İki fotoğrafın hikayesi

Mehmet PEKER
Kayseri
Son dönemde memleketin hali nedir diye baktığımızda, gündemin çok çabuk değiştiğini görebiliyoruz. Her gün çatışma, ölüm, katliam haberleri, demokrasi adına git gide karanlıklaşan bir tablo görüyoruz. Ama bunların yanında mücadeleye sıkıca bağlayan birçok gelişme de var. Bir örnek olarak Renault işçilerinin eylemleri…
Neden mi? Hep söyleriz iki sınıf vardır; proletarya ve burjuvazi. Çıkarları birbirlerine kesinlikle zıttır; aralarındaki çelişki uzlaşmaz bir çelişkidir. Birisi alın teri, eldeki nasırdır diğeri ise sömürü/şişirilmiş göbekler. Dahası toplumun düzeni, devlet yapısı, tüm ekonomik ilişkiler bu çelişkinin üzerine kurulmuştur. Şöyle bir kafamızı kaldırıp etrafımıza baktığımızda işçinin elinin değmediği bir şey yoktur herhalde. (Üzerimizdeki kıyafetten tutalım, bindiğimiz araçlara, oturduğumuz kanepelere, yürüdüğümüz kaldırımlara kadar) Kısacası hayatı üretenler; işçilerdir. İşte bu sebeplerden ülkemizin ve dünyamızın değişmesi de yaşamı her gün yeniden üreten işçi sınıfının eliyle olacaktır.
KİMDİR BU DEVLET, KİMİNDİR?
Şimdi biz bu çelişkiyi devlet yapısı üzerinden inceleyelim. Toplumdaki uzlaşmaz çelişkiler sonucu bir sınıfın diğerini yönetmede kullandığı bir zor aygıtı ortaya çıkmıştır; yani devlet. Devlet yapısının belli bürokratik araçları ve militarist (asker,polis, kolluk güçleri) yapılanmaları vardır. İktidarı ve devleti elinde bulunduran sınıf diğer sınıfı yönetmek için bu araçları kullanır. En ufak işçi eylemlerinde, hak arama mücadelelerinde karşımızda polisi-jandarmayı bulmamız bu yüzdendir. Ancak burjuva devlet, işçi sınıfı ve emekçi sınıfları yönetmek, bastırmak için sadece bu tür araçları kullanmaz. Özellikle ülkemiz özelinde milliyetçilik buna yaramaktadır. Kısa bir örnek verelim; Kayseri’de bir fabrikada çalışan Kürt işçileri ne yapacağız? Türk-Kürt işçiler hakları ve ortak çıkarları için ortak bir mücadele verecekken, savaş ortamı ve kışkırtılan milliyetçi dalga yüzünden birbirlerinden uzaklaştırılmış ve bu durumdan yine patron yararlanmıştır.
BURJUVAZİNİN KOZU MİLLİYETÇİLİK
Yazımızı iki fotoğraf üzerinden ele almakta fayda var. Birinci fotoğrafta geçtiğimiz sene mayıs ayından beri çeşitli hak arama mücadelelerine girmiş, kararlılığı ve refleksleriyle Türkiye işçi sınıfının amiral gemisi haline gelmiş Renault işçilerinin Türk Metal Sendikası’nı fabrikasından silip, ek zam ve kıdem hakkı talepleri için bir dizi eylemler yapan işçiler var. İşten atılan arkadaşları için yürüyüş yapan işçileri görüyoruz; en önde bir Türk bayrağı var. İşçiler Türk bayrağı ile yürüyorlar.
İkinci fotoğrafta ise, az önce kimin elinde olduğunu açıkladığımız devlet aygıtının militarist gücü olan polisler, işçilere saldırmaya hazır şekilde konumlanmış. Türk polisi ve fabrika içerisinde de bulunan Türk bayrağı…
Ülkemizde son dönemde yapılan birçok eylemin en önünde bir bayrak gözümüze çarpıyor. Memleket içinde bir bayrak gösterme telaşı sarmış… Daha önce ellerinde bayraklarla işçiler kendi sınıfından olan Kürt işçilere saldırmıştı. O zaman sermaye devletinin, milliyetçilik ve savaş oyunu işçileri ayrı düşürmeye yetmişti.
Eyleme dönelim. Polis saldırısı esnasında işçiler; ‘Biz ne bayrağı tutuyoruz ki saldırıyorsunuz? Biz de bu ülkenin vatandaşıyız’ diyerek tepki gösterdiler. Haklılar aslında, TC vatandaşları ve Türk bayrağı tutuyorlar.
Bir sıkıntı yok… Fakat bayrak orada işçilerin verdiği mücadeleyi temsil etmiyor. (her ne kadar işçiler temsil ettiğini düşünseler de)
Evet, iki taraf da bu ülkenin vatandaşıydı. Ama temsil ettikleri sınıflar farklı. Bir tarafta işçi sınıfı diğer tarafta sermaye sınıfının temsilcileri vardı. Ortada sınıf çıkarları olunca bayrak ve millet hiçe sayılmış, işçilere türlü zulüm yapılmıştı. Sözü getirmek istediğim yer tam da burası. Hayat bu çelişkinin üzerine kurulmuşken kendi sınıfımızı bilmeli ve şikayet ettiğimiz değişmesini istediğimiz ne varsa buradan yorumlamalıyız. Sermaye devletinin milliyetçilikle bizi ayrıştırmasına izin vermemeliyiz. Kendi geleceğimiz için bir şeyler yapmalıyız.
Evrensel'i Takip Et