Nerde eski heccavlar
Hiciv, iğneler, alay eder, gülünç duruma düşürmeyi amaçlar, ama işin özünü nadiren gösterir. Çoğunlukla temeldeki meselelerle uğraşmaz.

Aydın ÇUBUKÇU
Hiciv yazmayı hayatlarının neşesiyle öfkesini birleştiren bir şiir eğlencesi bilen eski muhteremler, zeki, muzip ve geniş bir ufka sahip insanlardı. Kimi sözün terazisini pek kullanmaz, işi küfre, hakarete vardırırsa da, kimi de inceliklerini keskin bir kılıç olarak sergileyebilirdi. Kimi küçük iğneciklerle dokunup gülümsetir, kimi kanırta kanırta çuvaldızlar sokup bağırtırdı. Kimi kendi çıkarına dokunanlarla uğraşır, kimi kendi çıkarından başka bir şeyi umursamayan zıpırlara çatardı. Nefi, Eşref, Neyzen hemen akla gelen en ünlü heccavlar. Çünkü üçü de kantarın topuzunu pek umursamadan yüklenmişler, ayıp, günah, yazık demeden içlerinden geldiği gibi küfür sallamışlar, halk arasında kolayca ezberlenip kahve köşelerinde keyifle tekrarlanan mısralar döktürmüşlerdir.
Genellikle şehirli şairlerin işi sayılsa da hiciv, halk ozanları için de de “taşlama” ya da “şathiye” söyleyenler çoktur. Taşlamalar genellikle kulları hedef alırken, şathiyeler Allah’a yöneliktir. En ünlüsünü Kaygusuz Abdal söylemiştir ki, yüzyıllardır dilden dile dolaşır.
Kıldan köprü yaratmışsın
Gelsin kulum geçsündeyü
Hele biz söyle duralım
Yiğit isen geç e tanrı
Garib kulun yaratmışsın
Derde mihnete katmışsın
Anıâleme atmışsın
Sen çıkmışsın uca tanrı
Bir başka şathiyesinden de iki yudum çekip yolumuza devam edelim:
Âdem’i balçıktan yoğurdun yaptın,
Yapıp da neylersin, bundan sana ne
Halk ettin insanı saldın cihana
Salıp da neylersin bundan sana ne
Bakkal mısın teraziyi neylersin
İşin gücün yoktur gönül eğlersin
Kulun günahını tartıp neylersin
Geçiver suçundan bundan sana ne
Şehirlilerin derdi ise çoğunlukla yönetici sınıftan bireylerdir. Nefi gibi saray içinde, hatta padişahların hemen yanında yaşayıp da vezir vüzeraya, saray kâtiplerine giydirmişi de vardır, sarayı, hükümeti tefe koyanlar da.
Nefi, galiba en çok saray içindeki makam ve mal-mülk rekabetinde kullanmış olmalı sivri dilini. Sonunda idam edilmesine yol açan sözleri daha çok kişilere yöneliktir. Sultanlıkla, sistemle bir derdi yoktur.
Zihihusran-ı din ü devlet ü neng-i müsülmani
K’ola bir div-i hünsa malik-i mülk-i Süleymani
Gürcü hınzıri a samsun-ı mu’azzam a köpek
Kanda sen kanda nigehbani-i âlem a köpek
Günümüz Türkçesiyle söyleyecek olursak:
Diyelim ki Süleyman’ın mührüne sahip olsun,
Erkek mi kadın mı olduğu belirsiz bir şeytan.
Din ve Müslümanlık açısından bu ne büyük acıdır.
Gürcü domuzu, a koca azman köpek
Sen neredesin, ülkeyi yönetmek nerde ey köpek
Heccavlar arasında en zeki, en küfürbaz olanı Şair Eşref’tir ki, aklı olan yanına yaklaşmaz! Çünkü fırsatını bulsa kendini bile hicvedeceğini açıkça söylemiştir.
Eylemem ölsem de kızbiihtiyâr,
Doğruyu söyler gezer bir şâirim.
Bir güzel mazmun bulunca Eşrefâ,
Kendimi hicv eylemezsem kâfirim!
Hiç güncelliğini kaybetmeyen, her devirde, her hükümet için geçerli bir başka hicvini anarak, diğer heccavlara geçelim.
Her biri halince icrâ-yı mezâlim etmede,
Görse bir me’muru insan bir şâkizann eyliyor.
Eyleme bihude ey biçâreferyâd ü figan,
Ah-ı mazlumu hükümet musiki zann eyliyor!
(Her biri kendine göre zulüm yapıyor,
bir memuru görse insan, eşkıya sanıyor,
boş yere ağlayıp inleme,
mazlumun inlemesini hükümet müzik sanıyor!)
Küfrün pirlerinden bir diğer Neyzen Tevfik’in de menziline, milletvekillerinden belediye reislerine kadar pek çok yönetici girer ama en yukarıya sözü dolaştırıp getirir.
Asrın yeni bir umdesi var, hak kapanındır.
Söz haykıranın, mantık ise şarlatanındır.
Geçmez ele bir pâye, kavuk sallamayınca,
Kürsî-i liyakat pezevenk, puşt olanındır!
Ya da, değişen hükümetlerin değişmeyen bir baskı politikası uygulaması karşısında şunları söyleyebilmiştir:
Türkü yine o türkü sazlarda tel değişti,
Yumruk yine o yumruk, bir varsa el değişti.
Fakat hepsinden önce, çağlar ötesinden yöneticilerle yoksullar arasındaki ilişkinin, ağır bir sömürü ilişkisi olduğunu en açık dile getiren Yunus Emre olmuştur.
Gitti beyler mürveti,
Binmişler birer atı
Yediğü yoksul eti,
İçtiğü kan olısar
Karşı çıktığı, şu ya da bu kişi, bir bey, adı sanı belli bir vezir değil, doğrudan doğruya yoksul eti yiyip insan kanı içenlerin tümüdür.
Hiciv, iğneler, dürter, aşağılar, alay eder, gülünç duruma düşürmeyi amaçlar, ama işin özünü nadiren gösterir. Çoğunlukla temeldeki meselelerle uğraşmak yerine, kişilerle uğraşır.
Günümüzün yaygın eğilimi de böyledir. Bütün eleştiri ve yergi oklarının Recep Tayyip Erdoğan’a yöneldiği bir ortamda, nasıl ağır bir sömürü ve soygun düzeni içinde yaşadığımızı bize anlatacak dizeleri ezberlenecek bir hiciv ustamız da yok şimdilik. Daha çok “sosyal medya”da laf çakanlar, şu ya da bu kişiyi hedef alanlar var; bunların da pek çoğu, hicvin inceliğinden ve zekâsından mahrum.
Yeri gelmişken, toplumsal ve siyasal eleştiriyi ince mizahla birleştiren en güzel örneklerden biri olan, Aziz Nesin, Sabahattin Ali ve Rıfat Ilgaz’ın birlikte çıkardıkları Marko Paşa gazetesini de bu cümleden olmak üzere saygı ve hasretle analım.
Evrensel'i Takip Et