08 Mayıs 2016 03:34

Faşizm yenilmez değildir

Faşizmi kapitalizmden bağımsız düşünmek; faşizme karşı mücadele edenler için büyük yanılgı demekti. SSCB başından beri bu gerçeğin farkındaydı.

Paylaş

Ercüment AKDENİZ

Her 8 Mayıs bizi faşizmin yenildiği o muzaffer güne götürüyor; General Wilhelm Keitel’in nihayet Almanya’nın kayıtsız şartsız teslim olduğu anlaşmayı imzaladığı o güne...
Sonrasında faşizm yargılamaları başladı. Dünyanın gözleri uzunca bir süre Nürnberg Mahkemeleri’nin üzerinde olacaktı. Adaletin terazisinden kaçanlar (ya da bir şekilde kaçırılanlar) da olacaktı elbette.
Geçtiğimiz günlerde haber bültenleri ilginç bir bilgi geçti. Haber, yargılayanların ve yargılananların öyküsünün bitmediğini söylüyordu.    

95’LİK YÜZLEŞME

Auschwitz toplama kampında gardiyanlık yapmış olan Reinhold Hanning daha fazla dayanamadı ve 94 yaşında nihayet konuştu. Hanning, Auschwitz’te o dönem; çalışmaya ya da öldürülmeye götürülen mahkumların seçimini gözetlemekle sorumluydu.
Hanning’in konuşmasına vesile olan kişi ise 95 yaşında ve hâlâ yaşayan bir Nazi kurbanıydı. Koluna nakşedilmiş kamp numarasını gösteren kurbanın adı Leon Schwarzbaum’du.  Auschwitz’ten kurtulan ve davanın müştekileri arasında yer alan Schwarzbaum, Hanning’in özrünü kabul ettiğini ancak onu affedemeyeceğini söyledi. Zira sadece Schwarzbaum’un ailesinden 35 kişi Yahudi Soykırımı sırasında katledilmişti.

SCHINDLER’İN TENCERELERİ

Peki, Hanning gibi gözetmenler, kamplara doldurulan insanların başına neden dikildiler? Bu sorunun cevabı Auschwitz’in kapısına asılan o meşhur yazıda saklıydı; “Çalışmak özgürleştirir...”
Nazi toplama kampları temel olarak iki işlev görüyordu; kitleleri kölece çalıştırmak ve toplu olarak yok etmek! Kıta Avrupası’nda faşizm, kapitalizmin genel bunalımını işte böylesi iğrenç metotlarla aşmaya çalışıyordu!  
Spielberg’ün “Schindler’in Listesi” filmi 1993 yılında yayınlandığında adından çokça söz ettirdi. İzleyiciler Alman iş adamı Schindler’in Yahudi işçileri kendi maiyeti altına alarak kıyımdan nasıl kurtardığını gözyaşları içinde izliyordu. Schindler’in aryanlaştırma politikasına yaslanarak Yahudilerin fabrikalarına, mallarına nasıl el koyduğuna ise hiç değinilmiyordu. Aynı şekilde onun Nazi partisine üye olması ve Almanlar adına casusluk faaliyeti yürütmesi de ekrana gelmeyecekti.
Yazımızın gidişatı açısından bizi esas ilgilendiren nokta Schindler’e çalışan işçilerin nasıl bir değer ürettiği; başka bir ifadeyle fabrikasından çıkan tencerelerin Schindler’e nasıl bir zenginlik sağladığıdır.
Nazilerin kamplarda öncelikle hasta, yaşlı ve çocukları öldürdüğünü biliyoruz. Çünkü onlar “özgürleşecek çalışma gücüne” sahip değillerdi. Ama Schindler, çocukları fırınlarda yakılmaktan kurtarmanın bir yolunu bulmuştu! Çünkü onların küçük parmakları kadar mermilere seri barut dolduracak başkaca bir emek gücü yoktu!
Hanningler’in gözetlediği kamplarda Schindler’ler, emaye-eşya üretiminden silah sanayisine işte böyle geçmişti.
Varın Schindler’lerin tencerelerinin yanına siz Tysenn ve Crupp firmalarının savaş makinelerini ekleyin...  

BİR PARTİ KONGRESİNDE...

“Faşizm, finans-kapitalin en gerici, en şoven ve en emperyalist unsurlarının açık terörcü diktatörlüğüdür” diyordu Bulgar komünist Dimitrov. Yani faşizmi kapitalizmden bağımsız düşünmek; faşizme karşı mücadele edenler için büyük yanılgı demekti.  
SSCB (Bolşevik) Partisi başından beri bu gerçeğin farkındaydı ve faşizme karşı mücadeleyi bu eksende ele alıyordu. Merkez Komite, 10 Mart 1939’da toplanan 18. Kongreye çok önemli bir rapor sundu. Kanımca 8 Mayıs 1945 zaferinin ilk yapı taşları o kongrede atılmıştı.
Partinin 17. kongresi ile 18. kongresi arasında 5 yıllık bir zaman geçmişti. Merkez Komite bu dönemi kapitalizm açısından hem iktisadi hem de siyasi kargaşalıklar dönemi olarak tahlil ediyordu. Kapitalizmin 1929 bunalımı 1933’e kadar sürmüş; sonrasında bu bunalım yerini durgunluğa bırakmıştı. Ama gidişat kapitalizm açısından bir gönence dönüşmemişti. Buna karşılık sosyalist cumhuriyette üretim ve kalkınma verileri tavan yapmıştı. Ve nihayet bunalım 1937’de kapitalist ülkelere geri dönmüştü. Bolşevik parti, kapitalizmin, genel bunalımdan çıkmak için bu kez savaşa ve faşizme koştuğunu söylüyordu:
“Sezdirmeden halkların içine sokuşturuluvermiş bulunan savaş, böylece 500 milyondan çok insanı yörüngesine çekmiş ve etki alanını Tientsin, Şanghay ve Kanton’dan başlayıp Habeşiştan’dan geçerek Cebelitarık’a kadar yaymıştı..”

‘BİR VURUŞA KARŞILIK İKİ VURUŞ’

İngiltere, Fransa ve ABD’nin Hitler faşizminin yükselişine seyirci kalması ve “tarafsız”lık adına savaşa karışmama siyaseti izlemesi devrim korkusuna işaretti.
“...Her ülke kendini saldırganlara karşı istediği ve savunabildiği gibi savunsun, bu bizi ırgalamaz; biz hem saldırganlarla, hem de onların kurbanları ile ticaret yapacağız”!
Gülüşmeler ve alkışlar arasında Stalin, emperyalist ülkelerin niyetini bu nükteli sözlerle eleştiriyordu.
Hitler ordularına “karışmama siyaseti” dünya savaşına kapı açmak demekti. Buna karşılık Bolşevik parti faşizm ve savaş karşısındaki prensiplerini şöyle belirlemişti:
“Biz barıştan ve bütün ülkelerle iç ilişkilerimizin sağlamlaştılmasından yanayız...”
“ Biz saldırganların gözdağlarından korkmuyor ve Sovyet sınırlarını çiğnemeye çalışan savaş körükleyicilerinin bir vuruşuna karşılık iki vuruşla yanıt vermeye hazır bulunuyoruz.”
Sonuçta faşizmin her bir vuruşuna iki vuruşla yanıt vermek için 20 milyon Sovyet insanı canını vermiştir. Hiç yenilmezmiş gibi görünen faşizm bolşevik prensipler ve ona sıkıca bağlanmış kahramanlık destanıyla yenilmiştir.

ÖNCEKİ HABER

Gazete sayfalarında, ‘kötü haberler’ cehenneminde

SONRAKİ HABER

Umudum Goncasına, Gülhan’a..

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa