Basketbolun yıldızı, filozofu, emektarı
Mithat Fabian SÖZMEN
“Yalçın Ağabey basketbolu onu icat eden adamdan daha çok seviyordur.”
Yetenek, azim, doğru zamanda doğru yerde olma vs. Yalçın Granit’in sırrı, bu ve benzeri tüm faktörlerin ötesinde, bir dönem Galatasaray’da yöneticilik yapan Cemal Noyan’a ait olan bu sözde yatıyor.
Geçtiğimiz günlerde Can Yayınları’dan çıkan ve Türkiye basketbolunun efsanesi Yalçın Granit’in hikayesini anlatan ‘Adanmak’ kitabı, sporun ülkemizdeki tarihine merak duyanlar için leziz bir eser olarak raflardaki yerini aldı.
Sadece Yalçın Granit’in değil “basketbolun tarihi” diyorum zira ikisini birbirinden ayırmanın -en azından Granit basketbol topuyla tanıştığı andan bu yana- mümkünatı yok.
1932’de başlayan ve daha da uzun sürmesini dilediğimiz hayatının tamamını basketbolla geçiren Granit, oyuncu, koç, yönetici, akıl hocası, yazar olarak hizmet ettiği memleket basketbolunun en büyük yıldızı, filozofu ve emektarı.
Çağa ayak uydurmaktan, kendisini geliştirmekten ve ülke basketbolunu da öğrendikleriyle zenginleştirmekten hiç yorulmayan bu komple basketbol adamının hikayesi elbette bir “adanma” hikayesi olacaktır.
Ancak “adanmak” kulağa ne kadar fedakar ve erdemli gelse de bir yönüyle bağnazlığın, fanatikliğin, gerçeklerden kaçmanın, Granit’in Türkçeleştirdiği şekliyle tembellik hududunu(comfort zone) aşmamanın neticesi de olabilir.
O vakit sözlük anlamındaki gibi “kutsal bir amaç uğruna fedakarlıklarda bulunmayı” mı, yoksa hem kendini hem de geniş kitleleri mutlu kılacak bir eylem, bir temaşa için sevdayla didinmeyi mi öveceğiz?
Benim nazarımda bunun yanıtı mutlaka ikinci şıktır ve Yalçın Granit’in Darüşşafaka’dan Galatasaray’a, İTÜ’den Türkiye Milli Takımı’na, bir ömrünü basketbola adamış olmasının ardında da bu yer almaktadır.
***
Oğlu Ali Granit’in kıymetli çalışması ve Evrensel’den de tanıdığınız Cem Pekdoğru’nun harikulade kalemiyle hazırlanan ‘Adanmak’ın ustaca aktardığı Granit hikayesini olduğu gibi özetlemek istemiyorum. “Türkiye’ye modern basketbolu getiren, bana basketbolu öğreten kişi” olarak tanımladığı Samim Göreç’le birlikte Arnavutköy günlerinden başlayan anekdotlarından itibaren bir kariyer özeti çıkarmak eğlenceli olabilirdi ama fazlasıyla akıcı olan kitap zaten bunun için var.
Ben, Yalçın Granit’in basketbol yaşantısı boyunca öne çıkan belli özelliklerini, bunu destekleyen olaylarla aktaracağım. Kitapta ise sizi çok daha bereketli bir kaynak bekliyor.
***
ÖNCÜ
17 yaşında transfer masasına oturduğu Ali Sami Yen tarafından, 100 liralık burs karşılığında dönemin “Yenilmez Armada”sı Galatasaray’a katılan Yalçın Granit, çembere herkesten daha hızlı ulaşması, etkili set shot’ı ve çengel atışı(hook shot) ile basketbolun Avrupa çapında en büyük skorerlerinden biriydi. Granit, aynı zamanda sonu gelmez idmanlarının sayesinde geliştirdiği dripling özelliğiyle, şut saatinin uygulanmadığı dönemin “freeze” taktiğinin 1 numaralı uygulayıcısıydı. Takımının önde girdiği pek çok maçın son dakikası, Granit’in oyunu dondurarak topu sahanın bir tarafından diğerine sektirmesiyle neticeleniyordu. Birkaç yıl sonra ABD’de 30 saniye kuralının getirilmesiyle Hıncal Uluç, “Ben yıllar boyu Amerikalıların bu kuralı Yalçın Ağabey’i izleyerek koymuş olabileceklerini düşündüm” diyecekti.
Granit, 1955 yılında Fransa’nın Racing Club Paris takımına giderek, Avrupa’ya transfer olan ilk Türkiyeli olarak da bugüne kadar tenhalığından kurtulamayan o yolu açacaktı.
