24 Nisan 2012 10:27

Bekaroğlu: Toplum artık nefretten yoruldu

Mithat Fabian Sözmen

Ermeniler bu toprakların en çok mezalim görmüş halklarından biri. Anadolu’nun kadim bir topluluğu olmalarına rağmen bugün nüfusları 40-50 bine düşürülmüş durumda. Bu mağduriyetlerine rağmen hem devlet hem de onun etkisiyle toplumun üzerinde “Ermeni” algısı adeta bir küfür olarak devam ediyor. Nedir bunun sebebi?

Tabii modern, muhafazakâr Sünni-Türk kimliğinin oluşmasında Ermeni algısının yeri çok önemli. Burada paradoksal bir durum da ortaya çıkıyor. Muhafazakâr kesimle İttihat ve Terakki düşüncesinin arasında çok ciddi bir sıkıntı olmasına rağmen bu ortak kimliğin oluşmasında bu algının çok önemli bir yeri var. Bir taraftan 1915, öte taraftan da koskoca bir imparatorluğun dağılması, Anadolu’nun parçalanması, sonra bir parçasının kurtarılması... Bir ulus kimlik ve onun inşasında “seçilmiş travma”, “seçilmiş zafer” gibi önemli kavramlar var. Ermenilerle olan ilişki hem seçilmiş travma hem de seçilmiş zafere tekabül ediyor. Ermeniler, bizi arkadan vuranlar, içimizden vuranlar, bir zamanlar milleti sadıka imiş ama şimdi bizi, medeniyetimizi yok etmeye çalışanlarla iş birliği yapanlar olarak nitelenmiş. En çok Hrant Dink yazıyordu, eğer bu sorunu çözeceksek İngilizlerin, Almanların falan kayıtları ortaya dökülüp açıkça konuşulmalı derdi. Orada bir “iç düşman”, “içeriden vuranlar” var deniyor ama öbür taraftan çelişkili bir şekilde bir katliam, tehcir olmuş ve tüm bunlar bugüne kadar büyüklerimizden kulaktan kulağa anlatılagelmiş ve duymuşuz. Yani Ermenilerle ilgili bir “kötü” algısı var, arkadan vurmuş, düşmanla işbirliği yapmış, çoluğumuzu çocuğumuzu öldürmüş diye, bunlar kısmen doğru da olabilir ama bu halk aynı zamanda katledilmiş de. Hem de her yerde bizim iyi komşumuzken böyle olmuş Trabzon’da 1912’de nüfusun yüzde 25’i Ermeni, yüzde 35-40’ı Rum. Yani Müslüman ve gayrimüslim nüfus yarı yarıya. Komşularımızı öldürmüşüz, güzel kızlarını almışız. Eşyalarına el koymuşuz. Bunun vermiş olduğu bir vicdan ezikliği de var. Bütün bunlar birleşince bir Ermeni ötekisi yaratmışız. Kriz zamanlarında bu daha çok ortaya çıkıyor. Problem, dağılma, bölünme, sıkıntı, ekonomik kriz gibi dönemlerde nefreti uzak düşmana, zayıf düşmana havale edersin. Böyle bir mekanizmayla bu coğrafyada Ermeni nefreti klasik, ortalama Türk kimliğinin oluşmasında önemli bir harç olarak duruyor. Hrant Dink’in dediği gibi benzer şey Ermenistan için de geçerli. Katledilmesine giden süreçte “kirli Türk kanı” derken de bunu kast etmişti.

O zaman bu nefretin halk arasında böylesi bir harç haline gelmesinde bir suçluluk duygusunun da yeri var diyebiliriz...

Tabii, orada suçluluk duygusu var. İyi komşu Ermeni hâlâ hafızalarda çünkü. Ermenileri düşmanlaştırması gerekiyor ki, o el koyduğu şeyleri kendisine mübah, helal görebilsin. Tabii bir spekülasyon yapıyoruz ama makul bir spekülasyon. Yani bu şekilde Ermeni’nin canına, malına, kadınına el koymuş ya, şeytanlaştırmalı onu ki, hak edebilmeli onları.

Devlet de bugüne kadar hep kriz anlarında bu Ermeni nefretini geniş kitleler üzerinde bir tutkal gibi kullanabilmiş...

