07 Mayıs 2016 12:43

Daha çok var mı karanlığın son bulmasına?

İnsanca yaşamak için umudu bırakmayan kadınların birlikte uyanacakları aydınlık sabahın mutluluğu üzerinizde olsun...

Paylaş

İnsan en çok bilmediği şeyden korkar... İnsan en az bilmediği şeyle başa çıkabilir.  Bilmediğini çözemez, çözemediğine çare bulamaz, çare bulamadığınla yaşayamazsın. Karşında iki seçenek vardır; ya sineceksindir ya da bileceksindir. 

Sinmek, insanın var oluşuna aykırı bir şey. Çünkü eğer sinmek insanın doğasında olsaydı, o zaman milyonlarca yıl öncesinde elinde insan yaşamını sürdürecek hiçbir alet edevat olmayan, yağan yağmuru, doğan güneşi, elindeki yiyeceğin kırıntısından yeniden yeşeren tohumu, o tohumun nasıl çoğaltılacağını, çoğalttığını nasıl başka bir şeye dönüştüreceğini bilemeyen, üretemeyen insan, soyunu bugüne ulaştıramazdı. İnsan, bilemediklerini korkunç güçlerle, putlarla, tapınaklarla açıklamaya devam etseydi eğer, boş inanç ve hurafelerin karanlığına baş eğseydi, her bilme çabası bu boş inanç ve hurafelerin yaydığı korkuyla güçlenenlerce engellenirken baş eğseydi... Bugün siz, biz, hepimiz hiç var olamayacaktık. 
Bilme çabasının, bilginin, sorgulamanın, nedenlere niçinlere cevap vermenin insanın var oluşuna dair olması bundan... 
Doğanın, toplumun hareket ve gelişme yasalarının bilinmesi için verilen çaba bugünü doğurdu. İnsan, ne kadar bilirse o kadar kendine güvenli ve yetkin oldu. 
İnsanın ilk çağlardan bugüne bu “bilme” serüveninde kadınların emeğinin payı büyük. Kadınlar toprağı yeşertmenin, ateşi yakarak doymanın, korunmanın ve üretmenin, ürettiğiyle değiş-tokuş yaparak insanlık birikimini paylaşmanın bilgisine sahip oldukları için eşitliğin ve hatta üstünlüğün tadına varıyorlardı. Kadınların elinden hayatın bilgisi alındığında, kadınlar üretimin dışına itildiğinde eşitlik de ellerinden alınmış oldu. Kapitalizmin şafağında, üretime yeniden çekilerek hayatın bilgisine yeniden sahip olma olanağına kavuşan kadınların, eğitimde, toplumsal ve siyasal yaşamda eşit haklarla yer almayı; kendi bedeni, emeği ve ilişkileri üzerinde söz ve karar sahibi olmayı talep etmesi de bir tesadüf değildi.
Bugün, insanlığın en ileri çağında olduğumuzun vaaz edildiği günümüzde kadınlar, insanlığın en geri çağının karanlığına yeniden hapsedilmek isteniyor. Kadınların eşitlik talebi, toplum içerisinde her türlü görev ve hak talebi, boş inanç ve hurafelerin karanlığında yok edilmeye çalışılıyor. 
“Analığı koruma” kisvesi altında kölelik yasalarının geçtiği Meclis, “teröre son” kisvesi altında milyonlarca insanın iradesini temsil eden vekilleri giyotine gönderme hesabını yapıyor. “İlim, irfan sahibi nesil yetiştirme” kisvesi altında en gerici eğitim sistemini hayata geçiren iktidar, bu eğitim sistemi içinde yoksulların çocuklarına ucuz işçi olmaktan başka bir şans tanımamanın hesabını yapıyor. “Ekonomiyi şahlandırıyoruz” kisvesi altında patronlara her türlü teşviki işçinin kesesinden veren iktidar, insanca yaşanacak bir ücret için talepte bulunan işçiye “uzlaşı ve diyalogla her şey çözülür” diyerek kölelikle uzlaşma çağrısı yapıyor. Kadınları “bilmeyen, bilmesi gerekmeyen”ler olarak toplumun en geri kalmış kesimi haline getirmeye çalışanlar, yarattıkları bu karanlık tabloda kadınları hayatının iplerinin kimin elinde olduğunu bilmeden yaşamak zorunda bırakıyorlar. 
Hayatımızın iplerini kimsenin eline vermek zorunda değiliz! Bir bilinemezlik içinde yapayalnız kalıp, yükselen o yalnızlık duvarları arasında güneşi göremeden yaşamak zorunda değiliz. Bizi canlı, bizi heyecanlı, bizi üretken, bizi özgüvenli kılacak yaşam bilgisinden uzaklaştırıldığımız her an “zorundalığımız” boynumuza pranga oluyor. 
Oysa tek bir “zorundalık” vardır insanlık tarihinde, zorun hükmünün bir yere kadar sürmesi zorundalığı... İnsanlığın birikimi ve o birikime kadınların canlarıyla, alınterleriyle kattıkları gösteriyor ki hayatı bir karanlığa mahkûm etmeye çalışanların prangası bir yerde kırılır. 
Peki, ama ne zaman? Daha çok var mı karanlığın son bulmasına?
Ekmek ve Gül’ün elinizdeki sayısındaki her bir yazı, içine itildiğimiz karanlığın duvarlarını yükselten korku tuğlalarını tarif ediyor. Bir yandan da bu duvarda nasıl gedikler açabileceğimizin cevabını veriyor kadınlar. Cevaplar, tek tek ve hep birlikte tabi tutulduğumuz zorlu bir sınavı nasıl geçeceğimizi ortaya koyuyor.  
Kadınlara, nerede ne zaman bir zorlukla karşılaşsalar “direnç doğurmayı” salık veren Sennur Sezer versin yanıtların en sadesini.  

“Bırakma yaşamayı, bırakma umudu
Daha çok yok sabaha
...
Kim duyar sesini haykırsan
Gücünü tüketme
Dayan bir sınav bu 
G ü l ü m s e”

İnsanca yaşamak için umudu bırakmayan kadınların birlikte uyanacakları aydınlık sabahın mutluluğu üzerinizde olsun. 

ekmek ve gül

ÖNCEKİ HABER

‘Cennet Yolu’ süsüyle doğa katliamı

SONRAKİ HABER

Adana’dan dokunulmazlıkların kaldırılmasına tepki

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa