Arap Basını: ‘Batı ortadoğu’da ektiğini biçiyor’
Brüksel saldırısı Arap basınında Batı’nın bölge halklarına karşı uyguladığı politikaların bedeli olarak ele alındı. Raialyoum yazarı Abdulbari Atwan, Brüksel saldırısını Batı’nın bölgede yarattığı ürünün kendilerine geri dönmesi olarak değerlendirdi. Devlet sermayeli Mısır’ın yarı resmi gazetesi Ahram, “terörün dini ve vatanı yoktur” diyerek Mısır hükümeti tarafından uzun zamandır teröre karşı uluslararası strateji oluşturulması önerisinin yapıldığını aktardı. Raialyoum gazetesi Brüksel saldırılarının “terörle savaşa öncelik veren Suriye-Rusya pozisyonuna yaradığını” yazdı.
KARŞILIKLI TAVİZ
Bölgenin iki rakip gücü Suudi Arabistan ve İran ilişkileri yine gündemin önemli konularından birisi oldu. Analistler, “İran’ın Yemen dosyasında Suudi Arabistan’ın çıkarına verdiği ödünlerin; Suudi Arabistan’ın Suriye dosyasında İran’ın çıkarına verdiği ödünlerin karşılığında” olduğu görüşünde. Bunun altını çizen en Naşra yazarı Naci S. Elbistani “Dünya çapında yıkıcı yansımaları olması nedeniyle, bugün bölgede yaşanan çatışmaların ciddi uluslararası girişimler vasıtasıyla ve ilgili tarafların anlaşması ile” durdurulmaya çalışıldığına dikkat çekti.
CENEVRE GÖRÜŞMELERİNDEN YİNE SONUÇ YOK
Suriye ordusunun sahadaki ilerlemesi ile Suriye Devlet Beşar Esad’ın pozisyonu giderek güçlenirken ikinci haftasını geride bırakan Cenevre görüşmelerinden tam sonuç çıkmadı. Lübnan’da yayınlanan en Nahar gazetesi, “Suriye görüşmelerinde, ‘endişe yok, çekilme yok’ gelişme de yok” başlıklı yazısında, “Cenevre’deki Suriye barış görüşmeleri 13’üncü gününü geride bırakırken BM arabulucusu ‘endişe yok, çekilme yok’ dedi. Ancak aynı zamanda savaşın parçaladığı ülkede kırılgan bir ateşkes devam ederken kalıcı bir çözüm için görünürde bir gelişme işareti de yok” yorumunu yaptı. Raialyoum, Suriye Hükümetinin görüşmelerin gelecek ay yapılacak seçimlerden sonraya ertelenmesini istediğini aktardı.
SKYES-PICOT: YÜZ YILLIK YARA
Bu dönem Arap basınında en çok gündeme getirilen konulardan birisi de Skyes-Picot anlaşması. Birçok akademisyen ve yazara göre Ortadoğu’da yaşanan çatışma ve haksızlıkların temelinde Skyes-Picot anlaşması yatıyor. Bu yıl, 1916’da imzalanan Skyes-Picot anlaşmasının 100. yılı.
Lübnan Üniversitesinde profesör ve Beyrut Stratejik Araştırmalar Merkezi Direktörü olan Muhammed Nureddin, Katar’da yayınlanan aş Şark gazetesindeki yazısında Ortadoğu’nun, bütün oluşumları ile birlikte -belki de Skyes-Picot bölünmesinden beri- en zorlu aşamasından geçtiğine dikkat çekerek “Yüzyıllardır birlikte iç içe yaşayan bu halklar, kavimler ve toplulukların, küreselleşme çağında ve dünyanın küçük bir köye dönüştüğü bir zamanda birlikte yaşayamaması mantıklı mı?” diye soruyor.
BRÜKSEL SALDIRISI AVRUPA VE AMERİKA’YA MESAJ: ÜRÜNÜNÜZ SİZE GERİ DÖNDÜ
Abdulabari ATWAN
Raialyoum
Avrupa kıtası ve dünya başkentleri salı sabahı Brüksel hava alanını ve metro istasyonunu hedef alan, onlarca kişinin ölüp yaralandığı intihar bombaları ile sarsıldı. Birçok metro istasyonunda ve hava alanında acil durum ilan edildi. Diğer başkentlerde de başka saldırıların olabileceği korkusuyla sert önlemler alındı.
Bu patlamalar Paris’teki saldırılardan birkaç ay ve onu planlayan Salah Abdeslam’ın yakalanmasından 4 gün sonra geldi. Bu durum aşağıdaki birkaç noktayı vurgulamayı gerektirmektedir.
IŞİD SANILDIĞINDAN GÜÇLÜ
Birincisi; birçok işaretin patlamalardan sorumlu olduğunu gösteren İslam Devleti; batılı askeri ve güvenlik uzmanlarının sandığından çok fazla güçlüdür. Suriye, Irak’taki ve son olarak Libya’da sahip olduğu alanlara on binin üzerinde hava bombardımanı yapılmasına rağmen batılıların umduğu şekilde zayıflamamıştır.
YÜZLERCE GENÇ IŞİD’TE
İkincisi; İslam Devleti geçen 18 ay içerisinde Avrupa kıtasında ve dünyanın başka yerlerindeki onlarca belki de yüzlerce Arap Müslüman genci birebir görüşmelerle veya sosyal medya vasıtasıyla içine almayı başardı. Patlayıcının ve patlayıcı kemerlerinin nasıl üretileceği konusunda eğitti.
SALDIRILAR IŞİD HÜCRELERİNİN İŞİ
Üçüncüsü; Brüksel ve ondan önce Paris eylemleri, bu saldırıların “umutsuz, hayal kırıklığına uğramış” kişiler tarafından yapılmadığını açığa çıkardı. Aksine Avrupa’nın başkentlerine yayılmış hücreler tarafından yapıldığını gösterdi. Bu hücrelerin liderleri; İslam Devleti’nin Rakka ve Musul ile Kuzey Afrika’daki ikinci merkezi ile doğrudan doğruya bağlantılıdır.
IŞİD’İN YAYILMA STRATEJİSİ
Dördüncüsü; İslam Devleti, askeri operasyonlarını hızlı bir şekilde dışarıya taşıma konusunda başarılı oldu. Özellikle ABD önderliğinde kendisine karşı kurulan koalisyonda bulunan 60 devletin sınırları içinde...
“Irak ve Suriye’de ki topraklarda egemenlik kurma” evresinden iki yönde yayılma dönemine geçti. Birinci yön misilleme eylemleri yapmak için Avrupa’ya yayılma; ikincisi ise Avrupa’ya coğrafi ve beşeri olarak yakın olan Akdeniz’in Kuzey sahillerinde hücreler oluşturmak için batı İslam coğrafyasına yayılma...
IŞİD LİBYA’DA BÜYÜYOR
Beşincisi; Brüksel saldırısını gerçekleştiren “Molenbeek” hücresi bu saldırıyı birçok sebepten dolayı gerçekleştirdi. Bunların en belirgin olanı ileri gelen liderlerinden Salah Abdeslam’ın tutuklanması.
Libya’dan İslam Devleti’ne ve onun Derne, Sirte ve Kufra’daki emirliğine “yeni topluluklar” oluşturmak için askeri yayılma planları da, Libya’da onbinlerce militanının yayıldığının işaretidir. Bu militanların büyük çoğunluğu kabilelerden, bir kısmı da Kaddafi’ye tabi güvenlik elemanlarından oluşmaktadır.
Batılı hükümetlerin içine düştükleri büyük hata; İslam Devleti’ni yok etmek için savaş uçaklarını ve özel kuvvetlerini Irak, Suriye ve Libya’ya göndermeleri. Geçen 18 ay boyunca bombaladılar ve liderlerine suikast düzenlediler. Bu askeri müdahaleye karşılık “terörist” bir misilleme beklemediler.
