KADER’İN SESİ
Bin tane düşünce kafamın içinde dolanıp dururken; kulaklarımda patladı Kader’in sesi: “Asla!” Derin bir sessizlik oldu sonra.. Kaderin tüm çektiklerine karşı saygının sessizliğiydi bu. Yaşadığı tüm zorluk ve engellere rağmen, onun hayata tutunuşunu, içinde sakladığı “anneyi” fark etmeyişimizin verdiği utancın sessizliğiydi.
Meltem TEKER
Serin bir nisan sabahıydı. İstanbul’un Gazi Mahallesi’nde “yeni iş yerimize” başlamıştık. Buraların sıradan, ama benim için bin bir şaşkınlık ve heyecanı içinde barındıran, her yerinde ayrı bir hikayenin yaşandığı meşhur Gazi Mahallesi...
Polikliniklerin önünde, erken saatte kuyruktaki yerini almış endişeli yüzler, kimi yorgun, kimi tebessümünü yitirmemiş, kimi ise şikayet dolu bakışlar, çocukları da kendileri gibi sabırla beklemeye zorlayan anneler, ama ille de olmazsa olmaz selamlaşmalar, hatır sormalar... Gazi Mahallesi’nde karşılaştığım ilk şaşırtıcı konu bu olmuştu. Burada insanlar, tanıdık olsun olmasın, hangi kültürden gelirse gelsin selamlaşmayı temel değerleri arasına yerleştirmeyi başarmışlardı.
Güler yüz ve alakamızın yettiğince karşılık vererek ilerlediğimiz koridorda aniden kaba saba bir kadın sesiyle irkildim; “Hocam biraz hızlı olsak işe yetişecez daha...” Sonrasını bilmediğim tartışmayı Çocuk Hastalıkları Polikliniği önünde bırakıp, kendi bölümümde işimin başına geçmiştim bile...
Birkaç gün sonra eşimden bölük pörçük öğrendiğim bu kaba sesli kadının hikayesiyle karşı karşıya kalmıştım. Daha kırkına varmadan ikinci evlilikten olan hasta çocuğunu tedavi eden doktoruydu eşim; ve biz bütün iyi niyetimizle dahil olmaya hazırdık yaşantısına Kader’in...
NERESİNDEN BAŞLASAM
Aradan birkaç gün geçmişti ki ellerimizde erzak poşetleri, Gazi’nin gecekondu kesimine doğru yol almıştık. Toprak yokuşlarda ilerlerken, karşıma çıkan her ayrıntı, buradaki hayatları anlamam için bana fırsat oluyordu. Nihayet aradığımız adrese ulaştık. Kader ve ailesi, önceden bildirdiğimiz ziyaret isteğimizi kabul etmiş, bizi kapıda karşılamışlardı... Her iki taraf için oldukça heyecanlı, benim için ise yanlış anlaşılma kaygısıyla dolu ilk dakikaları hızla tükettikten sonra “Kader!” diye seslendim.
“Bize biraz anlatsana. Seni tanımak isteriz...”
Hazır cevap bir kadındı Kader:
“Neresinden başlasam eksik kalır.”
Sanki doğuştan yüzüne yerleşmiş ve onu asla terk etmeyecekmiş gibi duran soğuk gülümseyişiyle söylediği bu sözler, onun tüm hayatını bir cümlede özetliyordu aslında..
“Olsun” dedim, “Eksik de olsa anlat. Aklına gelirse tamamlarsın sen de...”
Onunla kurmaya çalıştığım samimiyete direnen katı duruşundaki hafiften çözülmeyle beraber ben de rahatladım böylece.
Gecekondudan bozma, tek göz bir barakada yaşlı annesi, eşi ve iki çocuğuyla yaşıyordu. Eşiyle birlikte çöplerden kağıt toplayarak geçimlerini sağlıyorlardı. Evde işbölümü sabitti. Büyük çocuk okula, kızı ve damadı işe gidince küçük erkek çocuk ve ev işleri nineye kalıyordu tabi... Evde elektrik ve su olmadığı için gündüzden her iş yetiştiriliyor, soğuk ve karanlığa hiç bir şey teslim edilmiyordu.
Naylon çadırdan yaptıkları misafir ağırlama bölümüne oturduk hep birlikte. Telaşlı beceriksiz tavırlarını, yarım yamalak cümlelerine katarak ağırlamaya çalışıyordu bizi.
HIRSIZI VAR, POLİSİ VAR, SAPIĞI VAR...
Kısa bir muhabbet ve hatır sorma sonrası, “sadede gelme” mücadelesi başladı bizim için. Bu, ev denilemeyecek kadar kötü yerde aile yaşantısını nasıl sürebildiklerine şaşarak devam ettik sohbete.
“Kağıt toplamak işi pis hocam. Bin türlü bela çıkar karşına. Bin çeşit adamla yüzgöz olursun.”
Özensiz kesilmiş kıp kısa saçlarının, vaktinden önce yaşlanmış yüzünün, üzerine giyindiği geniş erkek kıyafetlerinin sebebini sormadan açıklamıştı böylece...
“Nelerle karşılaşıyorsun mesela? Çok mu tehlikeli dolaştığın yerler?”
Daha cümlemin sonunu getirmeden, arka cebinden çıkardığı çakıyı göstererek verdi cevabını; “Bunu yanına almamışsan vay haline. Hırsızı var, polisi var, sapığı var... Var da var...”
“Peki ayağın?” diye sormamla birlikte boğazıma yerleşen yumruk, oradan çıkıp gidene dek terk etmedi beni. Duymazlıktan geldi sorumu. Alakasız konulardan bahsetti sonra. Kısa vadeli yaptığı işleri anlatmaya başladı. Hamallık, markette çıraklık, inşaatta temizlik vs.
EMEKÇİ KADINLARIN SESİ
Kaderin tek ayağı dizden aşağı yoktu. Biçimli kesilmiş bir odun parçası almıştı onun yerini. Tıpkı ayağı gibi yaşantısındaki her şey eksikti. Hayatında, insanca çalışıp insanca yaşamak için ne gerekiyorsa eksikti.
“Bak Kader sözlerimi sakın yanlış anlama. Hayatın zor, şartların ağır. İzin verirsen, küçük oğlunu alıp büyütmek istiyoruz. Emin ol ki onun, bizim evlatlarımızdan hiç bir farkı olmayacak.”
Gözleri büyüdü Kader’in. Eğreti oturduğu sandalyesinde bir ileri bir geri sarsılmaya başladı. Tahta ayağına tüm ağılığını yükleyerek dirayetini topluyordu sanki. Bin tane düşünce kafamın içinde dolanıp dururken; kulaklarımda patladı Kader’in sesi: “Asla!”
Derin bir sessizlik oldu sonra... Kaderin tüm çektiklerine karşı saygının sessizliğiydi bu. Yaşadığı tüm zorluk ve engellere rağmen, onun hayata tutunuşunu, içinde sakladığı “anneyi” fark etmeyişimizin verdiği utancın sessizliğiydi.
Çok şey söylüyordu aslında bu sessizlik. “Çöplerden kağıt toplama” işinin pis olmadığını, onca dolandırıcı, hırsız patronların küpünü doldurmakla meşgul, bakımlı şık giyimlilerden çok daha temiz ve onurlu yaşadığını söylüyordu. Yüzyıllardan bu yana, tüm emekçi kadınların sesini fısıldıyordu Kader’in kulağına; Üzülme Kader, üzülme... Yaşadığın tüm acılar bir gün bitecek. Evrenin tüm cennetleri verdiğin mücadelenin ayakları altına serilecek!