13 Mart 2016 03:28

Martı Hüseyin: İnsandan farkımız kalmadı!

Ah bu martılar. Çeneleri pek düşük oluyor. Yukarıdan biz insanların nasıl göründüğünü anlattı, yetmedi şehri ne hale getirdiğimizi, üstüne onları nasıl değiştirdiğimizi de. Ama inanın, ileride Ege’ye yerleşme planından bahsedince şaşırdım en çok. (Fotoğraf: Adem Erkoçak)

Paylaş

Adem ERKOÇAK

İstanbul’un en hareketli, karmaşık ve renkli bölgelerinden Eminönü’de rastladım Hüseyin’e. Kendi kendine söyleniyordu, beni fark ettiğinde kaçıp gitmedi. Ona “Hayırdır martı kardeş, derdin nedir?” diye sordum, “Oo, siz insanlarda hal-hatır sormak da mı varmış!” diye yanıtladı. Bir gündüz düşü değildi gördüğüm, bir martı konuşuyordu; insanlaşan bir martı vardı karşımda! Doğanın doğası, kendi doğamız, hayvanların doğası derken her şeyi kendi düzenimize benzetmişiz.

Balıklardaki kimyasallar, çöpteki besinlerde bulunan GDO’lar derken Hüseyin ve arkadaşlarının genetiği de değişmeye, insan gibi olmaya başlamış. “Git gide size benzedik. Önce lakap olarak kullandığımız insan adları, baktık bizim de isimlerimiz olmuş.” Hüseyin, Sinop doğumlu. Bir balıkçı teknesinin peşine takılan büyüklerinin peşine takılıp gelmiş İstanbul’a. “Pişman olsam da geri dönmeyi gözüm yemedi. Belki ilerde Ege’ye yerleşirim,” deyince bir çay söyleyesim geldi vallahi!

‘HER KUŞUN ETİ YENMEZ AMA BİZİ YEDİNİZ!’

“Biz artık insanlara bağımlı hale geldik. Öyle ki, martıların tanrısı insanlar olmuş. İnsanlara inanıp kilometrelerce kanat çırptık. Burada çöplere, balık artıklarına, kuru ekmeğe talim eder olduk. Dünyanın çoğunun denizlerden oluştuğunu öğrendik ama burada hazıra konmaya alışmışız, ufkumuz şehir hatları vapurlarının rotası kadar genişledi,” diyen Hüseyin’e benle konuştuğunu görünce gaklayanlar oldu. Bir süre kendi dillerinde karşılıklı tartıştıktan sonra, tekrar bana döndü.

İnsanlardan yana dertli olan Hüseyin devam etti: “Siz de bir laf var, ‘Her kuşun eti yenmez’ diye. Ama bizi afiyetle yiyorsunuz! ‘Kanmayın, inanmayın şu insanlara’ diyoruz ama tembelliğe alışan arkadaşlarımız tuzağa düşüyor. İnsanların verdiği yemekleri yerken hop, önce kafeste, sonra döner tezgahında buluyorlar kendilerini!” “Aman Hüseyin, bu bir şehir efsanesi değil mi, gözünle gördün mü bunu?” diye soruyorum, “İster inan, ister inanma. Ekonomi bilen sizsiniz. Tavuk fiyatları ortada. Döner porsiyon ortada. Hesap etmek sana kalmış,” deyip geri adım atmıyor.

UÇMAK ÖZGÜRLÜK DEĞİL!

“Kanatları olan biziz ama uçmayı unutmuşuz. İnsanlar uçmak için neler yapıyor, ne kadar para harcıyor. Biz de gidip çöpleri karıştırıyoruz,” diyen Hüseyin “Siz insanları yukarıdan izlemek çok garip. Karıncalar gibi aynı hat üzerinde sabah-akşam git-gel yapıyorsunuz. Birbirinize sürekli olarak küçük kağıt parçaları ya da demirler veriyorsunuz. Onlar olmadan ne harekete geçiyor, ne düşünüyor, ne de iyilik ediyorsunuz. Bizim harekete geçmemiz, bir şeyler yapmamız için karnımızın tok olması yeterli. Siz onları yemiyorsunuz da. Galiba sizin tanrınız da o.”

“Aman Hüseyin, ne yaptın, bütün insanlık öyle değil ya,” diyecek oluyorum “Genelde eğlence olsun diye, bazen de kızgınlıktan kafalarınıza sıçtığımızda gidip de daha çok kağıt parçası getirecek başka bir kağıt parçası almayanı görmedik. Bizim bokumuzu bile nimetten sayan bir zeka düzeyiniz var. Bizim avanaklar da size inanıyorlar ya, onların da kafasına sıçayım!”
Hüseyin insan olmadığı için düşüncelerini hiç çekinmeden dile getirebiliyor. Onlarda öyleymiş, “İlişkilerimiz samimiyete dayalı. Sizin gibi teoriler üretmemize gerek yok,” diyor, “Bak hayvanlar alemine, hepiniz belgeselleri seversiniz ya, biz kimseyi bizim gibi gaklamadı, benle aynı rotada uçmadı diye öldürmeyiz.”

‘GEMİLER BİZE YARADI(!)’

Hüseyin gagasını açınca susmak bilmiyor, o yüzden her dediğini buraya aktarmayayım, siz zaten ne söylemek istediğini anladınız. Kuş göçlerini sordum Hüseyin’e, konuyu biraz dağıtmak için, şöyle bir dünyayı gezmenin fena fikir olmadığını da ekleyerek. “Abi,” dedi “Bizim martı aleminin göç etmesi gerekmiyor; her türlü yolumuzu buluyoruz, dedim ya, biz kuşluktan çıkmışız. Ama diğer türler öyle değil, her yere beton döktüğünüzden birçoğu dinlenmek için yere konamaz oldu. Neyse ki, gemilere takılmayı akıl ettiler de, bir nebze olsun durumu kurtardılar. Artık bir kere bile kanat çırpmadan dünyanın öte ucuna gidebiliriz. Belki ben de ilerde öyle bir seyahate çıkarım.”

Hüseyin’e hayat mücadelesinde şans diledim ve yanından ayrıldım. Bir daha rastlaşsak ben onu tanımam ama o beni bilir, yine konuşuruz umarım. Amma, konuşan martı gördüm filan deyip sakın sevinmeyin. Yoksa siz de, yazının başlığını gördüğünde Hüseyin’in “Sana ‘İnsan Adem’ diye mi hitap ediyorlar da, ismimi söylememe rağmen ‘Martı Hüseyin’ diye yazmışsın, dümbük!” demesi gibi, ağzınızın payını alırdınız!..

ÖNCEKİ HABER

8 Mart'ta ne biriktirdik?

SONRAKİ HABER

Kimsenin acısı kimsenin acısına selam vermiyor!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa