Güngör Gençay’ın ardından
İlkin insan inanmak istemiyor. Korka çekine bir de en yakınlarından birisine sormak istiyorsun. Bu gerçekte son bir umut çırpınışıdır. Ben de öyle yaptım, eşi Nur bacıya sordum. O da onaylayınca ağzımdan bilinçdışı bir “Ah ah ah!” sesi dökülüverdi…Kayıplarımız artmaya devam ediyor. GÜNGÖR GEN&Cc
Kayıplarımız artmaya devam ediyor. GÜNGÖR GENÇAY’ımızı da sonsuzluğa yolladık. Kendisi belki elli yıllık kadim dostumdu. Kötü haberi alınca sanki İstanbul’un bir yanı yıkılmış gibi geldi bana. Unuttuğum bir alıntının yazarının adını, bulamadığım bir adresi ondan sorardım. Hayır demeyi bilmez ve yüksünmeden arayıp bulurdu. O sadece iyi bir ozan değil, aynı zamanda iyi bir beyin, titiz bir arşivci, ödünsüz bir devrimci ve de en önemlisi güvenilir bir dosttu. Belki bu yüzden 78 yaşında bile soyadı gibi genç kalmayı başarmışlardan biriydi.
Sevgili Güngör, çok erken yaşta tercihini emekten, sosyalizmden yana yapmıştı. Yani yaşadığımız ülke koşullarında zordan yana. Bu yüzden her devrimci gibi çok çekti. Yarasını sergilemeyen, acısını içe atan, bir yanı vardı. Memur emekli aylığı onun açık sofrasına, sol dayanışmaya duyarlı yüreğine elbette yetmiyordu. Galata Kulesine komşu ve birkaç merdivenle inilen minicik kitap kırtasiye dükkânında eşi Nur bacı beklemek zorundaydı. Mahallenin çocuklarına kimi paralı, çoğu kez de bedava kitap verirlerdi. Güngör hep gülen güzel maviş gözleriyle bu işi şöyle özetlerdi:
“Hasan sizin de başınıza geliyor mu bilmem? Bu veletler yazarı bedava kitap dağıtan adam sanıyorlar. Sakıza, kaleme deftere para verirken zorlanmıyorlar, fakat sıra kitaba geldi mi iş değişiyor…”
Güngör’ün edebi kişiliğini, usta işi ince şairliğini zaten bilen biliyor. Hele hep keseden yiyerek çıkarttığı Gerçek Sanat dergisi ancak Güngör Gençay sabrı ile bu kadar uzun yaşatılabilirdi. Yayınladığı kitaplar da öyle! Bu risk olsa olsa bir gerçeği, bazen genç bir hevesi gün ışığına çıkartmak için göze alınabilirdi. Kesin para pul için değildi…
Onun kişiliği kimliği, insan yanı, bütün diğer özelliklerinden hep bir adım önde yürürdü. Bakırköy 2. Ağırceza Mahkemesinde Amerikalılarla olan bir sürtüşmemden dolayı yargılanırken, duruşmayı izlemeye gelen üç arkadaşımdan birisi Güngör’dü. Mahkeme Başkanı değerli yargıç Süheyl Deliorman: “Hakkımda ağır tahrik karşısında Amerikalıya sövmek suç değildir” kararını verince, boş bulunup yaşasın, diye bağırmıştı. Bağırmış ve ikimizin de ortak dostu olan, yine ozan denemeci ve orada Avukatım olan İsmet Kemal Karadayı’ı bile şaşırtmıştı. Doğrusu son İstanbul efendisi dediğimiz Güngör Gençay gibi birisinden bu militanca çıkışı hiç birimiz beklemiyorduk.
Güngör’ün son bürosu Galata Kulesi çevresinde, Rum ya da Ermeniler’den kalmış olduğu geniş mermer girişi, oymalı yapı stilinden belli olan ve neredeyse terk edilmiş görünümlü bir binanın dördüncü katında idi. Oraya nefes nefese bir çıktı mı kolay inmezdi. Bu yüksekliğin sağlığına zararlı olduğunu söylediğimizde, he zamanki hoşgörüsüyle: “Yok canım aksine yaptığım tek spor bu”, diye gülerdi. Bizler gelirken en çok ekmek istediği olurdu. Zeytini peyniri ve de ufak rakısı zaten eksik olmazdı…
Bir gün İstanbul’dan ve eski İstanbul efendiliğinden söz ederken: “Son İstanbul Efendisi kupası galiba sende kalacak” dediğimizde ise: “O da nereden çıktı? Dedem giller Saraya Ürdün tarafından gelmiş Çerkes’lerdenmiş. İnanmazsanız şu kaşlarıma gözlerime bakın, diyerek” hepimizi şaşırtmıştı. Ben de iş olsun diye bu görüşe şöyle karşı çıkmıştım: “Avukat Rahmi Tuna ile sen ne kadar çok Çerkes’e benziyorsanız, işte de o kadar Kürt’e benziyorum. Buncacık boyla Çerkes olunur mu bre insafsız!” Çünkü ikisinin de boyları kısa sayılırdı.
Güngör Gençay, sanatıyla, dik duruşuyla, hep emeğin yanında emperyalizmin karşısında oldu. Bu toplumcu gerçekçi tavrını, sadece edebiyatta sanatta değil, emekten yana bir partinin “Emek Partisinin” kurucularından birisi olarak da kanıtlamıştı. Onu sonsuzluğun ışıklı sularına salarken, eşi Nur bacı, kızı Papatya’ya ve tüm yakınlarına baş sağlığı diliyorum. Anın yolumuzu ışıtsın benim güzel kardeşim Güngör Gençay…
Onun “Vurgunsuz Sabahlara Uyanmak” adlı şiir kitabından bir seçkiyi sizinle paylaşmadan edemeyeceğim:
“Güneş gök
Soluk aldırmayacak gibi
Ne denli azgın olursa olsun karakış
Baharın yolu kesilmez çocuğum
Yürürken başına bir taş düşer kiminin
Kimi idam sehpalarından taşar
Türkülerde şiirlerde bulursun artık onu
Ama İsa gibi değil ha,
İnsan gibi çocuğum…”
FOTOĞRAF: KADİR İNCESU