Bir göç hikayesi
Bu savaşı biz istemedik. Bizim tek suçumuz komşularımız götürülürken sessiz kalmamız...
Fatma GÜRHAN
Suriye’deki savaştan kaçıp hayatlarını bir şekilde devam ettirmek isteyen birçok ailenin zorunlulukla sığındığı bir yer oldu Türkiye. Hiçbiri gönüllü gelmedi bu topraklara. Ülkelerindeki vahşet, tanık oldukları ne varsa göç yoluna mahkûm etti on binlerce insanı.
Bir aile düşünün gelecek kaygısı olmayan, evinde tenceresi kaynayan, mutlu, birbirine bağlı… Bir an geliyor ve 8 kişilik bu aile her şeylerini geride bırakıp yarını belirsiz bir yaşama doğru yollara düşüyor. Türkiye’ye sığınmak zorunda kalan Afrinli bir aileyle tanıştım ben de.
Suriye’nin Halep valiliğine bağlı Afrin ilçesinde yaşadıklarını, savaştan önce durumlarının çok iyi olduğunu, hayvancılıkla hayatlarını idame ettirdiklerini ve o zamana kadar hiçbir ciddi sıkıntılarının olmadığını anlatıyorlar.
ÇİRKİN İNSANLAR SİLAHLARIYLA GELDİLER
“Bir sabah silah seslerine uyandık” diyor evin büyük kızı, “Daha önce hiç görmediğimiz çirkin insanlar, silahlarıyla mahallede dolaşıp kapıları çalarak, birilerini arıyordu…” Birileri dediği; Kürtler, Ezidiler, Aleviler, Hıristiyanlar… Evlerden kadın ve çocukların ayrı, erkeklerin ayrı toplandığını anlatıyor. “Ailelerin birer birer parçalandığına şahit olduk. Yıllarca aynı mahalleyi paylaştığımız insanların götürüldüğünü gördük; bir daha da onlardan haber alamadık” diye ekliyor iç çekerek.
Aile bu acılara, bu vahşete, nereden geldiklerini bilmedikleri o çirkin adamlara en fazla bir ay dayanabilmiş. Sonra çoluk çocuk, abla kardeş, anne baba evlerini, komşularını, tüm hayatlarını geride bırakarak yola düşmüşler. Günlerce aç kalmışlar, saklanarak devam etmişler yola, daha güvenli bir yer bulma umuduyla… Yarı aç yarı tok, evden bir çorap bile almadan Türkiye sınırına ulaşmışlar. Sınırdan geçebilmek için de oldukça fazla beklemişler. Urfa’ya geldiklerinde devletin kamplarına sığınmışlar. Her şey geride kaldı derken vahşetin bir diğer yüzüyle Suruç’ta bulunan bu kamplarda karşılaşmışlar. Güvenlikçilerin tacizlerinden tutun da hakaretlerine kadar birçok çirkinliğe katlanmışlar. Evin ortanca kızı, kaldıkları kampın “yaşanamaz bir yer” olduğunu anlatıyor. Babalarıyla konuşup hep beraber İstanbul’a gelmeye karar veriyorlar. O kamptan ayrılmak isteyen herkes gibi onların da umudu İstanbul oluyor…
MAHALLELİNİN DAYANIŞMASI
Bir kez daha yeni bir yolculuk başlamış aile için. Urfa’dan çıktıklarında tüm çocukların gözlerinin içi parlıyormuş, yeniden umut yeşermiş hepsinin içinde. Otobüs mola verdiğinde dahi inmemişler araçtan, otobüs bizi bırakır da gidemeyiz korkusuyla. 18 saat sonrasında İstanbul’a ulaşmışlar. Sabahın ilk saatlerinde dahi kalabalık ve gürültülü gelmiş bu şehir aileye. O kadar insanı bir arada hiç görmemişler. Hal böyle olunca yine bir korku kaplamış içlerini.
‘Nereye gideriz, ne yaparız’ diye düşünürlerken daha önce İstanbul’a gelen tanıdıklarına ulaşmışlar. Bu tanıdıkları vasıtasıyla da Çekmeköy’e kadar varmış yolları. İlk olarak bu kişilerin yardımıyla Çekmeköy’de bir ev tutmuşlar. Yatak yok, tencere yok, hiçbir şey yok… Tek şükürleri sağ olmaları ve bir arada bulunmaları. Önce mahalleden yaşlı bir teyze gelmiş elinde yemeğiyle. Hallerini görünce ihtiyaçlarını karşılayacak ne varsa evinden toplayıp getirmiş. Sonra diğer mahalleliler de yardımlaşmış onlarla; kıyafetler, eşyalar, yiyecekler… Bu yardımlar sayesinde kendilerini toparlayabilmişler. Başkasından yardım almaya alışkın olmadıkları için biraz da utanmışlar bu durumdan. Komşularının da ev geçindiren insanlar olduğunu vurgulayan anne, kimine ikinci, kimine üçüncü boğaz olduklarını ekliyor.
Türkçe bilmedikleri için bir süre iş aramaya da çıkamamışlar. Sonrasında yavaş yavaş Türkçe öğrenerek iş aramaya başlamışlar. Suriye’deki yaşamlarında hayvancılıkla uğraştıkları, kendi işlerini yaptıkları için nerede, nasıl çalışırlar kestirememişler. Hiç tanımadıkları insanlardan sırf Suriyeli oldukları, savaş mağduru oldukları için türlü hakaret işitmişler. Yaşam savaşının son noktasına ulaştıklarında iş bulma konusunda yine komşuları yardımcı olmuş.
ARTIK BARIŞ GELMELİ
Komşuları aracılığıyla Çekmeköy’de bir tekstil firmasında çalışmaya başlamışlar. Önceden tekstil dahil hiçbir işte çalışmadıkları için bu süreç onlar için oldukça zorlu geçmiş. Atölyede başlarda yadırganmışlar, sonra sonra kaynaşmaya başlamışlar. Fakat patron hiçbir zaman diğer işçiler gibi davranmamış onlara. Ücretleri her zaman az olmuş. Bazen paralarını alamamışlar ama işten olmamak için bu duruma ses çıkaramamışlar.
Kendi topraklarındaki savaşı en derinden yaşayan aile, burada kurmaya çalıştıkları düzenin bozulmaması için var güçleriyle tutunmaya çalışıyor hayata. Anneleri, bu savaşı başlatanın kendileri olmadığını dile getirerek, şöyle diyor: “Bizim tek suçumuz komşularımız götürülürken sessiz kalmamız. Öylece baktık, sonrasını düşünmeden, bu savaş bize dokunmadan geçer, gider ve biter dedik. Ama öyle olmadı, bize dokundu ve geçmedi… Evimize, yurdumuza geri dönmek ve kendi topraklarımızda ölmek istiyoruz. Bu topraklara artık barış gelmeli. Akan kanın durması, durdurulması gerekiyor. Bu topraklara barış gelecekse insanların birlikteliğiyle gelecek. Yoksa devletlerin getireceği barış hiçbir zaman gerçek barış olmayacak…”