Daha fazla kadın, daha az militarizm
Savaşın pek çok tanımı var. Savaş her yönüyle yıkıcı, kahredicidir. Hiçbir ahlaki açısı yoktur maalesef. Kadını, çocuğu, erkeği, hayvanı ve doğayı elbette kırar geçirir. Düşünmez ne kalır geriye.
Burçak Deniz EKİN
Savaşın pek çok tanımı var. Savaş her yönüyle yıkıcı, kahredicidir. Hiçbir ahlaki açısı yoktur maalesef. Kadını, çocuğu, erkeği, hayvanı ve doğayı elbette kırar geçirir. Düşünmez ne kalır geriye. Barış mücadeleleri de bu tanımlara bağlı olarak şekillendi. Din, toplumsal kurtuluş, milli güvenlik ya da terörle mücadele adına meşrulaşan savaşlara karşı mucadeleler yürütüldü. Kadınlar, bu mücadeleler içinde, yeteri kadar görünmeseler bile zaman zaman öne çıktılar. Ancak ne kadınlar ne de silahsız-otoritesiz-sermayesiz diğer toplumsal gruplar, bu savaşların bitirilmesinde belirleyici bir konuma sahip oldular. Böylece silahların biri sustu, biri başladı. Öyle ki, günümüzde artık bir dünya savaşının kurumsallaştığı, sürekli hale geldiği tartışılıyor. Bunun sorumlusu, tabii ki sadece savaş güçleri değil. Savaşı durduramayan, zamanla ona alışan ezilenler, yoksullar ve kadınlar da sorumlu. O halde bu sorumluluktan kurtulmak için ne yaptığımıza ya da ne yapmadığımıza bakmak gerek.
BARIŞTA KADINLARIN ROLÜ
- Kadınlar, savaşın alışılmış davranış kalıplarını benimseyerek, geri hizmetlerde bulunarak, devşirme savaşçılar haline gelerek savaşa destek oluyor. Bu, bir bilinç ve seçim meselesidir. Dolayısıyla, kadınların barış mücadelesine katılımı, onların “sevecen ve pasif yapılarının doğal bir sonucu” değil, politik bir seçimdir.
- Barış da kadın gibi, pasif, güç gösterisiyle korunması gereken bir güzellik olarak söylemlere yansır. Kimi deneyimlerde, annelik üzerinden yürütülen barış ve demokrasi mücadelelerinin, bu konumları tersine çevirdiğini, bu nedenle de kamu vicdanını harekete geçirmede etkili olduğunu biliyoruz. Türkiye’de Cumartesi Anneleri, Arjantin’de Plaza del Mayo Anneleri, Güney Afrika’da Black Sash eylemleri, hâkim algıları içerden vurarak sarsmıştır. Ama genellikle toplumsal cinsiyet konumlarının meşruiyetine dayanarak yürütülen barış mücadelesi savaşın zeminini güçlendirmektedir. Örneğin, Yugoslavya’da asker anneleri, kalabalık eylemlerle meclisi basmışlar, oğullarını almak için cepheye gitmişler ama sonra eylemleri çeşitli milliyetçi politikalara zemin olmuştur. Türkiye’de önemli mesajlar veren Barış Anneleri’nin karşısına şehit anneleri çıkartılmış ve annelik, savaşı besleyen bir söyleme dönüşmüştür.
- Diğer yandan, savaşa dair yaşadıkları tecrübe bir bilinçle birleştiğinde, yaraların sarılmasında, yarılmanın durdurulmasında ve etkili eylemlerin örgütlenmesinde kadınlar öne çıkıyor. Savaşı sürdüren taraflara mensup kadınların ortak yanları sayesinde, diyalog zemininin yaratılmasında rol oynuyorlar.
“Barış” görüşmelerini ise, genelde erkekler, yani savaşanlar yürütüyor. Pazarlıkları, anlaşmaları, kapalı kapılar arkasındaki toplantıları erkekler yapıyor. Bu nedenle, kadınlar, çatışmanın bitirilmesinde temel aktör olarak görülmüyor ama savaşın toplumsal etkisini, kamplaşmayı, diyalogsuzluğu azaltan, yaraların derinleşmesini engelleyen, barışın tesisi için alt yapı hazırlayan bir rol oynadıkları kabul ediliyor.
