28 Şubat 2016 01:02

Bir anıt yazar Yaşar Kemal

Paylaş

Adnan ÖZYALÇINER

Kimdir Yaşar Kemal? Ailenin kökeni Van-Erciş yolu üzerindeki Van Gölü’ne yakın Muradiye ilçesine bağlı Ernis (bugünkü adıyla Günseli) köyüne dayanır. Kürt olan bu aile, Birinci Dünya Savaşı’ndaki işgal yüzünden, uzun süren bir göç yolu sonucunda, Adana’nın o zaman ilçe olan Osmaniye’ye bağlı Hemite (bugünkü adıyla Gökçedam) köyüne yerleşir. Yaşar Kemal’in çocuklukla ilk gençlik yılları Kadirli, Adana’da geçer. Ortaokulu son sınıfından bıraktıktan sonra çeşitli işlerde çalışır. Pamuk tarlalarında ırgat katipliğinden traktör sürücülüğüne kadar yapmadığı iş yoktur. Adana Halkevi Ramazanoğlu Kitaplığında hizmetli olarak çalıştığı yıllarda kitaplıktaki kitapları yutarcasına okuyarak kendini geliştirmiştir.
Bu arada boş durmamış, Çukurova’yı, karış karış dolaşarak onu, geçmişten günümüze taşıyacak olan türkülerini, ağıtlarını söylencelerini toplamıştır. Derler ki, bu folklorik derlemelerini Adana’dan İstanbul’a iki bavul içinde taşımıştır. Bu malzemelerin bir bölümü “Ağıtlar” adıyla 1943’te Adana Halkevince bir ilk kitap olarak yayınlanacaktır.
Yaşar Kemal, 1951’de, Cumhuriyet gazetesi, yurt haberleri servisinde başladığı gazeteciliğini fıkra, röportaj yazarlığıyla sürdürdü.

BİR ANITTIR ÇUKUROVA

Onun ilk göz ağrısı elbette Çukurova’dır. Çukurova’yı ilk kez “Çukurova Yana Yana” adlı röportaj kitabında dillendirecektir. Daha sonra “İnce Memed”, “Ölmez Otu”, “Yer Demir Gök Bakır”, “Orta Direk” gibi romanlarında Çukurova, Toroslar yalnız doğası, güzellikleriyle değil, insanının çektiği çileleri, dertleriyle de yansıyacaktır.
Çukurova onun ülkesidir. Yaşar Kemal “Her yazarın bir Çukurovası vardır” derken kendi Çukurovası’nı enine boyuna yazmıştır. Çukurova’yı coğrafi kimliği yanında edebi bir kimliğe taşımıştır. Çukurova’da İnce Memed gibi, bir kimliktir artık; hatta düpedüz öteki romanlarında anlattığı karakterler gibi has bir karakterdir. Düpedüz bir söylencedir Çukurova. Homeros’un Troya’sı, Olimpos’u neyse Yaşar Kemal’in Çukurovası ile Torosları da odur. Bundan böyle, onun yazdıklarıyla bir anıttır Çukurova.

GÖZE GÖRÜNMEYEN İSTANBUL

Çukurova’dan sonra İstanbul’u, İstanbul’un göze görünmeyen halini, daha doğrusu göze görünmesi istenmeyen yanını “Allahın Askerleri”, “Al Gözüm Seyreyle Salih”, “Kuşlar da Gitti”, “Deniz Küstü” adlı romanlarında anlatacaktır. Bunlarda deniz insanlarıyla çok sevdiği çocukların, özellikle kimsesiz çocukların gözlerden uzak dünyası anlatılır. Bu çocuklar, yoksul sokak çocuklarıdır. İşçi çocuklarıdır. Horlanan, dövülen, sömürülen, ama sevilmeyen, sevgi nedir bilmeyen çocuklardır. Onların izini, uzun süre kendi oturduğu, tıpkı Çukurova’da olduğu gibi, kendi ülkesine çevirdiği Florya kırlıklarıyla Menekşe denizinin kıyılarında sürer. Yanı sıra Menekşe denizinin uçsuz maviliğini, yoksul balıkçıların yaşamını, sorunlarını, birbirleriyle olan ilişkilerini anlatır. Bunlarda uçsuz bir maviliğin içindeki balıkların kıvıl kıvıllığını, aynı mavilik içinde uçuşan kuşların kanat çırpışlarını duyarsınız. Bugün, kentsel dönüşümle Florya’nın artık yok olan kırlıklarının, Menekşe denizinin hiç kalmayan maviliğinin, kuşların da artık semtine uğramadığı bu yerlerin hüznü kaplayacaktır içinizi.

GEÇMİŞLE GELECEK İÇİÇE

Yaşar Kemal’in son romanları “Bir Ada Hikayesi” üçlemesi, ayrı bir dünyanın kapılarını açmıştır okuruna. Mübadele olayından doğan, Rumlarca boşaltılmış bir ada çevresinde gelişen olaylar anlatılır. İki halkın karşılıklı göç ettirilmesinin Balkan Savaşı’ndan Sarıkamış’a Çanakkale’den Êzidî kırımına kadar kırımları da içerecektir.
Göç, mübadelenin bitmez tükenmez acılarının göçüdür. Ege’nin doğasının güzelliğidir. Ege insanının karşı taraf, bu taraf bilmeden; karşı taraf, bu taraf demeden birbirlerine olan sevgilerinin yüceliğidir.
Göç, içinde kırımları da barındırır. Anadolu’da yaşanan kırımları anlatırken görünüşte geçmişle hesaplaşır Yaşar Kemal. Aslında “Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana” demesinde günümüze gönderme yok mudur?
Onda geçmişle gelecek iç içedir. Acıyla umudun iç içe oluşu gibi.

BARIŞ ADAMI

O, yaşamı boyunca özgürlük savaşçısı olmuş bir barış adamıdır. Kasım 2014’te, Bilgi Üniversitesinde fahri doktorluk sanının verilişi törenine gönderdiği iletisinde şunları demiştir: “Bir, benim kitaplarımı okuyan katil olmasın, savaş düşmanı olsun. İki, insanın insanı sömürmesine karşı çıksın. Kimse kimseyi aşağılayamasın. Kimse kimseyi asimile edemesin. İnsanları asimile etmeye can atan devletlere, hükümetlere olanak verilmesin.
Benim kitaplarımı okuyanlar bilsinler ki, bir kültürü yok edenlerin kendi kültürleri, insanlıkları ellerinden uçmuş gitmiştir. Benim kitaplarımı okuyanlar yoksullarla birlik olsunlar, yoksulluk bütün insanlığın utancıdır. Benim kitaplarımı okuyanlar cümle kötülüklerinden arınsınlar.”

BİZİM NOBELİMİZ

Hem söyledim, hem yazdım. Bütün bu açıklamalarıma dayanarak gene söylüyorum: Yaşar Kemal bizim Nobel’imizdir. Gerçek Nobel’imiz. Uzun boylu düşünmemize gerek yok. O, iki kültürü birbiriyle kaynaştırmış bir yazarımızdır. Çocukluğunda dengbejlerden dinlediği Kürt söylenceleriyle masallarını Dede Korkut diliyle, Karacaoğlan söyleyişiyle yazmıştır. Onun dili Anadolu’nun dilidir. Bu yönüyle bir destan yazarıdır. Dolayısıyla, tıpkı Nâzım Hikmet gibi, has bir şairdir. Yazdığı bütün roman, öykü, hatta röportajlarının şairi olan bir anıt yazar.

FOTOĞRAF: ŞERİF KARATAŞ

ÖNCEKİ HABER

Renklerle bir Yaşar Kemal portresi

SONRAKİ HABER

Murtaza’ya açık mektup

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa