Korkularımıza teslim olmak ya da korkumuzu örgütlemek
Korkularımızı kabul ederek, ama korkularımızı birlikte kurtulmak için örgütleyerek bu karanlıktan çıkabiliriz ancak. Biz kendi korkularımızı örgütleyerek harekete geçmezsek, bu korkuları yönetmek isteyen, kendi çıkarları için yönlendirmek isteyen birileri mutlaka çıkacaktır ve çıkmıştır.
Aylin AKÇAY
Son günlerde en çok konuştuğumuz şeylerden biri memleketin çeşitli yerlerinde patlayan ve kayıplar yaşamamıza, kayıplara tanıklık etmemize ve en önemlisi kendi hayatlarımızın da tehdit altında olduğunu hissetmemize neden olan bombalar. Ve elbette bu ortamın oluşturduğu korku hali… Sokakların boşalması, kalabalık yerlerde bulunmaktan kaçınma durumu, sosyal medyadan duyurulan ihbarlar ve gündelik hayatlarımızı buna göre şekillendirme çabası…
Ülkece yaşadığımız panik ve korku hali oldukça anlaşılır ve olağan. Öncesi bir yana, sadece son beş altı ayda Ankara’nın göbeğinde üç, İstanbul’da iki patlama yaşadık. Özellikle son iki patlama, ayrım gözetmeksizin hepimizin hayatının tehdit altında olduğunu altını kalın çizgilerle çizerek ortaya sermiş oldu, korkularımızı derinleştirdi.
Aslında söyleyebiliriz ki hem dış politika nedeniyle, hem de kendi ülkemizde aylardır süren şiddetle dolu, çatışmalar ve ölümlerle tarihe yazılan süreç zaten çeşitli biçimiyle hepimizin yaşamına etki ediyordu, farkında olsak da olmasak da. Ancak son patlamalar, tüm bu yaşananların en dolaysız haliyle hayatlarımıza etki ettiğini, can güvenliğimizin dahi tehdit altında olduğunu açık biçimde yüzümüze vurmuş oldu.
Bugün genel olarak yaşadığımız korku durumunu derinleştiren faktörlerden birinin, içinde bulunduğumuz ortamın “bilinemezliği” ve “kontrol edilemezliği” duygusu olduğunu söyleyebiliriz. Bu duyguyu güçlendiren somut durumlardan biri de güvenliğimizi sağlamakla yükümlü olanların bunu yapmadıkları/yapamadıkları gerçeği. Yani güvenliğimizi sağlamakla yükümlü olanlara güven duyabilecek bir durumun ortada kalmamış olması. 13 Mart’taki saldırı ile ilgili çeşitli kurumlardan uyarılar yapılmış olması da bir yandan bu güvensizlik duygusunu pekiştiriyor; bir yandansa sosyal medya ya da başkaca merkezlerden gelen “şurada bomba varmış, gitmeyin” uyarılarının daha fazla panik yaratmasına ve dikkate alınmasına zemin oluşturuyor.
HAYATLARIMIZI SINIRLANDIRMAK ÇÖZÜM DEĞİL
Bütün bu ortamda biz kadınların yaşadığı duygu hali ise daha katmerli oluyor: Hâlihazırda güvenli olmayan, şiddete ve tehditlere açık bir ortamda hayatımızı sürdürmeye çalışırken ortaya çıkan tehdit durumundan nasibimizi daha fazla alıyoruz. Şu anki durumun “kalabalıkta bomba, tenhada tecavüz” biçiminde ifade edilmesi de tam da bu durumun sonucu. Kadınlar olarak sadece bireysel değil çocukların, diğer aile bireylerinin, hatta yakın çevremizin güvenliği için de korkular yaşıyoruz ve önlemler düşünüyoruz. Uzun süredir devam eden şiddet ve çatışma ortamı en başta biz kadınların yaşamlarını sınırlandırıyor.
Mevcut tablo içerisinde evlerimize kapanma, hayatlarımızı sınırlandırma, zorunlu olmadıkça sokağa çıkmama, belirli mekânlardan ve kalabalıklardan uzak durma gibi önlemler alınmaya çalışıldığını gözlemliyoruz. Dün çok kalabalık olan sokakların bomboşluğu, işyerlerinde yemekhanelerin eskiye oranla tıklım tıklım dolu olması; çocuklarımızı okula gönderip göndermeme konusunda tereddüt etme, en azından yalnız göndermeme çabası, herkesin bir yerden duyup birbirine iletmeye çalıştığı bomba ihbarı mesajları vs. birçok gösterge ortada.
Bunlar, özellikle bu kadar korkunç olaylar karşısından verilen ilk tepkiler olarak anlaşılır ve olağan olarak değerlendirilebilir. Hepimiz korkuyoruz; hem kendimizi için hem yakınımızdakiler için. Ve bunun için kendi alabileceğimiz tedbirleri almaya çalışıyoruz. Ancak bu kaçınma ve hayatımızı sınırlandırma halinin kitlesel olarak ve sürekli bir biçimde devam etmesi karşı karşıya kaldığımız sorunu çözebilecek gibi değil. Tersine bu durum, bizleri özne olarak görmek istemeyenlerin hayatlarımızla ilgili daha kolay kararlar vermesine kolaylık sağlayacak bir durum oluşturabilir.
Korktuğumuz ve kaçmaya çalıştığımız şey, kontrol edilemez ve bilinemez bir şekilde çeşitli yerlerde bombalar patlıyor olması. Bu bilinemezlik hali içinde kendimizi özne olarak, belirleyen olarak hissedemiyor olma durumu panik halimizi de derinleştiriyor. Bunun karşısında hepimizin ihtiyaç duyduğu şeylerden biri, kontrol edebileceğimiz alanlar oluşturmak ve özne olarak kendi belirleyiciliğimizi artırmak. Belirli yerlerden kaçınma, örneğin kalabalık yerlere gitmeme, Güvenpark’tan geçmeme çabalarını da, kocaman bir bilinemezliğin ortasında “en azından bunu ben belirleyebilirim”, en azından şuralara gitmeyerek kendimi kontrol edebilirim çabasının bir parçası olarak okuyabiliriz. Hayatımız için kısıtlı da olsa belirleyici, özne olma ihtiyacımızın, kendi etki edebildiğimiz alanlarımızı artırma isteği ve motivasyonu olarak düşünülebiliriz.
ÇAREYİ BİRLİKTE BULABİLİRİZ
Evet korkuyoruz, evet kaygılıyız. Ve pek çoğuz. Kendi hayatlarımız üzerinde kontrol kurma ihtiyacımız ortada duruyor. İşte tam da bu çokluk halimizi ve bu ortak korkularımızı, “özne olabilme” ihtiyaçlarımızı, hayatlarımızın özneleri olabilmeyi birlikte ve yeniden kurmak için ilerletici bir duyguya dönüştürebiliriz. Bunun için en yakınımızdakilerden başlayarak konuşmaya, duygularımızı ve korkularımızı yüksek sesle birbirimize anlatmaya, ama aynı zamanda ortak çıkış yolları için de birlikte çareler ve sözler üretmeye ihtiyacımız var. Korkularımızı kabul ederek, ama korkularımızı birlikte kurtulmak için örgütleyerek bu karanlıktan çıkabiliriz ancak. Biz kendi korkularımızı örgütleyerek harekete geçmezsek, bu korkuları yönetmek isteyen, kendi çıkarları için yönlendirmek isteyen birileri mutlaka çıkacaktır ve çıkmıştır.
Kadınların tarihi ve deneyimleri böyle birçok zor ve tehdit edici durum karşısında dirençlerin ve mücadelelerin ortaya çıkartıldığı örneklerle dolu. Geçmişin ve bugünün böylesi deneylerini bulmak, hatırlamak, birbirimizle paylaşmak, kendi örneklerimizi ve kendi hikâyelerimizi yaratmak neden olmasın?