27 Şubat 2016 00:53

Avrupa iktidarında çatlak

Paylaş

İngiltere ve Fransa’dan çevirdiğimiz yazılar bu hafta Avrupa’da iktidarda bulunan iki önemli ülkedeki iktidarların, zorluklar karşısında bölünmeye başladığına dikkat çekiyor.  İngiltere’de muhafazakâr hükümetin lideri David Cameron’un 23 Haziran’da AB’den çıkıp çıkmama konusunda çıkmama tartışmaları iktidarda bölünmelere neden oldu. AB’nin Euro krizi, mülteciler krizi gibi ciddi sıkıntılar içinde bulunduğu bu süreçte gündeme getirilen referandum, ne kadar da İngiltere’nin Avrupa’daki pozisyonunu güçlendirmeyi öngörüyordu ise de sürecin ilerlemesi Cameron’u daha da zayıflamasına neden oldu. Fransa’dan çevirdiğimiz yazı ise “sosyalist” iktidar Hollande’un göçmen kökenli Fransızların vatandaşlıktan çıkartılmasının Anayasaya işlemesini gündeme getirdikten sonra, bu seferde iş yasasında toplu değişiklikler yaparak bir asırlık temel işçi haklarını yok etmeye çalışmasına ışık tutuyor. 2017 Cumhurbaşkanlığı seçimi için Sermayenin yeniden desteğini almayı uman Hollande, partisi içinde bugüne kadar rastlamadığı ciddi bir muhalefetle karşı karlıya geldi. Haftalık 35 saat çalışma yasasının mimarı eski Çalışma bakanı Martine Aubry hükümete karşı açık bir tavır alarak, Hollande’un solu sol yapan ilkelerden uzaklaştığına dikkat çeken bir makale yayınladı. Tıpkı İngiltere’de olduğu gibi Fransa’da da iktidar partisi içinde ciddi bir bölünme yaşanıyor. 

Almanya'da bir ay ara ile iki rapor yayınlandı. Birinci raporda, servetin bir avuç kişinin elinde toplandığını gösteren 'zenginlik' raporuydu. Bu raporda, zenginle yoksul arasındaki uçurumun giderek derinleştiği, yoksulların sayısı artarken ellerine geçen paranın azaldığı belirtiliyordu. Birkaç gün önce yayınlanan ikinci raporda ise örneklerle yoksulluğun arttığı ve kalıcılaştığı ortaya kondu. Köln Üniversitesi profesörlerinden Christoph Butterwegge Junge Welt gazetesindeki yorumunda hükümet temsilcilerinin yoksulluğu gizleme, orta tabakaların ise gelecek korkusuyla sağa kaymalarına dikkat çekiyor. 



CAMERON İÇİN YOLUN SONU GÖRÜNÜYOR

John RENTOUL
The Independent

Muhafazakar partisindeki bölünmeden sadece Başbakan sorumlu değil ama ilk vakası kendisi olacaktır. Bir siyasi partiyi bölünürken görmek her zaman mümkün olmuyor. En son böyle bir bölünme olduğunda, yani 2003’de farkında bile değildik. Irak’taki savaş için oy kullanılırken parlamentoda herkes o zamanın başbakanı Tony Blair’in ne kadar çok desteklendiğine odaklanmıştı. Muhafazakâr partisinin desteği ile 263 oyla çoğunluğu elde etmişti Tony Blair hükümeti. […] David Cameron’ın söz ettiği “reform edilmiş AB” için parlamentoda bir seçim olmayacak. Fakat 23 Haziran’da ülkede yapılacak referandum aynı derecede partiyi bölecek ve muhafazakâr milletvekilleri nerede durduklarını açıklamak zorunda kalacak.
Irak savaşı oylamasından sonra 4 yıl daha başbakan olarak göreve devam etmişti Tony Blair, ve David Cameron’da 3 buçuk sene daha devam etmeyi planlıyor. Fakat muhafazakâr partideki bölünme bu hayalin önüne geçebilir. 

