyor. Dahası, aynı alanlar paylaşılsa bile "camdan duvarlar, bariyerler" araya giriyor.
Oysa Esenyurt'ta ev ziyaretlerine gittiğimiz, bildiri ve gazete dağıttığımız işçilerle konuşurken o işçilerin karşımda sınıfsal nitelikleriyle durduklarını hissettim. Aslında anladığımı düşündüğüm birçok şeyi tekrar anlamlandırdığım, olmam gereken yerde olduğumu hissettiğim yegane deneyimlerden biriydi Esenyurt.
Boğaziçi'nden Kıraç'a selamlar.