TÜRKİYE ÖRNEĞİ
Türkiye’de de yeteri kadar etkin yürütülemeyen barış mücadelesinde, kadınlar genellikle görünür oldular. Çatışma sürecinde gelişen özel politikaların ve toplumsal ayrışmaların da etkisiyle kadın üzerindeki şiddet, cinsel ağırlıklı olarak arttı. Özellikle, son on yıl içinde gelişen ve kadın hareketinin bir parçası olan dayanışma merkezleri, çatışma bölgelerinde kadın dayanışması adına önemli işler yaptılar, ciddi bir deneyim ve çözüm yeteneği biriktirdiler. Kadınların baş başa kaldığı savaş travmaları görülmeden barışın geliştirilmesi mümkün değildir. Barış çalışmalarının, belediyelerin ve tüm toplumsal projelerin bu örgütlerle ortaklaşması gerekmektedir.
Ancak bu örgütler dışında, Türkiye’de savaş karşıtı mücadele içinde toplumsal cinsiyet perspektifli bir katılım olduğu, kadın hareketinin kendisine bir rol biçtiği söylenemez. Kürt kadınları kitlesel barış eylemleri gerçekleştirdiler, kimi ortak girişimler de oldu. Ancak Türkiye kadın hareketi içinde, erkeklikle iç içe işleyen militarizm yeteri kadar gündemleşmiyor. Eşitlik, kadına yönelik şiddet, birleştirici oluyor ama kadın hareketi militarizme karşı birleşemiyor. Bu nedenle, çeşitli milliyetçi pratikler, dışlayıcı yaklaşımlar oluyor. Türkiye’de etkin bir barış mücadelesi için, etnik, sınıfsal ve farklı yapılar içinde konumlanmış kadınları kapsayan, özselci olmayan, demokratik bir feminizme ihtiyaç var.
GİDENİN ARKASINDAN AĞLAMAK
Egemenlik ilişkileri, çözümleyici olarak farklı da olsa, birbirini besler, iç içe geçer. Savaş bu eklemli bağ içinde şekillenir. Savaşa yol açan süreç toplumsal olarak cinsiyetlendirilmiştir. Orduda, sınıfsal ve etnik buluşma erkeklik örüntüsünde gerçekleşir. Militarizasyon, erkek değerler üzerinden yayılır. Gücün, kudretin değer bulması, bağımlı olanların korunması, namus adına şiddetin meşrulaşması hanelerin ve devletlerin etrafında örülür. Kamusal otorite arkasına sosyal iktidarı alır. Milletlerin bütünlüğü, aile kurumuyla ve ulus devletle korunur. Vatan, ülke dişileşir ve siyasi egemenlik erkeksileşir. Militarizmin uygulayıcılığının erkeklere yüklenmesi, eril değerlerin hiyerarşik üstünlüğünden, bu değerlerin üretiminde militer aygıtların aldığı rolden ve militarizmin bunlarla bütünleşerek kendini kurmasından kaynaklanır.
Savaş karşıtı bir hat oluşturma, militarizasyon süreçlerini geriletme ya da barışı geliştirme mücadelesinde, cinsiyet ilişkilerine özel bir önem verilmeli, sadece kadınların yaşadığı özel mağduriyetlerin değil, ataerkil sistemin, aile kurumu etrafında örülen yargıların kapsamlı analizi yapılmalıdır.
Barış mücadelesi, sadece silahlı çatışmanın sonlanması değil, toplumsal çelişkilerin savaşa yol açmayacak bir çatışma imkânı bulabildikleri demokratik koşullar içindir. Kadınlar en çok bu mücadele içinde etkin olabilirler.
Son olarak, barış mücadelesinde demokratik ve şiddetsiz yöntemleri etkili kılmanın, bunlarla çatışmayı durdurmayı başarmanın, devletin sarsılmaz değerlerini de sarsacağını söyleyebiliriz. Erkekle, onun tartışılmaz iktidarıyla özdeşleştirilen savaş, kahramanlık, cesaret, hız, hareketlilik ve fedakârlık gibi değerlerle meşrulaşır. Kadınla özdeşleştirilen barış ise korkaklığı, pasifliği, yavaşlığı anımsatır. Tarihe mal olmuş kahramanlar genelde savaşçıdır. Onların arkasından ağlayanlar, onları durdurmaya çalışanlar ise kadınlardır. Kadınların özgürlük arayışları kahramanların arkasından ağlamak, onları kişisel ihtiyaçlar adına durdurmak değildir. Barış mücadelesi de gidenin arkasından ağlama ya da ona yalvarma değil, aktif, kurucu, hızlı ve cesur bir mücadeledir.