Tuzlalı işçilerle savaşı konuştuk: Silah işçinin talebini de vuruyor
Uğur ZENGİN
İstanbul
Ülkede ve Ortadoğu’da başlayan çatışmalar bir yandan insanların canını alır, kentleri yok ederken, ülkenin batısında silahı üreten işçinin de, BMW’ye aksesuar üreten işçinin de talepleri silahla vuruluyor. Kötü çalışma koşullarında, düşük ücretle çalışan işçiler, bir araya gelemeyince ek zam talebi de bu bölünmüşlükte bireysel kalıyor. Geçtiğimiz günlerde fabrikayı işgal ederek direnen ve birliklerini Birleşik Metal-İş çatısı altında sendikal örgütlülüğe dönüştüren Mata işçileri ise Tuzlalı metal işçilerine yol gösteriyor.
'SAVAŞ İŞÇİLERİ BÖLÜP PARÇALIYOR'
45 derece ortam sıcaklığında, 1600 derece sıcak kazan başında silah üretmek için saatlerce bekleyen metal döküm işçileri, ürettikleri kullanılmaya başlayınca bıçak gibi ikiye bölünüyor. Kendilerini bölen savaşın en etkili araçlarından biri olan silahı üreten işçilerden biri anlatıyor: “Yeni giren işçi 1400’e giriyor. 15 yıllık işçi 1650 alıyor. Bölgedeki savaş, çatışma süreci işçiler arasında büyük bir bölünme yaratıyor. AKP’yi destekleyenler ve desteklemeyenler… Yan yana gelsek bile tartışmalar başlıyor, atışmalar, daha ciddi şeyler. İşçiler birbirlerine küsüyorlar, konuşmuyorlar. İşçileri bölüp parçalıyor. İktidarın da işine geliyor.” İşçilerin neredeyse asgari ücret aldığı fabrikada dert çok: “Sendika yok. Çalışma koşullarından dolayı diğer bölümlerle çok fazla irtibatımız olmuyor. İş kazaları oluyor, meslek hastalıkları oluyor. 1600 derecede maden eritiyorsun maden nereye denk gelirse orayı yakıyor. Döküm sektöründe yanarsın.”
HAKLARI OLAN BİR FABRİKA
Bir başka metal fabrikasından işçiyle konuşuyoruz. Durum orada da farklı değil. Sendikanın olmadığı fabrikada savaşın böldüğü işçiler, bir araya gelemiyor. Çıkış yolu ise “Hakları olan bir fabrikaya gitmek” olarak görülüyor. Ancak hakları olan fabrika bulmak da, girmek de kolay olmuyor. Havalandırmanın yetersiz olduğu, yazın sıcaktan kışın soğuktan içinde durulamayan fabrikada kimyasalın olduğu bölümlerde bütün gün eller suyun içinde kesiliyor. Bir kadın metal işçisi fabrikadaki durumu şöyle özetliyor: “Başarısız olan sendikalaşma girişimleri korkutuyor. Toplu işten çıkarılmak korkutuyor. Türkiye’nin gündemi konuşulamıyor. Patlama oluyor birkaç kişi yan yana gelip konuşamıyor. Konuşunca herkesin tarafı belli oluyor. Bence ‘Acaba kutuplaşma mı olur herkes ayrışır mı?’ bundan da kaynaklanıyor. Mesela 10 Ekim Ankara patlamasından sonra pazartesi işe gittik. Giderken serviste ‘Aslında bugün çalışmamamız gerekiyor. Milli yas ilan edildi. Başka ülkeler bile yas tutuyorken biz niye çalışıyoruz’ dedim. Herkes sağır dilsiz rolü oynuyor. Molalarda dikkat ettim kimse konuşmuyor. Ya da ne düşündüğü ortaya çıkmasın mı istiyor bilmiyorum.”
BIÇAK KEMİĞE DAYANINCA
Çoğu muhafazakar kadın işçilerden oluşan bu fabrikada, maaş farkı da, fazla mesai de ‘elden’ verilirken, işçilerin ek zam talebi de bireysel talep olarak kalıyor: “Aldığı ücreti az bulup işten çıkan arkadaşlar oluyor. 5-6 senelik işçiler çıkıyor. Bıçak kemiğe dayanınca emeğini kimse görmüyor. Belli kutuplaşma olduğu. İnsanlar bir araya gelmek için uğraşmıyor. Bir şey soruyorsun hakları olan bir yere gideceğim diyor. Mata direnişinden sonra hakları olan bir yere gideceğim dedi arkadaşlar. Ama haklar bir yerden uçarak gelmiyor. Kendinizin çaba göstermesi lazım dedim. Kaybedeceğin asgari ücretse çaba göstermen gerek. Birileri bedel ödüyor sen gitmeye çalışıyorsun.”
