Tüm kadınlar barışı haykırmalı
Benim beş kimliğim var; kadınım, emekçi kadınım, politik kadınım, Kürt kadınıyım ve anneyim. Bunlardan biri birinden ayrılabilir mi? Ayrılamaz. Bu beş kimlik birbirini tamamlayan şeyler. Birinden vazgeçsem kendimden vazgeçmiş olurdum.
Pakize GÜRHAN / Kübra YETER
Bezar Ana 56 yaşında emekçi bir Kürt kadını… 56 yıllık hayatının içine mutluluklarını, sevinçlerini sığdırdığı gibi hüzünleri, özlemleri, acıları ve ölümü de sığdırmış. Hayatı boyunca mücadelenin tam ortasında olmuş. Büyüdüğü, evlerinin yakılmasıyla terk etmek zorunda kaldığı topraklara duyduğu hasreti bir gün olsun eksilmemiş. Yıllar boyu kadın kimliğiyle, Kürt kimliğiyle barış içinde yaşayacağı günleri düşlemiş. Bu dünyaya evlatlar getirmiş ve evlatlarını barış için toprağa vermiş. Ama bir gün bile geri durmamış, tüm hayatını barış ve özgürlük mücadelesine adamış.
En son, kızı Zilan’ı Kobanê’de özgürlük mücadelesinde yitiren Bezar Ana’yı, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü dolayısıyla evinde ziyaret ettik; hayat hikayesini onun ağzından dinledik:
94 YILINA KADAR MUTLU YAŞADIK
Ben Muş, Bulanık, Şilana köyünde doğdum. Güzel, mutlu bir çocukluğum vardı; 11 kardeştik. Çocukluğumu özlüyorum, memleketimi özlüyorum. Keşke hep küçük kalsaydım da memleketimde olsaydım... Okula gidemedim. Ama yine de mutluydum; geçinip gidiyorduk. Amcamın oğlu vardı. Ben çocukken bize Şivan’ın ‘Kurdino Merdino’ türküsünü söylerdi. Kürtlerin nasıl zulüm gördüklerini, köle gibi yaşamaya mecbur bırakıldıklarını anlatırdı. Böyle böyle derken ben de öğrenmeye başladım...
17 yaşıma geldiğimde evlendim. Eşimle birbirimizi sevdik. Bizi Leyla ile Mecnun diye bilirlerdi. Baba evimden çıktım eşimin ailesinin yanına gittim; çok şanslıydım. Kayınvalidem adaletli bir kadındı, aramız iyiydi. Herkesin büyüğü kayınvalidemdi. Köyü zaten beş kardeşin nüfusu oluşturuyordu, aramızda yabancı kimse yoktu. Hiçbir şeye ihtiyacımız yoktu; kendi ihtiyaçlarımızı kendimiz karşılıyorduk. Bahçelerimizi ekiyorduk, ekmeğimizi kendimiz yapıyorduk. Köyümüzde devlet yoktu. Ne okulumuz vardı, ne hastanemiz… Eşim 1990-92 yılları arasında muhtar olduktan sonra köye elektrik geldi, yol geldi, su geldi. 1994 yılına kadar mutlu yaşıyorduk. Gençlerimiz köyümüze gelirlerdi. Gençler köye geldiklerinde bir rahatsızlığımız var mı diye sorarlardı. Kimse kimseden şikâyetçi değildi. Onlar da bizim yavrularımız gibiydi.
KÖYÜMÜZ GÖZLERİMİZİN ÖNÜNDE YAKILDI; UNUTABİLİR MİYİZ!
1994 yılında devlet baskısını artırmıştı. Köydeki erkeklere silahlanmaları için baskı uyguluyordu ama biz kabul etmiyorduk. Biz kadınlar da hep buna karşı çıktık. Eğer benim kocam devletin verdiği silahı almış olsaydı onunla olmazdım. Benim amcamın oğlu Kurdino Merdino türküsünü söyleyerek canını önüne koyarken, benim kocam da silah mı alacak? O zaman onu boşardım.
Silahlanmayı kabul etmeyince köy yakmaları başladı. Önce bizim köylerimizi boşalttılar. Devlet köye geldiğinde ben oğluma gebeydim. Abimin evindeydim, eşim o zaman yoktu. Ben tektim. Köyümüz, evlerimiz, toprağımız gözlerimizin önünde yakıldı; kimimiz evini daha boşaltamadan. Beyaz bir toz atıyorlardı sonra her yeri ateşe veriyorlardı. Bunları unutabilir miyiz! Askerler tek bir ev bırakmadı köyde. Biz de köyden çıkmak zorunda kaldık. O zaman bu mücadeleyi vermek zorunda olduğumuzu anladık ve mücadele etmekten hiç vazgeçmedik.
O zaman 4 çocuğum vardı, bir oğluma da gebeydim. Köyden çıkıp zorunlu olarak Bulanık’a (Kürtçe ismi Gope) geldiğimiz zaman biz de kendi partimizi kuracağız dedik ve kurduk da! Herkes dedi Şilanalılar geldi, partiyi de kurdu. Daha sonra biz önderliğin özgürlüğü için imza toplamaya başladık; kaymakamlığa gidip imzaları teslim ettik. İlk defa o zaman gözaltına alındım. Bize sordular; “Bunları size kim imzalattı?” diye. Ben de; “Biz kendimiz imza attık. Yargılıyorsan da sen bilirsin, yargılamıyorsan da sen bilirsin” dedim.
KADINLARIMIZ HER YERDEN ZILGITLARLA SES VERSİN
Bu devlet bizden ne istiyor? Silopi’den Cizre’den, Silvan’dan, Nusaybin’den, Sur’dan ne istiyor? Eskiden Dersim’den ne istedi, şimdi buralardan ne istiyor? Kobanê’de DAİŞ adına katliam yapıyorlar. Gelinlerimiz kaçarken doğum yapıp çocuklarını bırakmak zorunda kalmışlar. Bizden istedikleri nedir? Ben bu acıları duydukça, gördükçe kendi acımı unutuyorum, onların derdine düşüyorum.
Benim beş kimliğim var; kadınım, emekçi kadınım, politik kadınım, Kürt kadınıyım ve anneyim. Bunlardan biri birinden ayrılabilir mi? Ayrılamaz. Bu beş kimlik birbirini tamamlayan şeyler. Birinden vazgeçsem kendimden vazgeçmiş olurdum. Devlet kadını görmüyor. Dini bile kendi çıkarlarına alet ediyor. Ben inançlı, namazında niyazında bir kadınım. Ben dini onlardan öğrenmedim. Onlar Kürt kadınını günahla korkutarak eve kapatmaya çalışıyor. Bu da kabullenecek bir şey değildir. Onlar Allah’tan korksaydı eğer küçük bebekleri beşiklerinde öldürmezlerdi.
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü ile ilgili de şunları söylemek istiyorum; kadınlarımız her yerden zılgıtlarla ses versin. Herkes mitinglere katılsın. Bizler buradayız diyebilsinler! Biz varız diyebilsinler! Herkes ayağa kalksın! Gerilladır, askerdir ayırt etmeden bu ölümlere karşı çıksınlar! Tüm kadınlar barış için ayağa kalksın! Herkes artık barışı haykırmalı! Savaşı durduracak olan kadınlardır! Kadınlar barış için sokağa çıksın!
ÇOCUKLARIM BARIŞ İÇİN GİTTİ, ARKALARINDAYIM
Benim çocuklarım mücadeleye katıldı. Zilan (Leyla Bingöl), Kobanê’de şehit düştü. Kobanê’ye gittim, bana sordular; “Sen niye geldin?” diye. “Benim kızım bu topraklarda şehit düştü. Onların mezarını görmeye geldim” dedim.
Benim çocuklarım bu mücadelenin içinde olmasalardı da ben yine aynı tepkileri gösterirdim. Dünyanın neresinde olursa olsun aynı acıyı hissederdim. Kürt, Türk, Alevi, Laz fark etmez. Kimse ölmesin! Ben onların yerine kendim ölmeyi isterdim. Oğlum gittiğinde benim haberim yoktu ama kızım benle vedalaştı öyle gitti. Çocuklarım barış için gittiler. Ben onların arkasındayım. Her gün Allah’a dua ediyorum; Kürde, Türke, Laza herkese barış olsun!
Bize zulüm edenlerin düşüncesi düşünce değil. Savaşa ne kadar devam ederlerse o kadar da Kürt halkını karşılarına alacaklardır. Bu savaşla birlikte Kürdünü, Türkünü, Lazını karşısına alıyor. Cumhurbaşkanının savaşçı söylemi devam ediyor, halklar bu savaşın karşısında hep birlikte duruyor, duracaktır. Kürt halkını korkutarak bitireceklerini zannediyorlar ama kimse korkmuyor.