ÖĞRETMEN
Yalçın Granit için öğretmenlik de çok genç yaşta başladı. Daçka’daki tohumları alt dönemlerle birlikte kısa sürede filizlendi. 19 yaşında Galatasaray Genç Takımının antrenörlüğünü üstlendi. Daha o yıllarda oyuncularına doğru pozisyonu alıp almadıklarını göstermek için kullandığı boksör aynaları onun, temel bilgilerin kazanılmasına verdiği önemi ve yenilikçi tarafını gösteriyordu. Profesyonelliğin olmadığı şartlarda hayatını idare edebilmek için eğitimini de tamamlaması gerekiyordu. Bu yüzden oyunculuk kariyerini jeoloji tahsili için sona erdirdi. Parkelere antrenör olarak dönüşü içinse fazla süre geçmedi. Granit’in ilk koçluk deneyimi Darüşşafaka ile oldu. Hep en yukarıyı hedefleyen ve verdiği sözleri tutan Granit’le Daçka, 1960’ta İstanbul Ligi şampiyonluğuna uzandı. 1961 ve 1962’de Türkiye şampiyonu olan takımın temelleri ona aitti. ’60 şampiyonluğu sonrası, felsefesinin önemli bir parçası olarak gördüğü yüksek eğitimle sporu birleştirmeyi hedefleyen İTÜ’ye geçti. İTÜ’deki 3 yılında takımını finale kadar taşırken, ondan geriye kalanlar yeni bir hanedanın oluşturulmasına yardımcı oldu. Bu dönemde Granit’in en büyük keşiflerinden biri 2.15’lik Hüseyin Alp’ti. Sivas’tan 27 yaşında İTÜ’ye getirilen Alp, ilk kez gördüğü basketbol topuyla Granit’in öğretmenliğinde şampiyonluklar kazanacaktı. Alp, biyografisinde Granit’ten kendisini spor hayatındaki başarılara hazırlayan isim olarak “Gerek hoca gerekse de yönetici olarak ömrüm boyunca unutamayacağım en büyük isimdir” şeklinde bahsedecekti.
VİZYONER
Kitapta çok sayıda büyük isimden benzeri sözleri duyacaksınız, “Granit’e ayak uydurmak zordur. Yerinizde sayarsanız arkasında kalırsınız.” Granit, dünya basketbolundaki sürekli ilerlemelerin bilincinde hiçbir zaman o gün bildiğiyle yetinmedi. Devamlı başta ABD olmak üzere yurtdışındaki gelişmeleri yakından takip etti. Öğrendiklerini, gördüklerini ülkesine taşımaya çalıştı. Hem altyapının geliştirilmesi hem de profesyonel basketbolun ayakları üzerine oturtulması için sayısız formül geliştirdi. Sosyalist modelden, kapitalist modelden örnekler verdi. Tesis sorununun utanç verici seviyelerde olduğu ’70’lerde ise sonraki dönemde basketbola damgasını vuran “Müessese takımları” modelinin uygulamayı geçebilmesi için didindi. Basketbola yatırım yapmaya ikna ettiği Eczacıbaşı modeli o kadar başarılı oldu ki Efes, Netaş, Paşabahçe, Çukurova, Ülker, TOFAŞ gibi holdinglerin bunu izlemesi kaçınılmaz hale geldi. Müessese takımlarının gücü karşısında ezilen üç büyükleri parkelere dönmeye ikna edecek(ve şampiyonluklar kazandıracak) formüller yine ondan çıktı. Fikirlerini, dikkat çekici bir üslupla kaleme aldığı gazete ve dergi yazılarıyla düzenli olarak kitlelerle buluşturdu.
VEFALI
Basketbol yaşantısı boyunca Granit’in birçok evi oldu. Ancak onu yetiştiren üç ocağın yeri hep ayrıydı: Darüşşafaka, Galatasaray ve Türkiye Milli Takımı. Oyunculuk kariyeri sonrası antrenörlüğe Daçka’dan başlaması, bir vefa borcunun ödenmesiydi. Osman Solakoğlu’nun “Fenerbahçe bizi yine yendi. Galatasaray’ın sana ihtiyacı var” mektubunun ardından Racing Club Paris’i bırakıp sarı kırmızılı formaya dönmesi bugün benzerine rastlanması mümkün olmayan bir olaydı. Daçka da Galatasaray da onu pek çok kez çağırdı ve o da neredeyse hiç “Hayır” demedi. Müessese takımları ligin tozunu atarken “Ağabeyler Grubu” adı verilen motivasyon takımıyla, saha içi atılımlarını yönetti ve 16 yıl aradan sonra Galatasaray’a 2 şampiyonluk kazandırdı. 2001 krizi sonrası Galatasaray, basketbol şubesini kapatmanın eşiğine gelirken yine sahneye çıktı ve televizyon gelirleri için TRT’nin ikna edilmesi sayesinde sadece Cimbom’u değil ezeli rakiplerini de kurtardı.