Gökkuşağında bir renk olmak!
Yağmurdan sonra, utangaç bir kız gibi doğuyor güneş. Çapkın bulutların arasından göz kırpıyor, belli ki ışıltısına büyülenmiş, ılık ılık değiyor yağmurun tenine ve aniden doğuyor renk cümbüşü... Öyle bir ahenk ki büyüleyici, göz kamaştırıcı…O ahengi oluşturan her kıvrımı insanlara ben
O ahengi oluşturan her kıvrımı insanlara benzetirim. Gök kuşağında bir renk olmak.. Renklerimizle bir bütünlüğün içinde olmak, ne özünden eksilmek ne de eksiltmek… Bir bütün olup karışabilmek bir cümbüşe... Renkler armonik bir yapıda ritmini tutturmuş, hoş bir tabloyu oluşturmakta gökyüzünde; sarısıyla, kırmızısıyla, moruyla renklerin aidiyetlerini sorgulamayız şizofrence... Misal, sen neden sarışın da yeşil değilsin demeyiz. Biliriz ki sarı, sarı olmaktan, yeşil, yeşil olmaktan vazgeçmez.
Nasıl ki renkler oluş itibariyle gökkuşağında bir bütünlük oluşturuyorsa, insanlar da farklılıklarıyla, renkleriyle bir bütünlük oluşturmalı yeryüzünde... Yeryüzün gökkuşağını insanlar oluşturmalı... Oysa ki insanoğlu renginden, dilinden, aidiyetini oluşturan her şeyden sorgulanır olmuş. Tahammül sınırlarını zorlamış, harp etmiş, zulmetmiş, hor görmüş, sevmeyi hiç denememiş… Renkleri sorgulama gereği duymuyorduk hani? İnsanların rengini sorgulamak da neyin nesi?
Renklere karşı bir savaş başlatılmıştı sanki... Tahammülsüzlük zirve yapmış, tek tipleştirme için amansız ve beyhude uğraşlar verilmekte, ağır bedeller ödenmekte, kan dökülmekteydi… İnsanlık sorunsallığı tıpkı bulaşıcı bir hastalık gibi zerk olunmaktaydı her bilince... Dolaştığı her damarda öfke ve kin tohumunun nüvelerini bırakıp zamanla kök salmasına olanak tanımakta... Bulaşıcı bir hastalık gibi, hastalıklı ve histerikli düşüncelere hızla kanalize olmaktaydı...
Böylece renklere karşı bir savaş başlamış oldu, bu savaş; siyahın zifiri karanlığıydı, aydınlık suçlanıyordu ve beyaz kirletiliyordu, önce grileşiyordu sonra kararmaya başlıyordu her şey... Bu biraz da renklerin, karanlığa karşı vermiş olduğu mücadeledir aydınlık için… Siyah ve beyaz renk de değildir, nötrdür derler ama değildir; biri aydınlığı diğeri karanlığı temsil eder... Bazen bir karanlığa sebep beyaz olabilirken bazen de bir aydınlığa sebep siyah olabilir.
Öyle ya, renkler inkar ediliyordu bütün renkliliği içinde... Gökyüzü, gökkuşağına tahammül edemiyordu.. ”İhtişamımı engelliyorsun, bundan sonra tek renge bürüneceksin. Diyelim ki renginden vazgeçmedin. İşte o zaman bulutlar önüne siper olacak, yağmurları güneşin bakışlarından çekeceğim ve seni sonsuz yalnızlığına mahkum edeceğim” diye tehditler savuruyordu. Gökkuşağı bu olanlara anlam veremiyor, bir uçtan bir uca haykırıyordu çaresizliğini.” Sen, ey gökyüzü.. Renklerimden vazgeçmemi nasıl beklersin? Bu nasıl mümkün olabilirdi? Renk cümbüşü nasıl tek bir renge bürünebilirdi..? Bu yaradılışıma aykırı, beni özümden, rengimden tehdit ve inkar ederek ayrı tutamazsınız. Soruyorum size, aidiyetimi inkar ederek nasıl yaşayabilirim? Beni, sınırlarını kendinizin çizdiği bir hayatı yaşamaya zorlayamazsınız... Sizin istediğiniz gibi bir kalıba girmiyorsam bu benim aidiyetime olan bağlılığımdan dolayıdır.
Sen, ey gökyüzü! Benden böyle bir şeyi nasıl istersin. Artık bundan sonra benim istediğim renge bürüneceksin demek senin haddin midir? Seni de beni de yaratana, hayır, benim istediğim gibi olacak diye nasıl kafa tutarsın...
Buna neden şaşırıyorum ki... Dünyayı sarmaladığın, yeryüzünde yaşayan insanlar da tıpkı senin yaptığını yapmıyor muydu? Kendi istediği şekle bürünmeni istiyorlardı. Güçlü güçsüze hükmetmiyor muydu? Ya bana uyacaksın ya da defolup gideceksin diyerek, kendi köklerinden, topraklarından sürgün edilmiyorlar mıydı?
Ey, gökyüzü !
Beni sindiremezsin.
Çünkü ben, döktüğün her damla yağmurda
Güneşin mahzun ve sıcak bakışlarıyla,
Bir nakış gibi süsleyeceğim renklerimle
Gökyüzünün laciverdi hüznünü.
Karanlıkları yırtan, aydınlığa sevdalı renklerimle
Gökyüzünü ve yeryüzünü boyamaktan vazgeçmeyeceğim
Sen beni ister zenginliğin say
İstersen ihtişamını bozan bir ucube;
İster inkar et,
İstersen de varlığımı ihya et...
Bu benim çok da umurumda değil
Ne ben renklerimden vazgeçerim
Ne de senin haddindir beni renklerimden ayrı tutmak...
Gökkuşağında renk olmak;
Bir tercih bir seçimden öte
Yaratılış harikasıdır.
Bu nasıl bir savaştır ki kazananı yok, ziyanı çok... Yeryüzündeki kıyım, göklerin feryadını unutturur cinsten... Yeryüzünde insanlık toprak altı olmuş, sevginin arasına mesafeler, muhabbete soğukluk girmiş. Küreselleşme adı altında nice değerler hibe edilmiş. Küreselleşme farklıkları koruyarak bütünleşmeyi gerektirirken, meselenin özüne inme gereği duymayanların, bunu tek tipleştirme olarak algılaması zihinsel bir hezeyandan ibarettir.
Haddini bilmezliktir, kendini üstün görmek, ötekileştirmek, sınırın ötesinde tutmak... Oysa ki sınırın ötesinde yaşanzmakta olan yaşam zerre umurlarında değildir. Bu bakımdandır ki yeryüzünün çığlığı kulakları sağır edici türden olsa bile insanlık kulaklarını kapatmış insanlığın sorununa... Aslında gökkuşağında renk olmak, hayatı anlamlandırmaktır bir bakıma, bütünleşmeyi sağlayıp renklerin halayına katılmaktır... Ve bir gece toplanıp bütün renkler, boyamak için karanlığı aydınlığa, yola çıktılar durmamacasına ve hep ileriye…