05 Mart 2016 12:39

Sarılacak Kızkardeşlerimiz çok olsun 8 mart kutlu olsun!

Kimimiz yeşille mavinin birbirini kıskanıp tondan tona büründüğü bir coğrafyanın kalbinde, engin dağların, yol vermeyen ağaçların arasında büyüdük. Yoluna insan ayağından başka bir şey değmemiş yaylalarımıza iş makineleri girmesin, üstü altından kıymetli tepeler “maden de maden” diye delik deşik edilmesin, çocuklarımız zehir solumasın istedik. “İlle de rant” diyenlerin önlerine durduk; karşımıza tomalar, askerler, polisler çıkarıldı.

Paylaş

Kimimiz yeşille mavinin birbirini kıskanıp tondan tona büründüğü bir coğrafyanın kalbinde, engin dağların, yol vermeyen ağaçların arasında büyüdük. Yoluna insan ayağından başka bir şey değmemiş yaylalarımıza iş makineleri girmesin, üstü altından kıymetli tepeler “maden de maden” diye delik deşik edilmesin, çocuklarımız zehir solumasın istedik. “İlle de rant” diyenlerin önlerine durduk; karşımıza tomalar, askerler, polisler çıkarıldı. 

Kimimiz dili yasakla, ömrü yasla geçmiş insanların, sert iklimlerin, kadim medeniyetlerin coğrafyasında, denize uzak topraklarda kendi kaderine karar vermek isteyen bir halkın  çocuğuyduk. Anamızdan öğrendiğimiz dile özgürlük, kimliğimize saygı, onurlu bir yaşam  istedik. “İlle de savaş” diyenlerin önlerine durduk; karşımıza tomalar, askerler, polisler çıkarıldı.
Kimimiz 12, 16 saatlik mesailerde, çocuğun üstüne kapıyı kilitlemenin huzursuzluğunda, bandın akıp giden hızına yetişme çabasında bilemez olduk “hayat” nedir... Ekmeğe tok, gülmeye tok, dinlenmeye tok olabilelim diye insanca çalışma koşulları istedik. Fabrikalar dolusu makinelerin başından kalkıp hakkımız olanı istemeye yeltendik; karşımıza tomalar, askerler, polisler çıkarıldı.
Kimimiz az dinlenip çok didinerek, taş taş üstüne koymak için yaşamın nimetlerinden vazgeçerek, azdan arttırıp yoktan yaratarak dört duvar bir ev diktik. Penceresinin önüne çiçek, yoluna asfalt, yakınına okul istedik. “İlle de kentsel dönüşüm” diyenlerin önlerine durduk; karşımıza tomalar, askerler, polisler çıkarıldı. 
Dilimiz farklı, hatıralarımız, çocukluğumuzu geçirdiğimiz sokaklar, kafamızı kaldırıp baktığımızda gördüğümüz farklı. Adlarımız farklı. Bebemize söylediğimiz ninni, kızıp saçtığımız beddua, komşuya ses verişimiz farklı. Elimizin tadı, sözümüzün tınısı, gözümüzün rengi farklı. İkiye, üçe, beşe, on beşe, yüz beşe bölünen bir bütün gibi yaşıyoruz ne yaşıyorsak. Hangimiz neremizden yaralıysak oradan tutuyoruz parçamızı. Parça parça olmamızdan medet umanlar daha da çok parçalıyor bütünümüzü.
Bugün, biri açılmasına onay vermediği madenin yaşamını, yaşam alanını yok etmesine karşı sokakta, diğeri onay vermediği bir inkar ve tebdil politikasının dilini, kültürünü, kaderini değiştirme ve yok etme çabasına karşı savaşta. Biri kenarına itildiği kentin hiçbir nimetinden faydalanamamasının derdiyle isyanda, diğeri gün yüzü görmeden çalışmasına rağmen ay sonunu getirememenin yüküyle direnişte...