IŞİD’İN ÖNCELİĞİ DEĞİŞTİ
Batının anlamadığı, en azından başlangıç döneminde Batının başkentlerine “terörist saldırılar” düzenleme hedefi yoktu. “Kafir” ve “bozuk” olarak nitelendirdiği Arap rejimlerini yıkmak birinci öncelikti. Lakin bu rejimleri korumak için ABD’nin önderliğindeki askeri müdahale önceliğin yenilenmesine neden oldu. Paris ve Brüksel saldırıları bu değişimin canlı uygulamalarıdır. Bu bombalar ve uygulayıcıları Avrupa ve ABD’ye “ürününüz size geri döndü” diyen kanlı bir mesajdır.
SUUDİ ARABİSTAN VE İRAN, SURİYE VE YEMEN’DE KARŞILIKLI TAVİZ Mİ VERİYOR?
Naci S. ELBİSTANİ
en Naşra
Bölgede gerçekleşen savaşlarda, özellikle Suriye ve Yemen’de, son birkaç haftada askeri alanda önemli gelişmeler yaşandıktan sonra uluslararası siyasi girişimler arttı. Yemen ve Suriye’deki savaşların siyasi çözüm yoluna girdiği konuşulmaya başlandı. İyimser analistler, “İran’ın Yemen dosyasında Suudi Arabistan’ın çıkarına verdiği ödünlerin; Suudi Arabistan’ın Suriye dosyasında İran’ın çıkarına verdiği ödünler karşılığında olduğu” görüşündeler. Bu doğru mudur?
İRAN İLE ARABİSTAN’I GEREN 9 SEBEP
İran- Suudi Arabistan ilişkilerinin, aşağıda kısaltarak aktaracağımız eski ve yeni sebepler nedeniyle oldukça gergin olduğunu hatırlatmaya gerek yok.
Birincisi; 1980-1988 arasında gerçekleşen İran-Irak savaşında Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin, Irak eski Devlet Başkanı Saddam Hüseyin’in rejimine büyük destekleri.
İkincisi; Suudi Arabistan’ın İran’ı, devrimini Arap dünyasına ihraç etmeye devam etmekle suçlaması.
Üçüncüsü; İran’ın nükleer programını başlatması; Suudi Arabistan ve körfez ülkelerinin İran’a yönelik uluslararası yaptırımlara ortak olmaları.
Dördüncüsü; Tahran’ın Riyad’ı, İran ekonomisinin kötü etkilenmesi için pazarı ham petrolle doldurmakla suçlaması.
Beşincisi; Riyad’ın Tahran’ı; Irak, Suriye, Yemen ve Lübnan’da kendisine sadık silahlı grupları finanse etme, silahlandırma ve eğitmeyle suçlaması.
Altıncısı; Riyad’ın Tahran’ı, Bahreyn’de ve Suudi Arabistan’ın yöneticilerine karşı “kışkırtma ve birçok muhalif hareketleri destekleme” yoluyla mezhep fitnesini teşvik etmekle suçlaması.
Yedincisi; İran’ın Suudi Arabistan’ı birçok “terörist grupları” desteklemeye devam etmekle ve Körfez ülkeleri ve Arap devletlerinde mezhep ayırımcılığı siyaseti uygulamakla suçlaması.
Sekizincisi; Suudi yetkililerin Şeyh Namr en Namr’ı idam etmesi, Körfez ülkelerinden bir grup devlet gibi İran ile diplomatik ilişkileri koparması.
Dokuzuncusu; İran ile Suudi Arabistan arasında karşılıklı süren politika ve medya kampanyaları; Suudi Arabistan’ın Suriye’ye, İran’ın Yemen’e “ direk müdahale” tehditleri.
Suudi Arabistan’ın Suriye ve Lübnan’daki nüfuz ve çıkarlarından vazgeçerek, coğrafik olarak yakın olan ve arka bahçesi olarak nitelendirilen Yemen’deki çıkarları ve nüfuzuna odaklandığı söylentisine dönecek olursak; bu doğru değildir.
Aynı şey İran’ın, Yemen ve Bahreyn’deki çıkarlarından vazgeçerek Ortadoğu’ya hakim olmak için stratejisinin ağırlığını oluşturan ve İsrail ile mücadelesinde ileri ve temel bir konum teşkil eden Suriye’deki nüfuz ve çıkarlarına odaklandığı söylentisi de doğru değil.
NÜFUZLAR DEĞİŞ TOKUŞ MU EDİLİYOR?
Birçok batılı analiste göre bugün gerçekleşen nüfuzun değiş tokuşu değildir. Dünya çapında yıkıcı yansımaları olması nedeniyle bölgede yaşanan çatışmaların, ciddi uluslararası girişimler vasıtasıyla ve ilgili tarafların anlaşması ile durdurulması öne geçmiş durumda. Analistler İran’ın Yemen dosyasının hızlı bir şekilde bitmesini istemediğini vurguluyor. Çünkü bu otomatik olarak Suudi Arabistan’ın Suriye dosyasına yüklenmesi anlamına gelir ve Tahran bunu istemiyor. Azledilmiş Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih’e bağlı Yemenli askeri birlikler ve Yemen’e egemen olan Ensarallah savaşçılarının (Husiler), tüm yetersizliklerine rağmen çatışmaların başlamasının üzerinden bir yıl geçtikten sonra Suudi Arabistan’ı yıpratıcı bir savaşın içine çekmeyi başardıkları açığa çıkmıştır. Mevcut verilere göre, yıpratma politikasının yeteneği devam etmektedir.
REJİME DESTEK ARTIYOR
Suriye dosyası içinse batılı analistler, Rus müdahalesi güç dengelerini değiştirmesine rağmen Suudi Arabistan’ın bütün kâğıtları kaybetmediğini doğruluyorlar. Suriye’deki bölgesel ve uluslararası oyuncuların sayısının Yemen’den çok daha fazla olduğunu vurguluyorlar. Bu durum, zorlukları arttırmakta ve çözümü düğümlemektedir. Suudi Arabistan’ın ve Türkiye’nin hesabına savaşan silahlı gruplar siyasi tavizler vermekte acele etmemektedir. Çünkü savaşma ve yıpratma güçleri hâlâ devam ediyor. Lakin uluslararası baskı, Suriye savaşının dünyaya kötü yansımaları nedeni ile Suriye rejimine destek noktasında yükseliyor.
Özet olarak, Ortadoğu’nun geleceği ile ilgili birden çok analize göre bugün barışçıl bir yapılanma için dünden daha büyük bir fırsat olduğuna şüphe yok. Ama bu müzakere süreci uzun ve dolambaçlı olacak. Bazılarının spekülasyon yaptığı gibi haftalarla bağlantılı değil. İlgili tarafların acı veren tavizleri vermede arzulu görünmedikleri koşullarda konunun silahlara dönme olasılığıyla beraber.
ARAPLAR VE BİRLİK SORUNU
Muhammed NUREDDİN
aş Şark
Ortadoğu, bütün oluşumları ile birlikte belki de Skyes-Picot bölünmesinden beri en zorlu aşamasından geçiyor.
Suriye, Irak, Yemen, Libya ve diğer bölgelerde yaşanan olaylar Arap ve Müslüman toplumları saran zorlukları yansıtıyor. Bu toplumların verdikleri ilk sınavda, egemenlik, kimlik, ulusal birlik, başkalarına saygı ve hoşgörü konusunda sağlam olmadıkları görüldü.
Yüzyıllardır birlikte iç içe yaşayan bu halklar, kavimler ve toplulukların, küreselleşme çağında ve dünyanın küçük bir köye dönüştüğü bir zamanda birlikte yaşayamaması mantıklı mı? Bu halkların barış zamanında ve güç zamanlarda birlikte yaşaması mümkün, zorluklar ve tehditler zamanında birlikte yaşaması mümkün değil mi?
Bu sorular en çok Suriye için geçerlidir. Suriye’de rejim ve muhalefet ilk kez Kürtlerin federal bir sistem kurması karşısında anlaştılar. Lakin Kürtler gerçekten Suriye’deki diğer topluluklarla birlikte yaşayamaz mı? Ve bu diğer topluluklar Kürtlerin taleplerini anlama yetisinden yoksun mu? Suriyeli Kürtlerin temsilcisi Demokratik Birlik Partisi’nin Cenevre müzakerelerine katılmasını engellemek bir hata değil mi? Kürtler Suriye’nin asli oluşumlarından biri değil mi?