Yani Türkiye toplumu biraz böyle bir toplum. Burada sistem, egemenler çok klasik bir şekilde hep kimlikler üzerinden halkı birbirine kışkırtmış ve çok kolay yönetilmişiz. Hal böyle olunca kimse de ötekinin hakkına ses çıkarmamış. Kimse Ermeni’nin hakkına bakmıyor, Kürt’ün hakkına Türk, Alevi’nin hakkına Sünni bakmıyor. 28 Şubat’ta da Sünni, muhafazakâr kesimler zarar görürken öbürleri alkışlamış, iş birliği yapmış. Maalesef böyle bir problem var. Ama bunları yavaş yavaş aşıyoruz. Hrant Dink’in öldürülmesi ve başkaca olaylar zihinlerde bir sıçramaya yol açtı. Bir taraftan yeni, taze, milliyetçi nefret söylemleri öbek öbek görülüyorken hem Hrant Dink’in cenazesi hem de katledilişinin 5. yılındaki kalabalık bu sıçramayı çok açık bir şekilde ortaya koymuştur. Hrant Dink bugüne kadar hiçbir zaman bir araya gelemeyen ama Müslüman camiada vicdanı temsil eden kesimleri bir araya getirdi. Bir bildiri yayınladılar “Adalet istiyoruz” diye. Bu önemliydi, çok farklı kesimlerin insanları ama vicdanı öne çıkaran insanlar. Bence bu konuda bir kırılma ve iyiye doğru sıçrama var ve bu baskın gelecek. Bu toplum artık çok yoruldu. Kürt sorunu, Ermeni sorunu... İnsanlar artık yoruldu, barış istiyor, dinginlik istiyor.

Ama bir yandan da siyasi iktidar toplumda doğmakta olan bu sıçramayı sekteye uğratmaya yönelik bir politika izliyor. Söylemleri, yönetme tarzı gittikçe sertleşiyor. Bunun sebebi bu barışçı sıçramayı engellemek olabilir mi?

Bunun sebebi bence iktidar olmak. İktidara yerleştikçe bu tip eğilimler artıyor. Hele sorgulamadan iktidarı ele geçiriyorsanız daha da artıyor. Ve birden geçmişteki iktidarlara benzemeye çalışıyorsunuz. Çok tehlikeli bir iş yapıyor AK Parti. Hükümetin içinde son Hocalı mitingiyle ilgili tartışmaları izledim de, bunlar orada da ciddi rahatsızlığa sebebiyet veriyor. Devlet refleksine dönülmüş olması içte rahatsızlık yaratıyor. Ama iktidarın mantığında bu var. AK Parti öncüleri, Başbakan ve diğerleri de belli bir siyasi gelenekten geliyorlar. Oradaki o milliyetçi, muhafazakâr tarzda böyle refleksler vardır, yaygındır. Bunun yanı sıra 2015 yaklaşırken, “Uluslararası mahkemeler, devletler bu kararları alırsa, toprak, tazminat talepleri olursa ne olur” diye devleti yönetenleri ürküten isteklerin gelebileceğinden korkuyorlar. İşte 100 sene evvelki en büyük travmamız Osmanlı’nın parçalanması. Yeniden toprak talebi korkusu, bu travma, kompleks herkeste var. Kıbrıs mesela, ne olmuş Kıbrıs’ta da bu millete bir zafer gibi gösteriliyor. Burada o kompleksin izleri var. Bir bölünme insanların yönelimlerini bozuyor ve ilkel refleksler öne çıkıyor. Ne yapacak? Yapacak bir şeyi yok, kışkırtmalarla, içte “Biz bize benzeriz”, “Dört tarafımız düşmanlarla çevrili” söylemlerini tekrarlıyor. E daha dün “Sıfır sorun” vardı, Ermenilerle barış yapıyorduk; ne oldu? Zayıflayınca hemen ilkel reflekslere dönülüyor. En kolay, en eski, en zayıf, en bilindik düşman da Ermeniler. Hemen oraya dönülüyor. Tabii burada çelişkili bir durum var. Bir Ermenistan var, bir diaspora var, bir de bizim Ermenilerimiz var. Arkadaşlarımız var yani burada kalanlar var. O nedenle çok sıkıntılı bir durum bu, hükümet için de zor bir durum.

“Hükümet için de zor bir durum” derken bir yandan da AKP’nin tüm bu milliyetçi söylemi yükseltmesinin sebebi tabanı memnun etmek, oylarını arttırmak olarak yorumlanıyor. O zaman AKP uzun vadede kendisi için de yanlış bir strateji mi izliyor?

Bence yanlış bir strateji. Taban AK Parti’den daha iyi burada. Öne çıkan milliyetçi eleştiriler, muhalefete prim veriyor. Kürt meselesinde de, Ermeni meselesinde de AK Parti yanlış yapıyor. İşte MİT-PKK görüşmesi. MHP ve CHP üzerine atladı AK Parti’nin, ama halk umursamadı. Yeter ki barış yap. Halk barış istiyor! Bu insanlar tabii öne çıkan, acılı 8-9 bin şehit ailesine bakarak karar veriyorlar halbuki çocuğu şehit olma ihtimali taşıyan milyonlarca aile var. Barış, onların duyguları üzerinden olabilir. Tabii ki şehit aileleri “Evladım boşuna mı şehit oldu” diyebilir ama esas olan yeni şehitleri önlemek, onlara hitap etmek Nitekim bunlar da AK Parti’nin görüşmelerini olağan kabul etti. Yanlış yapıyor AK Parti. İki sebepten yanlış yapıyor. Bunlardan bir tanesi kafalarının arkasındaki o milliyetçi, mukaddesatçı anlayışta problem var. İkincisi de toprak talebi, tazminat talebi olursa ne yaparız diye bir hazırlıkları yok. Bunlar korkutuyor onları ve hazır buldukları devlet reflekslerine çekiliyorlar. “Düşmana karşı birbirimize sarılalım” diyorlar. Bu zarar verir, yanlış bir diplomasidir bu. Hocalı mitingi de böyle bir yanlışın etrafında döndü ve nefret söylemi çok açık bir resmi ortaya koydu. “Bunlar azınlıktaydı”, “Münferit olay” falan değil meydana damgasını vuran o ırkçı, nefret kokan havaydı. On bin kişi geldiyse oraya, iki bin kişinin o duygusu damga vurdu, diğer insanlar zaten kenardaydı, tereddüt içindeydi. Esas halk rahatsızdı. Mesela ben cesaret edebilsem, “Ne oluyor burada” diyebilsem belki de arkamdan gelebilirlerdi.

Hocalı katliamını protesto için düzenlendiği söylenen mitinge gittikten sonra eylemi bir devlet organizasyonu olarak nitelemiştiniz. Ama daha bir hafta öncesinden İstanbul’un her yerine asılan afişlerden ve gazete reklamlarından bunun böylesi bir organizasyon olduğu açıkça seziliyordu. Mitinge giderken böyle bir şüpheniz var mıydı?

Şüphem yoktu, emindim! “Emindin de niye gittin” diye soracaksınız tabii. Dediğiniz gibi, bütün o afişlerden, reklamlardan çok belliydi bunun nasıl bir organizasyon olduğunu. Ayrıca 2015 sendromunun AK Parti’de var olduğunu da görüyordum. Tabii biz parti olarak aynı tabana hitap ediyoruz ve Hocalı katliamı da bizim tabanın hâlâ hafızasında olan bir konu. Hakikaten 613 kişinin öldürüldüğü bir katliam. Bize de burada teşkilattan gençler geldi, “Gidelim” diye. Ben de onlara anlattım, “Bakın bu böyle bir devlet organizasyonudur” diye. Ama yine de “Gidelim, görelim” dedik. Taksim’e vardığımızda orada olanları anlamamıza on dakika yetti. Irkçı, nefret kokan bir toplantıydı ve hemen ayrıldık. Çok da yakınlarına düştük o “Hepiniz Ermenisiniz, hepiniz piçsiniz” pankartlarının. Çok tuhaf, tehlikeli bir şeydi. Bir defa devlet, bakanıyla, valisiyle oradaydı ve ciddi bir Ermeni düşmanlığı vardı. Hükümeti de zor duruma düşürecek aptalca bir şeydi aynı zamanda. Bu topraklarda elli bin Ermenin var senin, Hrant Dink öldürülmüş, 6-7 Eylül’ler yaşanmış, onca manipülasyon olmuş. Nasıl böyle bir şey yaparsın? Niyetlerini bilmiyorum, kafalarının arkasında o problemli Ermeni algısı olabilir ama şu da net bir şekilde ortaya çıktı ki, böylesi krizleri aşacak hiçbir şeyleri yok ve klasik devlet reflekslerine fazlasıyla sahipler.