Cerattepeli Aydan’la Surlu Reyhan’ı, Çekmeköylü Elif’le, Tuzlalı Fatma’yı birleştiren kader ortaklığını aklımızda, hep aklımızda tutmamızı gerektiren bu “bütünlük”, birimizin kolunu diğerinin boynuna dolamasını, öbürümüzün kolunu diğerinin beline sarmasını gerektiriyor. 
Çünkü; ayrı kılınsak, farklı addedilsek de “Kendi kaderimi tayin etmek istiyorum” diyen Silopili Taybet’in, “Burada devlet de benim, vali de benim, siz kim oluyorsunuz” diye diklenen Yeşil Yol direnişinin bilgesi Havva’nın keçeleri, uşaklarıyız...  Kadınların yüz yıldır yaşamlarına, yaşam alanlarına, geçmişlerine ve geleceklerine sahip çıkma inatları yaşamları, yaşam alanları, geçmişleri ve gelecekleri tehdit altında oldukça sürecek. Bizi eşitliğimiz, emeğimiz, özgürlüğümüz, yaşam hakkımız ve barış için; yani insanca bir yaşam için mücadeleye, dayanışmaya, örgütlenmeye iten o yaman çelişki sürdükçe sürecek kızkardeşliğimiz. Coğrafya tanımayacak, zaman mekan bilmeyecek... 
New York’ta dokuma işçisi kadınların daha iyi bir ücret, daha kısa çalışma saatleri ve insanca bir yaşam için çıktıkları grevin çıkarılan bir yangınla katliama dönüştürülmesinin üzerinden 159 yıl geçmişken, o günü, 8 Mart’ı kadınların dayanışma ve mücadele gününe çevirerek sahiplenmemiz bundan. 
Kızkardeşliğimizi, bugün en kötü koşullarda yaşamak zorunda kalmamızdan...
21. yüzyılın ilk çeyreğinde hala 19. yüzyılın yaşam koşullarına mahkum edilmemizden... Mahkum edildiğimiz değil, hak ettiğimiz hayata kavuşma azmimizden...
2016 8 Mart’ı tüm dünyada sınır tanımaksızın, kadınların yaşamlarına sahip çıkma azminin sokaklara taşacağı bir gün olacak. 
Dergimiz, bu mücadele ve dayanışma gününün anlamına yakışır bir biçimde kadınların her alanda yürüttükleri mücadeleleri sayfalarına taşıyor. Parça parça olmamızdan medet umanlara inat, kadınların ortaklıklarını anlatıyor. Bir kolunu diğerinin boynuna dolayan, diğer koluyla yanındakine sarılan bu sıcacık kızkardeşlik, mahkum edildiğimiz hayatı değiştirmek için tek dayanağımız. 
Her alanda sarılacak kızkardeşlerimiz çok olsun diye kadınların sözünü birbirine ulaştırıyoruz. 
8 Mart’ı bu heyecanla karşılayan, evlerde, mahallelerde, fabrikalarda, sokaklarda, alanlarda buluşan, tarihi hatırlayıp geleceği kuran kadınların neler yaptıklarını, neler tartıştıklarını okuyacaksınız bu sayıda. 
Her bir yazı, her bir mektup gösteriyor ki kadınlar mağduriyeti, ezilmişliği, yok sayılmayı, sınırlandırılmayı değil, mücadeleyi seçiyor. Bunun için eyleme geçiyor. Kadınlar savaşa, eşitsizliğe, emek düşmanlığına, hak gasplarına, şiddete ve yoksulluğa karşı direniyor, kendilerine çizilen sınırları aşıyor.
Sınır tanımayan kızkardeşliği ören kadınların 8 Mart’ı yeni bir yaşama aralanan kapıdan karanlık odaya yayılan bir ışık huzmesi gibi, yürünecek yolu aydınlatıyor.
O yolda el ele yürüyen kadınları selamlıyoruz... 
8 Mart’ımız kutlu olsun! 

ekmek ve gül

ÖNCEKİ HABER

Metrodaki bomba 'şakası' kamerada

SONRAKİ HABER

Kayyımın ilk işi CİHAN'ı kapatıp Zaman arşivini silmek oldu

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa