08 Mayıs 2016 02:46

Gezmek saygı duymayı öğretiyor

Ali Eriç, İstanbul’dan yola çıktı ve 131 bin 969 kilometre yol kat ederek başladığı noktaya geri döndü. Yolculuğunda yaşadıklarını kitaplaştırdı.

Paylaş

Devrim ACAROĞLU

Kaçırdığı hayatı yeniden yakalamaya ve bir gezgin olmaya karar veren Ali Eriç, kendisi için özel olarak hazırlanan, Lando ismini verdiği arabasıyla İstanbul’dan yola çıkar, sürekli doğuya giderek 131 bin 969 kilometrelik bir yolun sonunda, tam 3 yıl 1 ay 10 günde yeniden İstanbul’a ulaşır.

Türk plakalı bir araçla yapılan ilk dünya seyahatini gerçekleştiren gezgin, Patagonya’nın en güneyinden Sibirya’nın en doğusuna, Alaska’nın en kuzeyinden Kuzey Amerika’nın en batısına, Afrika’nın dibine uzanan bu eşsiz seyahati boyunca yazdığı günlükleri “İstanbul’dan İstanbul’a Bir Dünya Seyahati” adlı kitabında derledi. Kitaptan elde edilecek gelirin tamamı Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı’na (TEGV) bağışlanacak.

Orta Asya’dan at sırtında gelen adamların torunları gezme işine neden bu kadar uzak acaba? Neden gezme kültürü bu kadar zayıf sizce?
Herhalde, diyorum, at sırtında o kadar yolu teptikten sonra öyle yorulmuşuz ki, o gün bugündür dinleniyoruz. Şaka bir yana, evet, gezmeyi sevmeyen, dahası bilmeyen bir toplumuz. Nedenini çok düşündüm aslında. Göçebe bir toplumuz ama bu göçebelik toplu olarak yapılıyor, malûm. Gezmek ise tekil, hadi en fazla birkaç kişi yapılan bir faaliyet. Toplum böyle tek başına ya da az kişi hareket etmeye alışık değil herhalde. Yani, ya topluca hareket edilecek ya da topluca durulacak. Göçerlik bittiğine göre, şimdi topluca durmayı yaşıyoruz. Sonuçta bu da gezme kültürü zafiyeti getiriyor.

Bu zayıflığı parasızlığa bağlamak doğru olur mu?
Bence doğru olmaz. Gezmek için mutlaka paralı olmak gerekmiyor. Çok düşük bütçelerle de gezilebilir. Tabii eğer “gezmek” derken mutlaka uçakla gidip, beş yıldızlı otellerde konaklamayı, lüks restoranlarda yemek yemeyi anlamıyorsak… Onları zaten benim anladığım anlamda “gezmek” kategorisine sokmuyorum. Paket turlarla yapılanları da… Benim anladığım anlamda gezmek ya da gezgin olmak, gidilen ülkenin sosyal yaşamına entegre olmak; dolayısıyla oradaki halkla, günlük yaşantıyla bütünleşmek demek. Bunun için de daha basit, tercihan aile yanı pansiyonlarda kalmak -ne bileyim- yerel otobüsleriyle seyahat etmek, dolmuşuna binmek, pazarından alış-veriş etmek gerek. Kırsaldaysanız, çadırda yatıp, yemeğinizi kendiniz yapıp pekala bütçeyi düşürebilirsiniz. Gençler için ucuz ulaşım seçenekleri de var. Hatta otostopla gezmek de bir başka ulaşım yöntemi, üstelik bedava. Keza bisikletle seyahat etmek… Bir başka bedava seyahat yöntemi. Üstelik kimi zaman çok da keyifli. Diyeceğim, gezmek ille cüzdanınızın sağlam olmasını gerektirmiyor. Ben gezerken birçok yabancı gençle tanıştım; son derece düşük bütçelere talim ediyorlardı, günde 5-10 dolar civarında…
Gittikleri kimi yerlerde basit işler bulup çalışarak biraz para biriktirip sonra yine yollarına devam edenler de var. Üstelik bunu yapanlar yalnızca gençler de değil.

GİDEREK GEZMEYİ ÖĞRENİYORUZ

Bizde gezmekten çok tatil hedefte galiba... Yani “dinlenme” denen şey akla geliyor önce. Oysa gezmek “yorucu” bir süreç aslında. Araştırmak, planlamak, yürümek, güneşte kavrulmak, yağmurda ıslanmak, sürprizlere açık olmak, hayal kırıklıkları, belirsizlikler falan bekliyor sizi. 5 yıldızlı otel, kaplıca, mangal gibi güvenli sular değil. Herkese bir ay tatil ve para verilse insanımız yollara mı düşer yoksa yüzyılın rezervasyon trafiği mi yaşanır?
Genellikle insanların kendilerine güvenli bir tatil programı yapabilmek için rezervasyon mecralarına saldıracağından eminim. Ama son zamanlarda sevinerek gözlüyorum ki, özellikle gençlerimizde gerçek gezginliğe merak, sırt çantasını yüklenip yollara dökülmeye eğilim artmaya başladı. Bu tabii ülkedeki ya da gözde tatil diyarlarındaki beş yıldızlı otellerin işsiz kalacağı anlamına gelmiyor. Ama giderek gezmeyi öğreniyoruz galiba.

Türkiye’den uzaklaştıkça Türkiye hakkındaki fikirlerinizin ağırlık noktalarında değişim oluyor mu? Yaklaşırken içinizde hangi duygular ağırlık kazanıyor. “Yola çıkan başka bir adamdı, dönen başka bir adam oldu” diyor musunuz?
Yeni ve farklı kültürlerle içli-dışlı olmaya başlayınca, kendinizi, ait olduğunuz toplumu ve kültürünü analiz etmeye başlıyorsunuz. Eleştiriyorsunuz da haliyle. Yola çıkanla dönen arasında farklılıklar oluyor tabii. Özellikle gezginliğinizin ilk yıllarında… Farklı kültürlerden insanlarla tanışıyor, konuşuyor, iletişim kuruyorsunuz. Onları anlamaya çalışıyorsunuz; anlamak zorundasınız. Buradan karşınızdakini anlamak için gayret sarf etmek dersini öğreniyorsunuz. Yani dinlemeyi öğreniyorsunuz. Gittiğiniz toplumun, ülkenin misafirisiniz; buradan da o insanlara, fikirlerine, görüşlerine saygı duyma dersi çıkarıyorsunuz. Yani sonuçta karşınızdakini dinlemeyi, anlamaya çalışmayı ve fikirlerine saygı duymayı öğreniyorsunuz. İşte seyahat etmenin en büyük katkısı bu insana.

Gezinizin en heyecanlandırıcı ve ama aynı zamanda tedirgin edici yanı yalnız oluşunuz. Neden bunu tercih ettiniz? Yalnız olmanın avantajları ve dezavantajları neler oldu?
Ben yalnızlığı seven bir insanım. Yalnız yaşamak değil ama yalnız gezmeyi… Bir de, yaptığım seyahat uzun, yorucu, meşakkatli bir iş. Böyle birkaç yıl süren uzun soluklu macera yolculuklarında sürekli aynı kişiyle birlikte olmak birtakım sorunlara, sürtüşmelere sebep olabilir.  O zaman da sefasını sürmeyi beklediğiniz bir dünya seyahatinin cefasını çekmek zorunda kalabilirsiniz.
Yalnız olmanın zaman zaman dezavantajları yok değil tabii. Bazen dilini hiç bilmediğiniz bir ülkede akşamları biriyle sohbet etmek, dertleşmek isteyebiliyorsunuz. O yok maalesef. Ya da saplandığınız bir çamur çukurundan çıkmak için debelenirken bir yardımcınızın olmadığına hayıflandığınız da oluyor. Ama sonuçta bu bir macera seyahatiydi ve biraz da “şeytan azapta gerek”.

BİLDİM BİLELİ GEZERİM

Vakti zamanında “gül gibi” mesleği, “gezdirmez” diyerek reddedip, gezerek yapabileceğiniz işi tercih etmişsiniz, gezgin olunmaz doğulur mu demeliyiz bu durumda?
Ben kendimi bildiğim, hatırladığım ilk zamanlarımda bile gezerdim. O zamanlar Hayat Ansiklopedisi vardı evimizde. Türkiye’nin ilk ansiklopedilerinden… Onun içindeki haritalarda gezerdim parmağımla. Öyle başladım gezmeye. Demek ki diyorum, doğuştan bu merak.

“İyi ki yoldayım” derdirten en iştah açıcı hatıra
Onu hep dedim. Hep “İyi ki yoldayım” diyordum zaten. En iştah açıcı olanını hatırlamıyorum gerçekten. Bu her hatırıma geldiğinde bir öncekinden daha iştah açıcı bir yere gelmiştim mutlaka.

“Aman tanrım benim ne işim var burda” dedirten hatıra
ABD’nin New Orleans kentinde tesadüfen Mardi Gras festivali de vardı. Öyle bir hedeflemem yoktu, tamamıyla tesadüf. Böyle bir durumda eğer amacınız Mardi Gras festivalini görmek değilse, sonuç tam bir hayal kırıklığına dönüşüyor. Benim amacım New Orleans’ı görmek ve gezmekti. Festival ve orada bulunduğum iki gün boyunca sürekli yağan yağmur nedeniyle sonunda öyle dedim; “Aman tanrım benim ne işim var burada”.

“Ülkemin gözünü seveyim” dedirten yer
Öyle demedim ama o anda bulunduğumdan başka herhangi bir yerde olmayı şiddetle arzu ettiğim anlar herhalde Kongo Demokratik Cumhuriyeti sınırları içerisindeki hemen hemen tüm zamanlarımdır.

“İmkanım olsa da şurdan bir yere ayrılmasam, Türkiye de neymiş” dedirten yer?
Bunu Alaska, özellikle Pasifik kıyıları için söyleyebilirdim. Belki de söylemişimdir.

ÖNCEKİ HABER

Kızıl Orkestra: Zaferi besteleyenler

SONRAKİ HABER

Kürtler, seni de unutmayacak ‘Hoca!’

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa