Ne büyük isyandır bir gün de kendine gezmek
Gerçekten nedir kadın olmak? Nesrin kadın olamadığı için mi terk edilmiştir yoksa?

Hatice Ece SEVİL
Radyoda spikerin şen şakrak sesi: “Bir kadın, bir adamı hayatının erkeği yapmak için kaç dakikaya ihtiyaç duyar?” Reklamları bekleyip cevapları dinleyemedim. Kuşkusuz pek açıklayıcıydılar. Kafamda bambaşka bir karşı soruyla yürüyorum. Bırakın hayatının erkeğini seçebilmeyi, savrulup durduğu şu hayatta bir tek anı kendine saklayıp hakkıyla yaşayabilmek için bir kadın, kaç yüzyıllık bir mücadeleye gereksinim duyar?
En basit tanımla, ‘rutinin dışına çıkabilmek’ nelere bağlıdır bir düşünün. Zamana, maddiyata, enerjiye… En sorunsuz hayatlarda bile biraz değişikliğin bazı fedakarlıkları da beraberinde getirdiği olur. Herhangi birinden harcayacak kadar çoğuna sahipseniz ne mutlu size. Kadınsanız, yoksulsanız, azınlıktaysanız kolay gelsin. Tüm bunlara ek olarak fazlaca cesarete ihtiyacınız var demektir.
35. İstanbul Film Festivali’nin “Ulusal Yarışma” bölümünde “En İyi Film”, “En İyi Senaryo”, “En İyi Kadın Oyuncu” dallarında “Altın Lale” ödülü kazanan “Toz Bezi”, bu üç taraflı sıkışmışlık içinde kalan kadının yaşam döngüsüne odaklanıyor. Hem öyle odaklanıyor ki, bu (sinemada beklenenin tersi) aksiyondan uzak çıplak gerçeklik, zaman zaman izleyiciyi boğuyor, bunaltıyor...
Yönetmenliğini Ahu Öztürk’ün yaptığı, başrollerini Nazan Kesal ve Asiye Dinçsoy’un paylaştığı film, ağırlıklı olarak kadınlardan oluşan bir ekip tarafından yaratılmış ve yönetmenin ev işçiliği yapmış olan teyzesine ithaf edilmiş. Öztürk’ün bu yöndeki gözlemlerinden yola çıkarak senaryolaştırdığı hikaye, pek çok eleştirmenin “en”leri arasında iyi bir yer edinememiş olmalı ki gerek senaryo, gerekse yönetmeni olumsuz eleştirilerden nasibini almış.
DEĞİŞTİRMEYE ÇALIŞAN HEP KADINDIR
Öykü Maltepe’nin Gülsuyu mahallesinde geçer. Hayatlarını temizlik yaparak sürdürmeye çalışan Kürt kökenli Nesrin ve Hatun akraba mıdır, kardeş midir yoksa sadece komşu mu anlayamayız fakat hayatları birbirine göbekten bağlı gibidir. Akşama kadar başkalarının evinde ekmek peşinde koştuktan sonra bir bardak çay eşliğinde dertleşerek yüreklerinin tozunu atmaya çalışırken, Hatun Moda’dan ev alıp sınıf atlama hayalindedir, Nesrin ise sigortalı bir iş bulup hayatını düzene koyarak kendisini küçük kızıyla bırakıp giden kocanın bıraktığı açığı kapatmanın… Bu mücadele içinde pes edip intihara meylettiği de olur. Aynı yorgun günler birbirini izlerken ne dertlerine gömülmüş, hassas, gururlu Nesrin’in ne de ona göre daha kurnaz ve deneyimli olduğundan nispeten güçlü görünen Hatun’un hayatı en ufak bir değişikliğe uğrar. Şöyle bir umut ışığı beliren her sahnede hayat aynı hızla rutine döner. Ta ki Nesrin’in, Hatun’a darıldığı bir gün ortadan yok oluşuna dek…
Sahnelere baktığımızda, şartları zorlayan, pek çok kötü duruma dayanarak hayatı değiştirmeye, en azından belli bir dengede tutmaya çalışan hep kadındır. En berbat şartlarda bile konforu yaşamaktan vazgeçmeyen ise erkek. Ev işlerinde çalışan, üç gün iş bulsalar dört gün bulamayan Hatun ve Nesrin için hayat tam bir gerilimdir. Çalıştıkları evlerde rahat rahat yemek yiyememek, çocuk eşyalara zarar verecek diye tedirgin olmak, hatta ev sahibi hanımların gözüne girmek için etnik kökeni inkar etmek (Hatun’un ‘Ben Çerkezim’ demesi), diken üstünde, başkalarının beğenisine göre yaşamanın yansımalarıdır. Çok uzun tutulmamış dramatik sahnelere de yer verilir filmde. Nesrin’in ‘sigortalı iş görüşmesi’ için aldığı yeni ceket, Asmin’in, babasıyla yemek yiyip sohbet eden ev sahibinin oğluna imrenerek bakışı gibi… Akşam sohbetlerinde, evlerine işe gittikleri kadınlardan ‘kadın değil’ diyerek söz edip eğlenmeleri, öteki kadınlarla beraber kendilerini de ‘ti’ye alışları manidar. Gerçekten nedir kadın olmak? Nesrin kadın olamadığı için mi terk edilmiştir yoksa? Kadın kadının halinden anlar diyoruz da, zam istediği için çalışma günleri azaltılan Hatun’un, sigortalı iş vaadiyle oyalanıp umutları kırılan Nesrin’in patronları kadın değil midir? Ya Oktay ve Asmin’in ilgi eksikliği içinde şekillenen hayatlarında verdikleri tepkiler ve algılarına yansıyan dramatik gerçeklik? Bu sorgulamalar içinde kendi başına bir dram olan bu hayatların fazladan drama boğulmadan ele alınışı tam tadında olmuş dedirtiyor. Oyunculuklara diyecek yok.
EMEĞİN GÖRÜN(E)MEZLİĞİ
Film boyunca uzanıp rahatlatıverme ihtiyacı hissediyoruz bu rutin hayatları, kendi aklımızca. Oysa bunun o kadar da basit olmadığını bilmektir bizi asıl sıkan. Değiş(e)meyen hayatlardan değişik aksiyonlar beklemeden önce, kadının ‘toz bezi’ olmadığını algılayıp uyanmasını beklemek ya da en doğrusu desteklemektir bize düşen.
Küçük Asmin’in, oynadığı bir oyun sırasında sarf ettiği “Biz kaybolduk” cümlesinde saklıdır aslında, işçi kadının, annenin gerek evinde gerekse işinde verdiği emeğin görün(e)mezliği… Filmin sonunda Nesrin’in kızına sahip çıkan Hatun, önce Kürt olduğunu kabul eder ve dile getirir, sonra “Şööyle bi temizlemeyecek miyiz” diye soran Asmin’e “Bugün de kendimize gezelim kızım” diyerek mutluluk içinde düşer İstanbul sokaklarına. Ne büyük isyandır bir gün de kendine gezmek, işçi kadının dünyasında, ne büyük devrim… Nesrin’in yok oluşu Hatun’un kendini buluşu gibidir. Nesrin ise kaybolarak pes mi etmiştir yoksa isyan mı, işte orası tartışılır.
Evrensel'i Takip Et