12 Mart 2016 00:51

Avrupa’da insani değerler tehdit altında

Paylaş

Avrupa’nın en önemli gündemlerinden bir AB-Türkiye mülteci zirvesi oldu. İngiliz The Guardian gazetesi, zirvenin sonuçları üzerine yaptığı değerlendirmede, görüşmelerden umutlu olmanın zor olduğuna vurgu yapıyor ama AB ülkeleri için bu anlaşmanın sonuç vermesi büyük bir ihtiyaç olduğunu savunuyor. “İnsani değerler tehdit altında” başlıklı yazıda, “En önemli kişiler siyasetçiler değil. En önemli kişiler, iç savaş yüzünden Suriye’den sürgün edilen, yakın zamanda geri dönebilme umudu olmayan ve her şeylerini riske atıp denizleri, dağları ve tel örgüleri aşmayı göze almış insanlar” vurgusu yapılıyor. 

FRANSA’DA İŞ YASASI KARŞITI MÜCADELE 

Öte yandan Fransa’nın tüm büyük kentlerinde toplam 500 bin işçi, işsiz, genç, üniversite veya lise öğrencisi çarşamba günü sokakları doldurdu. Mayıs 2012’de Sarkozy’nin aşırı liberal programına karşı iktidara gelen “Sosyalist” Cumhurbaşkanı François Hollande, kendisinden önce iktidarda olan sağcı hükümetin yapamadıklarını, onların desteğiyle teker teker gündeme getiriyor. Büyük sermayenin örgütü MEDEF’in uzun yıllardır programına aldığı neredeyse 19. yüzyılın çalışma koşullarını dayatacak iş yasası, bunun sadece örneklerinden birisi. Buna karşı şimdilik gençlerin başlattığı ve işçi sendikalarının desteklediği mücadele hükümeti tedirginleştirdi. Humanite’den çevirdiğimiz yazı eylemin daha ileriden mücadeleler için önemli bir zemin oluşturduğuna vurgu yapıyor. Yazara göre 17 ve 31 Mart gösterileri hükümeti zor durumda bırakabilir. 

ALMANYA’DA SAĞIN YÜKSELİŞİ

Öte yandan Almanya’da yerel seçimlerdeki faşist eğilim tartışılıyor. Geçtiğimiz pazar günü Hessen eyaletinde yapılan mahalli seçimlerde Almanya İçin Alternatif (AfD) adlı aşırı sağcı partinin yükselmesi gündeme damga vuran bir gelişme oldu. Bu seçimlerde Hristiyan Demokrat Birlik ve Sosyal Demokrat partileri yüzde 28 oranında oy alırken AfD,  Yeşilleri de geçerek yüzde 13.2’lik oy oranıyla eyalet genelinde üçüncü parti oldu. Bu başarı kuşkusuz oy kaybeden büyük partileri endişelendirdi. TAZ gazetesindeki yorumda aşırı sağa oy kaptırmamak için sağ popülist politika yapan partiler eleştiriliyor ve mülteci yurtları kundaklanırken ses çıkarmayan hükümet gelişmelerden sorumlu tutuluyor. 


AB-TÜRKİYE GÖÇMENLİK ZİRVESİ, İNSANİ DEĞERLER TEHDİT ALTINDA

The Guardian 
Başyazı

Uzun yıllardır Avrupa Birliği’nde, pazartesi günü Brüksel’de yapılan göçmenlik krizi zirvesinden daha önemli bir zirve gerçekleşmemişti. Avrupa’ya 2015’te akın eden mültecilere çözüm bulmak tamamlanması gereken bir iş. Fakat belki de daha da acil olan, 2016’nın 2015’in tekrarı olmasını (Hatta daha büyük sorun haline gelmesini) engellemek. Yani Britanya’nın AB ile olan tartışmaları en fazla ikinci gündem olabilir.
Zirvenin başarısı tabii ki kısmen de olsa, AB ve Türkiye’nin yapılan anlaşmada amaçlarına ulaşıp ulaşmadığına bağlı. Ama asıl başarı anlaşmayı gerçekleştirebilmeye bağlı. Gerçekleştirmek ise 2015’te kendi çıkarlarını öncelik sayan ve mülteci korkusu yaymak ile meşgul olan ülkelerin elinde olduğu için, iyimser olmak pek de mümkün değil.  

Diğer yandan, herkesin gerçekten işe yarar bir çözüm bulması için büyük nedenleri var. AB üyelerinin bundan daha büyük ortak bir çıkarı yoktur galiba. Zira AB’nin ana 3 ilkesinin 3’ü de tehlikede: Kıtanın sorunlarının en iyi ortak çözülebileceği ilkesi, AB’de serbest dolaşımın kamu çıkarına olduğu ilkesi ve Avrupa’nın değerlerine olan inanç ve insan haklarına saygı ilkesi. 