RENAULT İŞÇİLERİNİN DİRENİŞİNE BAKARAK KARAR VERDİK
Kadın işçinin işaret ettiği Mata direnişi ise Tuzla’da özellikle metal işçileri için son dönemde örnek olarak gösteriliyor. Aston Martin, Corvette gibi markalara aksesuar parçaları üreten, ürettiği en ucuz parça 500 lira olan bu fabrikada yaklaşık 400 işçi çalışıyor. Düşük ücrete karşı sendikalaşmaya karar veren işçiler, sendikalaşma faaliyetinin ortaya çıkmasıyla işten atılan arkadaşlarını işe aldırmak, ve ek zam talebini ortaya koymak için günlerce fabrikayı işgal etmiş ve sendikayı patrona kabul ettirmişti. Direniş öncesinde asgari ücretin 1300 lira olmasıyla eski-yeni işçi çatışmasının başladığı fabrikada değişim, yeni ve eski işçilerin diyalog kurmasıyla başlıyor. Süreci yaşayan işçilerden biri anlatıyor: “Fabrikaya girdiğimde 1000 lirayla başlamıştım. 3 senelik işçiler 1300 lira alıyorlardı. Aramızda bayağı bir fark vardı. Asgari ücretin artmasıyla beraber ben 1300 oldum onlar 1315 oldular. Aramızdaki fark eriyince yeni işçilere cephe alınmaya başlandı. ‘Onlar geldiler bizimle aynı ücreti alıyorlar’ diyorlardı. Yeni işçiler olarak bu durumun bizlerden kaynaklanmadığını anlattık. ‘Beraber bir şey yapalım. Biz sizin yanınızdayız. Siz bize duyduğunuz kinle hiçbir şey kazanamazsınız’ dedik. Eski işçilerle tartışıp benimsetmeye başlayınca ‘Evet bir şey yapabiliriz ama ne yapabiliriz’ tartışması yapılmaya başlandı.” “Ne yapabiliriz?” tartışmaları yürüten işçiler cevabı ise “Sendikalaşalım” olarak belirliyorlar.
RENAULT İŞÇİLERİ YOL GÖSTERDİ
Renault işçilerinin direnişine bakarak Birleşik Metal-İş’te karar kılan işçiler fabrikada bu fikri önce fabrika içinde sesli olarak dile getirip, ardından eyleme geçiyorlar: “Renault işçilerinin Türk Metal’den ayrılıp Birleşik Metal-İş’e geçişinin sebebini biliyorduk. Herkes evet biz sendikalaşmalıyız demeye başlandı. Servislerde yemekhanede, bölümlerde konuşuluyordu. İlk tepki iş yavaşlatma olarak gelişti. Birbiriyle konuşmadan herkes iş yavaşlattı. Patron buradan dahi sendikalaşmayı anlamadı. Bütün vardiyalarda aynı şey söyleniyordu. ‘Patron bize bu zammı veriyorsa biz iş yapmayız’ diyordu herkes. İşçilerin tek tek beyaz yakalı odasına çağrıldığını, odadan her çıkan işçinin ise mutsuz olduğunu aktaran işçi şöyle devam ediyor: “Asgari ücret böyle oldu, yeni müdür geldi, müdür geldiği için sizi şu kıdemde gösteremedik. Bu bizim elimizde olan bir şey değil meselesine getiriyorlardı. İşçilerin bazısı halaylar çekti. 30 kişilik grup sendika ile toplantı aldı. Pazartesi günü sendikal faaliyet başladı. 3 günde 370 işçi sendikaya üye oldu.”
Patronun haberdar olmasıyla bir kadın işçi işten atılıyor, direniş de bundan sonra başlıyor: “Sendikaya üye olduğu için işçiler atılmaya başlayınca bir kadın işçi başka bir bölüme gidip ‘Ben işten atıldım’ dedi. Biz buna tepki olarak sadece kapının önünde basın açıklaması gerçekleştirmeyi düşünüyorduk. Kapıya sendikacılar gelince o anki öfkeyle ‘Atılan işçiler alınana kadar üretim yapmayacağız’ dedik. Bekleyiş sürerken, patron ‘Sizinle mi konuşacağım hepinizi atarım Suriyelileri alırım. Siz kimsiniz’ diye konuşunca daha da öfkelendik. Patron, polisin geleceğini de söyleyince bütün işçiler fabrikanın içine girdik. Müdür gelip konuşalım sorunlarımızı çözelim dedi. 3 vardiya üretimi durdurduk. İçeri giren dışarı çıkamıyor, dışarıdan kimse içeriye giremiyor. Valilikten yetkililerin geleceği söylendi. Üretim araçlarına zarar verildi mi verilmedi mi diye bakılacakmış. Bütün işçiler kapının önüne toplandı ‘Gelsinler de baksınlar’ dedik. Aşağıdaki simitleri banttan ip yapıp aldık. Kadın işçilerin zorla fabrikada tutulduğu söylendi. Biz de bunun böyle olmadığını göstermek için halay çekmeye başladık. Daha önce çalışırken müdür geldiğinde herkesin eli ayağı titrerken direniş sırasında ‘Sen bize karışamazsın’ deniliyordu müdüre. İşçilerin birlik olduğunda kazanabileceği görüldü bir kez daha. ”
Şimdi toplusözleşme dönemini bekleyen işçiler kazanımın rehavet yaratmaması gerektiğini özellikle vurguluyor: “Bölümlerde komiteler oluşturursak eğer aynı durum olduğunda aynı tepkiyi gösterebiliriz. Bütün işçilerin birlik olması için gerekli örgütlenmeyi göstermezsek aynı durum için yarın aynı hareketi gösteremeyebiliriz.”