Sadece siz değil yanınızdaki partilileriniz de rahatsızdı heralde?

Tabii. Onlar için de iyi bir eğitim oldu, gördüler ne olduğunu. Partililerde şöyle bir his vardı, “Bizim sahip çıkmamız gereken şeye öbürleri sahip çıkıyor.” Ama işte gördüler, bu sahip çıkma işi değil, derin devlet işi. AK Parti’nin derin devlete teslim olduğunu gördüler. Televizyondan izledim ben, İçişleri Bakanı bile tuhaf bir haldeydi “Ulan ne oluyor” der gibiydi. Belliydi ki teslim oldular.

Soykırımın yıldönümü nisan ayı geldi ve her nisan bir yandan ABD, bir yandan Ermeni diasporası bir yandan da buna karşılık Türkiye devletinin 1915’te yaşananlara dair karşılıklı hamlelerine sahne olur. Alışıldık milliyetçi, ayrıştırıcı politik söylemler vardır ve bunlar öne çıkar. Bu karşılıklı benzer siyaset anlayışı bir yandan problemi halkların kendi arasında çözme şansını da giderek ortadan kaldırıyor diyebilir miyiz?

Tabii ki, bu sadece Türkiye’nin de problemi değil. Benzer şeyleri Ermeniler için de söyleyebiliriz. Milliyetçiliği kötü görürüz ama ezilenlerin milliyetçiliğini daha hoş karşılarız ya, şimdi bunu kabul mü edeceğiz? Bunlar problem teşkil eden, çözüme katkı sağlamayan şeyler. Ermeni kimliği Türk düşmanlığı üzerinden, Türk kimliği de Ermeni düşmanlığı üzerinden şekilleniyor. Türkiye yoluna böyle devam edemez. Eğer kendine büyük devlet diyorsa, açacak tarihi, “Evet, böyle şeyler yapılmış bundan dolayı özür diliyoruz” diyecek ve “Bunu gidermek için yapılması gereken neyse yapacağız” diyecek. Zaten toprak talebi falan bunlar uluslararası hukukta olmayan mantıksız şeyler. Türkiye, 1915’te olanları kendi anlatmalı. Bunun panzehiri bu. Ermenistan da açacak Azeri, Karabağ meselesini. Orada da bir milyon Azeri göçmen, –onlar kaçkın diyor– topraklarından kovulmuş, doğrudur, onlar da konuşulsun ama bu iş 1915’i aydınlatarak olmalı. “Efendim PKK silah bırakmadan Kürtlerin hakkını tanımayız.” Böyle şey olmaz. Eğer hak çiğnemeyse bunun hiçbir gerekçesi olamaz. Sen hakkı gasp etmekten vazgeçersin sonra PKK işini de halledersin. Bu sorunların böyle ele alınması gerekiyor. 1915’te ne oldu, bunları konuşalım. Siz zaten İttihat ve Terakki düşüncesiyle mücadele etmiyor muydunuz? Vesayet sistemi bu değil mi? AK Parti’yi defalarca devirmeye çalışan aynı zihniyet değil mi? Bu kavga hâlâ var. AK Parti’nin iktidarını kabullenmeyen bir çevre, yapı halen sürüyor. Mahkemeler devam ediyor. Vesayetse işte İttihat ve Terakki o! Niye İttihat ve Terakki’nin katliamını bu kadar sahipleniyorsunuz? Hem de niye yapılmış bu katliam? Modern Türk kimliğini oluşturmanın bir parçası olarak. Bir ulus devlet oluşturulacak karar verilmiş, bir ulus inşa edilecek, bunun inşa edilebilmesi için ortak özellikleri olanları değiştirecek, dönüştüreceksiniz. Gayrimüslimleri tehcirle, mübadeleyle, katliamla ihmal edilecek kadar azaltacaksınız. Kalan Müslüman ahaliye de “Siz modern ve Türksünüz” diyeceksiniz. Bakın bu süreçte iddia ediyorum sadece Kürtler, Lazlar değil Türkler de Türkleştirildi. Türkçe konuşanlar da “Modern Türk” yapıldı. Laik, Batılı, seküler her neyse. Bir ulus inşa edildi. Bu proje Ermeniler’in katlinin altındaki proje. Tamam Ermeniler de kışkırtıldı, onlar da öldürdü ama neticede düzenli bir ordu 1.5 milyonluk bir halkı aldı Gümüşhane’den Suriye’ye kadar sürdü, giderken dünya kadar insan öldürüldü. Bunların resimleri, belgeleri var. “Yapıldı” deyin bunda bir şey yok. Tazminatsa tazminat ya da özür dileyin, tazminat vermeyiz deyin ama bir şey yapın yani. Bir adım atın!

AKP biraz da hegemonyasını eski zihniyete de kabul ettirmiş durumda ve aynı zamanda eski zihniyetin söylemlerini de sahiplenebiliyor diyebilir miyiz? Ermeni meselesi bunun bir örneği değil midir?

CHP dahil hepsi bunu yapıyor. “Bu iddiaları kabul edersek arkasından bir sürü talep gelecek o zaman ne yapacağız” diye korkuyorlar. Hakikaten dışarıdan da bu kışkırtılıyor. Ermeni diasporası işte, emsal mahkeme kararları var. Tazminat davaları açılıyor filan. Devlet yönetenler açısından bu korku da çok önemli, unutmamak lazım.

Sadece bu mudur yoksa Ermeni nefretini kullanarak toplumun farklı, geniş kesimlerini yedeklemeyi planlayan bir anlayışın ürünü müdür bu söylem?

Tabii Ermeni nefreti ve buna dair söylem aynı zamanda bir manipülasyon. PKK’lılar öldürülüyor “Ermeni’ydi, sünnetsizdi” falan diyorlar. “Ermeni dölü” diye bir laf var değil mi? Kürtlerin de Ermeniliğine kadar götürüyorlar işi. Niye? Çünkü Ermeniler en kötü düşman. Öyle bir algı var, tarih içerisinde yer etmiş duruyor. Bunu iradi, bilinçli bir müdahaleyle aşabilirsiniz ve bu toplum, geniş kitleler bunu yapabilir ama siyasi partilerin, grupların ön ayak olması gerekiyor.

Bir yandan devletin yüzleşmesi gerekiyor ama bunu yapmıyor. Benzer şey toplum için de geçerli...

Kolay olmuyor, zamanla olacak ama yavaş yavaş ileri adımlar atılıyor. Bir de artık mecburuz. Hani bütün ayrımcılıkları birlik için yapıyorlar ya, bu şekilde barışı, birliği sağlayamazsınız. Türkiye artık kimlikleri birbirine kışkırtarak bir arada duramaz. Özellikle Kürt meselesi için bu böyle. Ya bölüneceğiz ya da Kürt kimliği eşit bir şekilde kabul edilecek.

Bu sorunlar içeride ve dışarıda da siyasi bir baskı yaratıyor. Buna rağmen hükümet acaba kasten mi kışkırtıyor diye insan düşünmeden edemiyor...

Şunu da görmek lazım, bir iktidar kavgası var. O da bu işleri öteliyor. Ama benim güvencem şu, tabii ki herkes hakkı olduğu için hakkını almalı ama bunun da ötesinde bu hak verilmezse birlik dedikleri şey kalmayacak. İnsanlar artık bunun farkında. Halk barış istiyor, halk bunaldı. Bakın her organizmanın bir denge durumunda oturması gerekir. Bir tehdit karşısında dengesi bozulur ve o tehdidi savmak için savaşmak ya da sıvışmak üzere hazırlanır. İnsan için düşünürsek nabzı artar, tansiyonu yükselir, tehlikeden kurtulmak için mücadele etmelidir. Bu sürekli olursa organizma çöker. Türkiye uzun süredir teyakkuz durumunda artık denge gerekiyor ya dağılacağız ya bu sorunu çözeceğiz. Aynı zamanda politik psikoloji anlatan bir psikolog olarak da söylüyorum, toplum bu sorunları aşmaya hazır!

*BU RÖPORTAJ EVRENSEL KÜLTÜR DERGİSİ'NİN NİSAN 2012 SAYISINDA YAYIMLANAN ERMENİ 'SORUN'UNU AŞMAK DOSYASI KAPSAMINDA YAPILMIŞTIR

Evrensel'i Takip Et