Şu ana kadar bu ilkelerin yerine hayata geçirme konusunda AB’nin sicili karışık, hatta zayıf. Sonuç elde edebilmek için AB üyesi ülkeleri kendi çıkarları için hangi kazançlar sağlayabileceklerine bakıyorlar. Angela Merkel mesela geçen yaz gösterdiği insani ve liberal tutum yüzünden Almanya’da olumsuz tepki aldı ve bu hafta sonu gerçekleşen üç kritik seçimde gerginliği azaltacak bir sonuç arzuluyor. […] Diğer yandan, zaten AB ile arası gergin olan ilişkiyi düzeltebilmek için, Aleksis Çipras’ın ise Yunanistan’a giriş yapanların sayısının kontrol altına alabilmeye ihtiyacı var. Bu yüzden Türkiye’nin daha fazla mültecinin yükünü üstlenmesini sağlamak çok önemli ve AB’nin de deniz yollarında da dayanışması önemli. İnsan hakları ihlallerine karşı uluslararası düzeyde kızgınlığın arttığı bir süreçte, Türkiye iç siyasetteki tavırlarını AB’ye kabul ettirebilmek için kendi çapında zor bir pazarlık yaptı.

David Cameron’nun bile işe yarayan bir çözüme ihtiyacı var. 2015’te Britanya bağımsız bir rol oynamış olabilir, fakat İngiltere’nin AB üyeliği ile ilgili referandumu yaklaştıkça Cameron’nun büyük ve etkili bir anlaşmaya ihtiyacı var zira halkın kafasındaki mülteci sorularına cevap verebilmesi ve seçmenlerine AB ülkeleriyle iş birliği içinde olumlu sonuçlar elde edilebileceğini gösterebilmesi gerekiyor.

Sonuç olarak, en önemli kişiler siyasetçiler değil. En önemli kişiler, iç savaş yüzünden Suriye’den sürgün edilen, yakın zamanda geri dönebilme umudu olmayan ve her şeylerini riske atıp denizleri, dağları ve tel örgüleri aşmayı göze almış insanlar. Evet siyaset her yerde önemli ama (…) her hangi bir anlaşmanın sınavı zor durumda olan insanlara nasıl muamele yapıldığı ile sınanacaktır. 

(Çeviren: Çınar Altun)


BAŞARILI HAMLELER

Patrick APPEL-MULLER
Humanite-Başyazı

Çarşambadan bu yana, gençlerin başarıları hamleleri ile sosyal gerileme yasasına karşı düzenledikleri devasa gösteriler karşısında Elize Sarayı adeta sessizliğe çekildi. İşten atmaların kolaylaştırılması ve tüm işçilerin azami sosyal haklarının yok edilmesini; işsizliğe ve art arda dayatılan süreli iş sözleşmelerine karşı mücadelenin aracı olarak tanıtmayı öngören son günlerin topyekün yoğunlaştırılmış hükümetin propagandası tutmadı. 

İşçiler, işsizler, liseliler, öğrenciler ve emekliler ülkenin tüm yerlerinde, çoğu zaman devasa gösterilerde, bir arada, karşılıklı saygıyla, el ele mücadele ettiler. Bu birikim 17 ve 31 Mart tarihlerinde şimdiden planlanan gösteriler için önemli bir zemin oluşturuyor. 

Başbakan Manuel Valls tarafından gecikmeli olarak açılan sendikalarla görüş alışveriş aldatmacası ve hedeflenen yasa projesinde sadece birkaç satırın üzerine çizgi çekilerek kabul ettirme taktiği kimseyi kandıramadı. Hatta Çalışma Bakanı Myriam el Khomri’nin salı günü mecliste yaptığı konuşmasındaki dil sürçmesi ile söylediği, oynanan oyunun boyutunu açıkça ortaya koyma açısından önemliydi: “Diyaloga açık bir hükümetin 15 dakika…pardon 15 gün alıp sosyal partnerlerle görüşmeye karar vermesi anlamlıdır”. Geçen her gün bu yasanın ne kadar tehlikeli ve ne kadar cilalanırsa cilalansın neden tekrar geçilmesi gerektiğini gösteriyor. Güçler dengesini tamamen değiştirecek güçlü bir sosyal hareketin doğması ve gelişmesi patronlar örgütü Medef ve sağ partilerin adeta kabusu, zira yıllardır umdukları “liberal reformun” öğrencilerin başlatacağı bir mücadele karşısında param parça olması onları titretiyor. Hükümetin çekirdek kadrosunda ise “Manu”, “Hollande” isimlerinin yanı sıra haykırılan “İşin artık bitti” sloganları büyük tedirginlik yarattı. Gösteriden önce yasanın gerçek özünü ortaya koyan bildirge ve toplantılar, hükümetin başlattığı devasa propaganda kampanyasının etkisini kırabildi. Ve kim bilir, başlayan bu mücadele Rimbaud’nun ünlü şiirindeki “Hayatı değiştirelim” fikrinin yaygınlaşmasının vesilesi de olabilir. 

(Çeviren: Deniz Uztopal)


YAN ALMANYA YAN!

Sonja VOGEL
TAZ

AfD’nin seçim başarısı aşırı sağ saldırı, saldırılar karşısında sessiz kalan polisler, olayları küçümseyen politikacılar sayesinde oldu. Şimdi son yerel seçimlerde Alman halkının da desteğiyle bu başarı tamamlanmış oldu. 

Hessen eyaleti SPD şefi, AfD’nin geleneksel Alman partilerinin yerleşik olduğu bölgelerdeki başarısını esef verici olarak niteledi. Esef vericiydi, çünkü muhtemelen bu bölgelerde AfD’ye geçen oyları SPD’nin geri alması imkansızdı. Sosyal demokratlar istedikleri kadar çaba harcasınlar AfD gibi sağ popülist bir parti olma şansına sahip değildirler.  

Almanya’daki insanlar, AfD kurulduktan sonra bu duruma gelmedi. Aynı insanlar daha önceleri CDU, SPD, Yeşiller, FDP ve Sol Partiyi seçmekteydi. Bu partiler seçmenlerini tanıdıkları için sürekli olarak aşırı sağın suyunu kesecek girişimlerde bulunmaktaydılar. Kısacası AfD, Almanya’da birden bire ortaya çıkmış bir parti değil. Doğudaki, batıdaki, yukarıdaki, aşağıdaki tüm partileri birleştiriyor. Nerede Alman varsa orada zemini olan, gübreli toprağı olan bir parti. 

Bir yandan parlamentolarda sağ düşünceli bir boş kelle oluşurken, diğer yandan bacaklar harekete geçerek vücudu herhangi bir yere götürüyorlar ve belli çevrelere adım atıyorlar. Bacaklar, devlete bağlılıklarını ilan ederek ilerliyorlar. Polis de devletin bir kolu olarak bacaklara yön veriyor. Neden olmasın ki? Nasıl olsa tepeden herhangi bir uyarı veya açıklama gelmiyor.

Artık Alman halkı tamamlanmış durumda: Çirkin bir kafa, şişman ve hareketsiz bir vücut ve yerinde duramayan bir çift bacak... Almanya yapma hakkı olduğunu inancıyla kendi Antigolem’ini oluşturuyor. (Golem, efsanelerde ruhu olmayan genelde kilden veya topraktan oluşturulan bir canlıdır.)
Clausnitz’deki ırkçı saldırı kendiliğinden olmadı, yapılma şartları olduğu için ve yapılabileceğine inanıldığı için gerçekleşti. Kimse müdahale etmedi, kimse durun demedi, kimse engellemedi... Sağ saldırılar, şımarık bir çocuk gibi her yere yayıldı.  Vatan sevgisi bahanesiyle aslında kendi atmosferlerini de zehirliyorlar, kaçıp gelen, Almanya’ya sığınan yeni komşularının evlerini kundaklıyorlar. İşte halk bu!..
İş sonrası hobi olarak yapılan ırkçı saldırılar artık meşru hale geldi. Çünkü yapılmasına izin veriliyor. Çünkü Alman halkına orta parmak göstermek suç sayılırken sıradan insanlara yönelik sınırsız nefret öfke tezahürü olarak görülüyor. Belki de bu halkı birleştiren tek şey ruhsuz, mantıksız, boş nefret içeren aptallık duygusu... Önemli olan kendinden daha kötü durumda olanlardan nefret etmek, kendi durumundan onları sorumlu tutmak... Küçük insanlara parasını, cep telefonunu, eşini yabancı çetelere teslim ettiği suçlamasını kimse yapamayacak, çünkü o küçük adam kendisi bir çetenin üyesi olarak kendinden küçüklere saldıracak...

Ancak Almanya’da ırkçılık sadece sokakta yürüyen, sloganlar atan nefreti biçimlendirdiği yüzlerle sınırlı değil. Halk kapsamı içine güvenliği için sokak kapısını komşularına kilitleyen kiracı, hijyenik açıdan mültecileri muayene ve tedavi etmeyen doktor, öğrencilerini Müslüman erkeklere karşı uyaran öğretmen, şimdiye kadar tabu haline getirildiği için konuşulmayan konularda yüksek sesle konuşan politikacılar ve bir ulusun (Alman ulusunun) yok edilmek üzere olduğunu ilan eden ekonomi uzmanları da giriyor. 

Almanya, birilerine nefret duyulmak için en küçük bahanenin yettiği bir ülke. Bu nefret birden bire halkın önemli bir kesimini etkisi altına alıyor ya da felç ediyor. Ve böylece de devlet, layık olduğu,  dünya sorunlarıyla uğraşmak yerine dünyayı kundaklamayı, yakıp yıkmayı çözüm olarak gören halka kavuşmuş oluyor.  

Ne olacak; şarkıdaki gibi; ‘Yan  Almanya yan!..’ diyeceğiz.

(Çeviren: Semra Çelik)

 

 

 

ÖNCEKİ HABER

Meme kanserini 11 günde küçülten ilaç

SONRAKİ HABER

Prof. Dr. Yüksel Taşkın fezlekeleri değerlendirdi: HDP meşru ve yasal ortamda tutulmalı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa