Sur’da acele el koyma ya da kentsel mekan üzerindeki mutabakatın sonu
Cihan UZUNÇARŞILI BAYSAL
“Sosyal konutları nihayet New Orleans’tan temizledik. Biz bunu başaramadık ama Tanrı başardı.”
New Orleans sel felaketi ertesinde telaffuz edilen bu cümleler, kentteki sosyal konut stokuna göz dikmiş ancak bir türlü yıktırmayı başaramamış girişimcilerden birine ait. Devasa bir buldozer misali Sri Lanka’nın muhteşem sahiliyle birlikte buradaki binlerce balıkçı barınağını da yerle bir eden tsunaminin ertesinde, sahile 5 yıldızlı tesislerini konduran yatırımcılar da hiç şüphesiz benzer cümleleri kurmuşlardır. Ya da, savaş ertesi Afganistan’ının yeniden inşasında lüks emlak projelerine para akıtan ve Kabil’i de Orta Asya’nın yeni Babil’i olarak yaratmak üzere kollarını sıvayan küresel emlak ve inşaat şirketleri; onlar da savaşı tanrının bahşettiği fırsat olarak değerlendirmiş olmalılar. Sözü Naomi Klein’a verirsek; Klein “Şok Doktrini” adlı çalışmasında, felaketler ertesi ya da felaket beklentilerinin öne çıktığı olağanüstü hal zamanlarının sermayeye büyük fırsatlar sunduğunu; sermayenin olağan koşullar altında gerçekleştiremeyeceği atılımları ve elde edemeyeceği olanakları böyle zamanlarda yakalayabildiğini açar. Afetler ya da beklentileriyle dümdüz edilen kentsel mekan, artık sermayenin yeniden yaratacağı ve birikimini sağlayacağı bir “Tabula rasa”, imzasını atacağı “Temizlenmiş bir tuval” dir. Zenginlerin saraylarının kurulabilmesi için yoksulların zorla tahliyelerine ihtiyaç vardır ve en kestirme yolu felaketler sağlar. Bu bağlamda, mülksüzleştirme, zorla tahiye ve yerinden etme yasası 6306’nın kısaca “Afet Yasası” olarak isimlendirilmesi de yasanın en dürüst kısmıdır!
SERMAYE İÇİN EN ELVERİŞLİ ZAMANLAR
Uzun süredir devam eden şiddetli çatışmalar nedeniyle, Temmuz 2015’de UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası listesine giren Diyarbakır Sur ilçesinin tarihi mekanları ve tarih ve kültür varlıkları harap halde. “Şok doktrini” ile devam edersek, Sur’un yeniden inşası gerektiğinden, sermayenin Sur’a projeleriyle girmesi için en elverişli zamanlardayız. Geçtiğimiz Ocak ayında TOKİ’yi Sur’da göreve çağıran hükümet ve sermaye, davetin meşruiyetini bu noktadan inşa ediyor. Sur’un turistik çekim alanı olarak yeniden inşasıyla sermayeye birikim sağlanırken başa dert açan nüfusların geri dönmemeleri sağlanacak. Ticari ve turistik projelerle yaşam alanı olmaktan çıkartılacak kentsel mekanlar ise tüketim ve tüketicilik değerleriyle ehlileştirilmiş olacak! Öte yandan, Sur ile ilgili bir tarama yaptığımzda TOKİ’nin göreve çağrılmasına gerek olmadığını kurumun 2010 tarihinde Sur ve Diyarbakır Büyükşehir belediyeleri ile birlikte Lalebey ve Alipaşa mahalllerinde zaten kentsel dönüşümü başlattığını (Diyarbakır Tarihi Sur Koruma Bandı Projesi) ve hak sahibi kabul edilenlerin TOKİ Çölgüzeli Konutarına yeniden iskanlarını öğreniyoruz. Direniş nedeniyle proje daha sonra askıya alınacaktır. Amaç kenttin ‘çirkin’ yüzünü yok ederek marka değerini arttırmaktır. Nitekim zamanın Sur Belediye Başkanı “Sur içinin veya Sur belediyesi sınırlarının imara açılması çalışmalarını önemsiyoruz çünkü kentin yeni yüzü olacak buralar”, der. Sur’u -ve Diyarbakır’ı- bir açık hava müzesine dönüştürerek turistik ve ticari çekim merkezi yapmak yerel ve merkezi belediyelerin hayalidir. Dönem, AB süreci Türkiye’sinde Diyarbakır’ın yıldızının parladığı birçok STK’nın AB projeleriyle kentte yer bulduğu ve sürece yakışan biçimde kentin çoğulcuğu ve çok kimlikli yaşamı öne çıkarttığı, hayata geçirdiği dönemdir. Tarihi surlar ve surdibi de bu kimliğin inşası için Diyarbakır’ın çoğulcu geçmişine referansla önem taşımaktadır.
02.03.2011 tarihli Radikal gazetesi Diyarbakır’daki emlak fiyatlarına dikkat çeker: “Diyarbakır, arsa fiyatında 5 yılda meydana gelen 50 kat artışla “taşı toprağı altın” olarak tanımlanan İstanbul’a adeta nispet yapıyor.” Bir vatandaş da 2004 yılında 500 lira eden bir dönüm arsanın fiyatının 70 bin liraya çıktığını belirtir: “Çocukluğumdan beri bu köyde oturuyorum. Tarlalar son aylarda borsa gibi işlem görüyor. Kimin aldığı, kimin sattığı belli değil. Arsalar sürekli el değştiriyor.” AKP’nin neoliberal kent tasavvuru doğrultusunda Diyarbakır da yeniden yapılandırılmaktadır. Aynı dönemlerde, lüks kapalı site “Kırklar Dağı Konakları” projesinin yanı sıra birçok kapalı site pıtrak gibi ortaya çıkar. Kentin çok kültürlülüğünün/çok kimlikliliğinin ve bunlarla uyumlu çok dilli belediyeciliğin öne çıkartıldığı bu dönemde, paradoksal bir biçimde, kentsel mekanlarda ayrışma başlamıştır.
BELEDİYELERDEN İTİRAZ GELMEDİ
Protestolar nedeniyle dönüşüm projesi askıya alınmıştır ancak Sur’un nasibine 2012’de Afet Yasası düşer! İlçe, riskli alan ilan edilir. Bu gelişme, TOKİ’nin de üzerinde yer alan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın (ÇŞB) da sürece dahil olması demektir. İlginç olan riskli alan ilanına belediyelerden, yerel kurumlardan ya da vatandaşlardan hiçbir hukuki itiraz gelmez; hiç dava açılmaz. ÇŞB ilgili sayfadan kamulaştırmaların başlatıldığını ve devam edeceğini görürüz. Açılımın çıkmaza girmesi ve çatışmaların başlaması ile harabeye dönen/ döndürülen Sur’da, yukarıda belirttiğimiz üzere önce TOKİ göreve çağrılır.
Ancak bunun ötesinde, yakınlarda “Acele Kamulaştırma” gelir! ÇŞB’nin talebi üzerine Bakanlar Kurulu tarafından ilçedeki 15 mahallede toplam 368 adada 6 bin 300 parselin acele kamulaştırılmalarına karar verilir. Bu parseller üzerinde Sur belediyesine ait hizmet binası, bazı oteller, Cemil Paşa Konağı, vakıf mülkleri hatta kiliseler ve mülkleri bulunmaktadır.
Sur’da ilan edilmemiş bir OHAL, resmen kabul edilmemiş bir iç savaş durumu da böylece resmiyete dökülmüş olur çünkü acele kamulaştırma olağanüstü hal koşullarında, savaş, afet koşullarında başvurulan bir hukuki araçtır. Bu nedenle, kentsel dönüşüm, enerji, maden vb projelerine karşı açılan davaların hemen hepsi yüksek yargıdan dönmektedir. Sur için bekleyip göreceğiz.
KÜLTÜREL HAK İHLALİ
Öte yandan, tamamen tepeden inme bir karar olan ve kentsel mekanlara el koyma anlamına gelen acele kamulaştırma ile iktidar, kentsel mekanlar üzerinde yerellerle kurmuş olduğu ittifakı da feshettiğini ilan etmektedir. Şöyle ki; merkezi ve yerel iktidarlar, mutabık oldukları neoliberal kent tasavvurunda, mekanı çoğulculuk, çok kültürlülük, çok dillilik üzerinden markalaştırıp pazarlama, Diyarbakır’ı müze kente dönüştürme, temizlenmiş, estetize edilmiş mekanları ile Sur’u da sürecin baş aktörü kılmada anlaşmışken, Açılımın sekteye uğratılmasıyla iktidar kentsel mekan üzerindeki hegemonyasını geri almak için acele kamulaştırmayı devreye sokmuştur. “Şok doktrini” devreye sokularak yeniden tanzim edilecek kentsel mekanlarda bu kez çok kültürlülük/çok kimliklilik değil Diyarbakır’ın tüm kadim kültürlerinin yansıdığı kentsel mekanlarında bunların Selçuklu-Osmalı potasında eritilmesine şahit olabiliriz. Diyarbakır’da başta yerel yönetimler ve Baro olmak üzere ilgili kurumların acele kamulaştırmayı kültürel hakların ihlali olarak görmeleri haklıdır.
Evrensel'i Takip Et