Muhafazakâr partideki bölünme konusunda daha önce yanlış tahminde bulundum. Sadece bir kaç tane partinin sınırlarında olan milletvekilinin Cameron’un AB anlaşmasına karşı çıkacağını düşünmüştüm. AB üyeliğine karşı duran az sayıda milletvekili vardı o zaman. Üstelik son bir kaç haftaya kadar en fazla 30 kişiydiler. 

Diğer yandan birçok milletvekili AB’ye şüpheyle baktığını söylemişti ve Cameron’un yaptığı müzakerelerin sonucunu öğrenmeyi bekliyorlardı referandumda nasıl oy kullanacağına karar vermeden önce. Ben onları Cameron gibi zannetmiştim. Cameron’da uzun zamandır AB’ye şüphe ile bakıyordu ve Avrupa’da bakanlara özel danışman olduğu dönemden beri AB’ye karşı sabırsızdı. Bu tavrının büyük bir sebebi İngiltere’nin Avro’ya girmesine karşı duruşu ile ilgiliydi. Cameron için AB’den ayrılmak imkânsız değildi. Tam tersi, gayet cazip bir seçenekti. Fakat daha önce hiç bu kadar yaklaşmamıştı.

Demek ki muhafazakâr partili milletvekillerinin birçoğu Cameron gibi değil. Onlar kararsız değildi, sonucu AB’de kalabilmek için beklemiyorlardı. Anlaşma açıklandıktan sonra AB’den ayrılmaktan yana oylarını rahatça kullanabilmek için ve bakanlıklarında olmamak için müzakerelerin sonucunu bekliyorlardı.
Bir avuç muhafazakâr parti milletvekillin AB’den çıkma isteği toplam 330 milletvekilinin yarısıyla sonuçlanabilir ve 165 milletvekili AB’den çıkmak isteyebilir.

Başbakan Cameron böyle olmasını beklemiyordu. Kendisi partinin ve ülkenin statükonun bir parçası olmak için bir bahane yaratmak istediğini düşünüyordu. Bunun aksine AB’yle pazarlık süreci beklenmedik bir sonuç getirdi. AB yanlısı olanlara AB konusunda sevmediği yanlarını hatırlattı bu süreç. Avrupa Parlamentosu, Brüksel Bürokrasisi ve de Michael Gove bize dediği gibi yüzlerce AB kuralları masamdan geçiyor ve hiç biri Birleşik Kraliyetin Parlamentosu tarafından, benim tarafından veya başka Britanya siyasetçilerin değiştirebileceği kurallar değil.

Tuhaf olan Gove’un bakan meslektaşları masayı ters çevirecek kadar aynı gerilimi hissetmiyor. Muhafazakâr partinin içindeki ayırışım bir dikey çizgiyle anlaşılmıyor. Üst düzey milletvekilleri AB içinde kalma yanlısı, diğer milletvekilleri ortadan ayrılmış durumda ve taban AB’den ayrılmak istiyor. Bu duruşun bir kötü sonucu var.

Eğer Cameron referandumu kazanırsa yine de pek doğrulmayacak. […] AB sorunu muhafazakâr partisi içinde bu referandumla bitmeyecek ve tam tersi bununla birlikte yeni parti lider tartışmasını doğuracak. Bu yüzden önemli isimlerden olan Boris Johnson bu referandumda çok ses çıkarıyor ve bu konu üzerinde yoğunlaşıyor çünkü bir sonraki liderlik girişiminde mevcut maliye bakanıyla karşı karşıya gelirse daha AB karşıtı olarak görünmek istiyor.

Eğer Cameron referandumu kayıp ederse lider olarak kalma ihtimalini unutsun. Sonu gelmiş olur, Partisi AB içinde kalmak isteyen bir liderin ayrılma sürecini yönetmesini istemeyecek ve buna göz yummayacaklar. Ne olursa olsun zirvesinin sonu olacak bu, sadece nasıl ve ne zaman olacağını bilmiyoruz.

(Çeviren: Çınar Altun)



İŞ YASASINDA BASİTLEŞME Mİ? HAYIR BUNUN ADI SOSYAL GERİLEMEDİR?

