Kızıl Orkestra: Zaferi besteleyenler
Savaş cephesinin kritik belirleyenlerinden biri düşmandan daha fazlasını bilmektir. 2. Dünya Savaşı sırasında Kızıl Orkestra bunu sağladı.
Mithat Fabian SÖZMEN
Savaş hiçbir zaman sadece savaş sahasında sürüp gitmez. Sonucu belirleyen sahaysa da sahayı belirleyen teknolojik üstünlük, istihbarat gücü, akıllı strateji ve motivasyon yüzlerce, binlerce kilometre geride belirlenir.
20. yüzyılın sıcak ve soğuk savaşları aynı zamanda amansız istihbarat savaşlarıdır. İngiliz matematikçi Alan Turing’in Nazi savaş makinesinin motoru Enigma’yı çözme sürecini anlatan 2014 yapımı ‘The Imitation Game’in başlangıcında dahimiz, kendisini sorgulayan polis memuruna kimin daha güçlü olduğuna dair bir özet geçer: “Senin oturduğun yer ve benim oturduğum yeri hesaba katarak kontrolün sende olduğunu düşünüyorsun. Ama yanılıyorsun. Kontrol bende çünkü senin bilmediğin şeyleri biliyorum.”
En basit şekilde söylemek gerekirse mevzu bundan ibarettir. Yeterince istihbaratınız varsa, yeterince biliyorsanız en güçlü ve acımasız düşmanı bile alt edebilirsiniz. Mesele bu bilgiye erişmektir ve insanlık her zaman dahilere bel bağlayamaz.
2. Dünya Savaşı sırasında henüz Nazi-Sovyet saldırmazlık paktı yürürlükteyken ‘Büyük şef’ Leopold Trepper ve ekibinin Berlin-Paris hattından Moskova’ya aktardığı “işgal” istihbaratı ciddiye alınsaydı, 22 Haziran 1941’de başlatılan Barbarossa Harekatı, Sovyetler için çok daha az kayıpla atlatılabilirdi.
Neyse ki müthiş bir direnişin yanı sıra çetin kış koşulları ve Japonya’nın uzak doğu cephesini açmaması Moskova’nın düşmesini önledi. Bir başka açıdan da Batı Avrupa ve Almanya’nın kalbinde, Gestapo’nun ‘Kızıl Orkestra’ dediği direnişçi istihbaratçıların önemi anlaşıldı. Gelecekte bunu telafi etme imkanı doğacaktı. Ve bu telafi az buz değil, insanlığın kaderinin değişmesi demekti.
FAŞİZMİN BAĞRINDA KOMÜNİST ‘AJAN’LAR
Bir düşmana verilebilecek en güzel isimle ‘Kızıl Orkestra’yı oluşturan farklı grupların temelleri Adolf Hitler’in iktidara geldiği 1933 sonrası, henüz savaş daha yokken atıldı. Nazizmin Almanya’daki muhalifleri, ordu mensubu Harro Schulze-Boysen ve Arvid Harnack gibi isimlerin öncülüğünde rejimin işlediği suçları ortaya çıkarmayı hedefleyen çalışmalara başladı. Bu gruplar, Nazi devlet aygıtının üst tabakalarında gizli faaliyet yürüterek savaş öncesinden önemli askeri ve ekonomik bilgileri açığa çıkarttı. Savaşın ilk dönemlerinde Kızıl Ordu’yu bilgilendirdi.
Gilles Perrault’nun meşhur ‘Kızıl Orkestra’ kitabında anlatılır, Alman gizli servis argosunda “şebeke”nin patronu orkestra şefidir. Radyo vericisine “müzik kutusu” ya da “piyano” denir, kahramanlarımız da “piyanist”ler, “çalgıcı”lardır. Savaşın başlarında Nazileri epey uğraştıran şifreli mesajları Moskova’ya bu orkestranın üyeleri yazmıştır.
1933-39 arası Almanya’daki antifaşistlerin, komünistlerin, işçilerin kelle koltukta müthiş bir gizlilikle yürüttüğü mücadele, savaşın başlamasıyla Nazi işgali altında kalan diğer Avrupa ülkelerine yayıldı. Fransa, Belçika, Hollanda, İsviçre gibi ülkelerde yeni şebekeler oluşturuldu. 1941-1943 arası hayati işlev gören bu grupların neferleri canları pahasına savaşın kaderini değiştirdi.
Bir Alman generalinin itiraf ettiği üzere 200 bin Alman askerinin ölümüne neden olan ‘Kızıl Orkestra’nın, yüzlerce üyesi tutuklandı, işkenceden geçirildi ve kurşuna dizildi. Pek çoğu ırkçılığa, faşizme, antisemitizme karşı bir araya gelmiş alelade insanlardan oluşuyordu. Çoğu casus değildi, eğitim bile almamışlardı ve korkusuzca ölüme gittiler. İdamından önce babasına “Metin olun; nasıl sınıflar mücadelesinin bir savaşçısı olarak yaşadıysam, öyle de öleceğim…” diyerek başlayan o tanıdık mektubu yazan Alman komünist militan Walter Hussemann gibi.
HİTLER’İ ÇILDIRTAN KIZIL TELSİZLER
Hitler, “Bolşevikler bizden bir alanda üstünler, casuslukta” diyerek Gestapo(Nazi gizli polisi) ve Abwehr’e(Nazilerin askeri istihbarat teşkilatı) Kızıl Orkestra’ya karşı daha etkin bir mücadele yürütülmesi emrini verdi. 1942’nin başlarında ‘Kızıl Orkestra Komandosu’ kuruldu.
Brüksel’deki piyanistlere yönelik ilk başarılı operasyonla açığa çıkartılanlar Nazilerin canını daha da sıkacak cinstendi. Yanı başlarındaki, Berlin’deki gizli telsizlerin varlığı, Kızıl Orkestra’dan Rita Arnould’un aktarımıyla “Hitler’in içini karartıyordu.” Gilles Perrault, kitabında durumu şöyle özetliyor: “Politik, ekonomik ve askeri olarak hiçbir şey yoktu ki Rusya tarafından ayrıntılarıyla bilinmemiş olsun. Tüm zamanların en dehşetengiz polis devleti, Moskova’nın gözünde camdan yapılmış bir ev gibiydi.”
Bu gerçekle yüzleşmenin dehşetengiz polis devletinin mimarlarını ne kadar korkuttuğunu söylemeye gerek yok. Barbarossa Harekatı’ndan önce işgalin başlayacağını Moskova’ya bildiren piyanistler, son çarpışması Stalingrad’da verilecek olan Mavi Harekat’ı(28 Haziran 1942’de başladı) da 12 Aralık 1941’de Sovyetlere bildirmişti.
Sovyetler her şeyi biliyordu! Berlin’den, Brüksel’den, Paris’ten ulaştırılan mesajlarda Nazilerin ne kadar uçak ve tank yaptığından savaştaki kayıplarına ve hatta Kafkaslara düzenlenecek saldırının planlarına kadar her şey vardı. Wehrmacht(Nazi ordusu) birlikleri Mavi Harekat için yeni ilerlemeye başlamıştı ancak “düşman” henüz belirleyici savaş için yüz yüze gelmedikleri bu ölüm makinelerini donuna kadar tanıyordu! Kızıl Orkestra Komandosu, duruma dair Berlin’i uyarsa da, ana karargah gerçeği kabul etmeyi bir süre reddetti. Nihayet Mareşal Keitel, belgeleri ilk elden görünce beyninden vurulmuşa döndü.
KOMÜNİST AJANLAR NAZİ ORDUSUNUN EN TEPESİNDE!
Oysaki Hitler, Sovyetlere karşı tek handikapının ‘casusluk’ olduğu düşüncesiyle 1942 yazına kendince temkinli hazırlanmıştı. Yazılı buyruk yasaklanmış, yönergeler komutanlara ağızdan bildirilmişti. Sızıntının kaynağının Luftwaffe’de(Nazi Hava Kuvvetleri) üst düzey bir makam olduğu gerçeği hayal kırıklığını daha da büyütüyordu. Keitel, Mavi Harekat’ın ertelenmesini savunsa da Hitler ve diğer komutanlar bunu kabul etmedi. Hitler’in Sovyet petrollerine bir an önce el koyması gerekiyordu. Aksi savaşın bitmesi anlamına gelecekti ve Wehrmacht’ın “çıplak” halde de olsa harekata başlamasına karar verildi.
Saldırıdan önceki gece Sovyet hoparlörleri, Nazi birliklerine seslendi: “Yarın şafak vakti Oskol’u aşacağınızı biliyoruz. Önünüzde hiçbir şey bulamayacaksınız. Biz seçeceğimiz yere göre ve istediğimiz zaman karşı saldırıya geçeceğiz. Rusya’ya yapacağınız yolculuktan dolayı hoşnut kalmayacaksınız…”
Çokbilmiş düşmanın bu meydan okuması, Wehrmacht birliklerinin moralini bozdu. Savaşın başından beri ilk kez Naziler, savaş manevralarının arka arkaya boşa çıkarıldığını gördü.
Bu korkunç savaş elbette sadece Stalin’in Hitler’in savaş haritasına onun omzunun üzerinden bakmasıyla kazanılmadı. Bizzat ‘Büyük Şef’in dediği gibi “Hiçbir savaş bir istihbarat şebekesi tarafından kazanılmamıştır. Savaşlar savaş alanında ölünerek kazanılır. Savaşta ölmeyi kabul eden ve Stalingrad’ı kurtaran askerler oldu. Ve başka hiç kimse değil.”
NAZİLER SAVAŞI KAYBETTİ AMA ‘MÜZİSYENLERİ’ KATLETTİ
Trepper’in bu cümlesi yanlış olmamakla birlikte komünist alçak gönüllülüğünü de içeriyor. Savaşın seyri ve Kızıl Orkestra’nın hareketliliğinin gösterdiği benzerlik çarpıcıdır. Piyanistler, Nazilerin zirveye çıktığı 1942’ye kadar hayati bilgileri ele geçirdiler ve 1942 yazı ve sonrasındaki çöküşte bu bilgiler önemli rol oynadı. Kasım 1942’de Kızıl Ordu, Uranüs Operasyonu’yla Wehrmacht’ın yenilgisini hazırlarken “cephe gerisi”ndeki piyanistler iyice sessizleşmişti.
Nazilerin savaş sahasındaki önlenemez düşüşünü başlatan olağanüstü şebeke, düşmanın kalbinde konuşlanmış olmasa bu başarıları elde edemezdi. Ne yazık ki pek çok üyesinin sonunu getiren de bu oldu. Nihayet savaşın kaderi belirginleştiğinde Nazilerin elinden tek gelen müzisyenleri öldürmekti. Kızıl Ordu’nun Berlin’e ilerlediğini gören orkestra mensupları ölüme gönül rahatlığı içinde gitti, Schulze-Boysen de onlardan biriydi.
Mavi Harekat’a dair bilgilerin Luftwaffe’den sızdırıldığı ortaya çıktığında, söz konusu bilgilere haiz olabilecek yalnızca 3 hava subayı bulunduğu da biliniyordu. Harro Schulze-Boysen’in etrafındaki çember epey dardı.
DEVLETİNİN HAKSIZ SAVAŞINA KARŞI ÇIKABİLMEK
Schulze-Boysen’in önemi yalnızca Nazi sisteminin tepesinde yer almasıyla sınırlı değildir. Vatandaşı bulundukları devletin korkunçluğuna karşı mücadeleye girişen binlerce sıradan insanın gücüyle hareket eden bu asker, Perrault’nun “1941 yılının o unutulmaz gecesi” diye nitelediği tarihi propaganda harekatını da yürütmüştür. Söz konusu gece, Nazilerin Propaganda Bakanı Goebbels’in, Sovyet halklarının yoksulluğunu anlatmak için açtığı “Sovyet Cenneti” sergisine karşı onlarca kişiyle sokaklara dağıldılar ve ertesi sabah Berlinliler “Nazi cenneti: Savaş-Açlık-Yalan-Gestapo-Ne zamana kadar sürecek” afişlerini okudu. Schulze-Boysen operasyona yanındaki askerlerle bizzat katıldı ve afişçileri silahlarla korudu.
Yine Almanya içerisinde yerli-yabancı işçilere seslenen İç Cephe gazetesinin, Nazi düşüncesine karşı olsa da devlet kademesinde görev alan memurlara seslenen binlerce bildirinin, son anda engellenen büyük sabotaj planlarının arkasında Schulze-Boysen aktif olarak yer aldı. Komünizme karşı olsa da en gizli planların elde edilmesinde rol oynayan Luftwaffe binbaşı Albay Gehrts’i örgütleyen de oydu.
Kızıl Orkestra’nın Berlin şebekesinin lideri Harro Schulze-Boysen 22 Aralık 1942’de idam edildi. Schulze-Boysen, anne ve babasına yazdığı son mektubunda “Günümüzde yeryüzünde olanlara bakılırsa bir insanın sönüp gitmesi çok şey sayılmaz” demişti. Almanya’nın kalbinde Nazilere karşı direniş örgütleri kurarak faşizmi içeriden çökerten binlerce “sıradan” insan bu bilinçle mücadele etmemiş olsa kuşkusuz ne Hitler’in ödünü kopartan “Sovyet casusluk şebekeleri” oluşturulabilir ne de Nazi savaş makinesi alt edilebilirdi.
ÜSTÜNLÜĞÜN SIRRI: SIRADAN İNSANLARI TARİHYAPICILARINA ÇEVİRMEK
Hitler pek çok konuda olduğu gibi Bolşeviklerin kendilerinden yalnızca casusluk alanında ileride olduğunu söylerken de yanılıyordu. Sıradan insanları tarih yapıcılarına çevirmekteydi üstünlüğün sırrı. Sovyetler hesabına “Dehşetengiz polis devleti”ni kalbinden hançerleyenler Alan Turing gibi dehalar, James Bond misali süper casuslar değildi. İşçiler, komünistler, antifaşistler düşmanın gözünde birer piyaniste bürünerek Berlin ve işgal altındaki başkentleri cephe gerisi olmaktan çıkardı. “Nazilerin top atışlarıyla sağırlaşan Moskova’ya umudun sesini taşıyarak” 8 Mayıs 1945’te prömiyerini yapan zaferin senfonisini bestelediler. Kendileri dinleyemeseler de…
*Evrensel Kültür’ün Mayıs 2015 sayısında yayımlanmıştır.