Michel SOUDAIS 
Politis

Çalışma Bakanı Myriam el Khomri’nin Danıştaya sunduğu 129 sayfa, 7 bölüm ve 52 maddeden oluşan yasa projesi olduğu gibi hayata geçerse iş hakkı açısından büyük bir gerileme olacaktır. 
Çalışma süresine dair projenin önerisi “işyeri düzeyinde anlaşmaya öncülük tanıma yasal prensip” olması yönündedir. Yasal haftalık çalışma süresi 35 saat olarak kalacak, yalnız 36. saatten itibaren mesainin nasıl ödeneceği iş yerindeki anlaşmaya bağlanacak. Patronlar bugüne kadar mesai artı ek ücretinin %25’in alına düşmesini öneriyorlardı, yasa projesini bunu olduğu gibi almış ama %10’un altına da düşmemesi şartıyla. Eğer iş yeri düzeyinde bir anlaşma olmaz ise, mesainin ilk 8 saatine yüzde 25 zam, daha sonrakilerine ise yüzde 50 zam yapılacak. […] Haftalık azami çalışma süresi de 44’den 46’ya çıkartılıyor. Azami süre eskiden en fazla üst üste 12 hafta mümkün iken, yasa projesi bu süreyi 16’ya çıkartmayı öngörüyor. “Olağanüstü durumlarda” azami haftalık çalışma süresi, günde 12 saati geçmeme şartıyla, 60 saate kadar çıkabilecek. […] 

Yasa projesi ekonomik sıkıntı çeken iş yerlerine yönelik yürürlükte olan “işi muhafaza etme yasasını” daha da yaygınlaştıracak. İlerleyen dönemde yeni işçi alabilmek, ya da yeni pazarları ele geçirmek için şirketini yeniden yapılandırmak isteyen şirketler bu yasa sayesinde işçilerin sözleşmelerini değiştire bilecek, (ücretleri düşürme, çalışma süresini uzatma vs…) ve buna karşı çıkan işçileri ise işten atabilecek. 
Diğer yandan ekonomik nedenlerden dolayı işten çıkartma kavramı yeniden tanımlanıyor ve şirketlerin buna başvurma olanakları genişletiliyor. Ekonomik zorluklar nitelendirilmesi “siparişlerin azalması ve şirketin cirosunun düşmesi” olarak ifade ediliyor, düşüşün ne kadar süre üzerinden hesaplanacağı ise işyerlerinde ki anlaşmalara göre belirlenecek, anlaşmaya varılamadığı sürede ise bu bir yıl olarak kabul edilecek. Bu durumda şirket “rekabet gücünü muhafaza edebilmek için yeniden yapılanmaya” gidebilecek, bunun ne anlama geldiği ise herkes için açık. Diğer bir yenilik ise, bir tekelin yurtdışında devasa karlar yapması, ülke genelinde ise bir şubesinin zorluklardan dolayı yapılanmaya gitmesine engel olmayacak. Büyük bir tekelin farklı alanlarda faaliyet yürüten şirketlerinin kar ve zararları birbirini tamamlamayacak. 
Keyfi işten atmalara karşı İşyeri mahkemelerinde hâkimlerin kararını sınırlamak için, daha önce Ekonomi bakanının yapmaya çalıştığı ama Yargıtay’ın engel olduğu, ödenecek azami tazminat miktarları da sınırlandırılıyor. […] Vatandaşlıktan çıkartma gerici yasasından sonra, hükümetin sosyal haklara yönelik bu kapsamlı saldırısı, Sol’un siyasi tarihine sırt döndüğünün yeni bir göstergesidir. 

(Çeviren: Deniz Uztopal)



PARÇALANMIŞ CUMHURİYET: ALMANYA’DA YENİ YOKSULLUK RAPORU YAYINLANDI

Christoph BUTTERWEGGE
Junge Welt

Federal Başbakan Angela Merkel; 'Almanya'nın durumu çok iyi.' dedi.  Ekonomi Bakanı Sigmar Gabriel de aynı yüzeysellik ve genelleştirme ile ülkede ekonomik ve toplumsal durumun harika olduğunu tekrarladı. İkisinin de göremediği ya da görmek istemediği Federal Almanya Cumhuriyeti'nin toplumsal açıdan giderek daha fazla parçalandığı. Öylesine bir parçalanma ki mülteci sorununda görüldüğü gibi korkunç politik uçlaşmalara yol açmakta. Bilindiği gibi orta tabakalar toplumsal olarak kötü duruma düşebileceklerini fark ettiklerinde genellikle bir günah keçisi ararlar ve politik açıdan sağa kayarak tepki verirler. 1929/1932'deki dünya ekonomik krizinde de böyle olmuştu ve NSDAP, birden bire yükselivermişti. Şimdilerde NSDAP'den söz etmesek de AfD ve PEGİDA'nın yükselişiyle paralellikler kurabiliriz. Artık toplumun ortasına kadar ulaşmış ve kemikleşmiş olan yoksulluktan en fazla etkilenenler, aralarında çok sayıda göç kökenlinin yer aldığı uzun süreli işsizler, çocuklarını yalnız yetiştiren anne veya babalar, yaşlılar ve çok çocuklu aileler. Mültecilerin gelmesiyle devletten sosyal yardım alanların sayısının artması ve yoksulluğun yaygınlaşması kaçınılmaz. Eğer mülteciler toplumsal olarak yalıtılır, gettolarda yaşamaya mahkûm edilir, eğitim, öğretim, sağlık, boş zamanları değerlendirme olanakları, spor ve kültürden mahrum bırakılırlarsa toplum içinde etnik yapı temelinde kalıcı bir alt tabakanın oluşma tehlikesi de yüksektir. 
Üçüncü dünya ülkelerinde görülen yoksulluğun Almanya sokaklarında boy göstermesi ise sosyal yardımların kısıtlanması,  yaptırımlara bağlanması ve belli göçmen gruplarına sosyal yardım yapılmaması ile olacaktır. 

Zenginle yoksul arasındaki uçurum, hiçbir olanağa sahip olmayan mültecilerin Almanya'ya gelmesiyle doğal olarak artacaktır. Avrupa Birliği tarafından ortalama gelirin yüzde 60'ı olarak belirlenen yoksulluk sınırı, sosyal yardım ve düşük ücret sektörü tarafından aşağıya çekilse bile ( yüzde 60 yerine yüzde 50, 40 gibi)  göreli armut ve yoksulların oranı artmaya devam edecektir. 

Yoksulluk kavramını çok dar olarak tanımlayıp Almanya'da yoksulluğun olmadığını söyleyenlere mülteci krizi yeni argümanlar sunuyor. Onlar, Almanya'da yoksulluk olduğunu kabul edip,  önlemler almak yerine mültecilerle görünür hale gelen sefalet ve çaresizliği gerçek yoksulluk (ithal edilen yoksulluk) olarak nitelemeyi tercih edeceklerdir. Yoksulluktan söz ederken gelen mültecilerin durumunu,  Afrika, Asya ve savaş bölgelerindeki insanları öne çıkararak 'bizde yoksulluk yok.' diyeceklerdir. Ve sonunda; üzerindeki giysiden başka hiçbir şeyi olmayanlar dışında kimse yoksul sayılmayacaktır. Almanya'da yoksulluğun ölçüsü 'ithal edilen' mülteci sefaleti olamaz.  Zengin bir ülkedeki yoksulluk fakir ve savaş içindeki ülkelerdeki yoksullukla karşılaştırılıp 'çok şükür bizde fakir yok!' denemez. Dünyanın en zengin ülkelerinden birinde zenginle yoksul arasındaki uçurum derinleşiyor, yaşam standartları düşmüş, eğitim, kültür, boş zamanları değerlendirme olanakları ellerinden alınmış, toplum dışına itilmiş, gelecekleri karartılmış, tüketim gücü kalmamış insanların sayısı giderek artıyorsa yoksulluk vardır, gizlenemez.

(Çeviren: Semra Çelik)

 

 

ÖNCEKİ HABER

Gücümüzün farkına varmalıyız

SONRAKİ HABER

Esenyurt’taki gıda fabrikalarında ek zam için yapılan eylemler

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa