Taşeron sistemine karşı ortak mücadele

"Özelleştirme ve taşeronlaştırma, çalışma hayatımızın son 30-40 yılına damgasını vuran kuralsızlığın adı oldu maalesef." Mustafa Şala yazdı.

Taşeron sistemine karşı ortak mücadele

Mustafa ŞALA

Dönemin Başbakanı Davutoğlu basının karşısına geçti ve açıkladı: “720 bin taşeron işçiyi kadroya alıyoruz. Hem de asıl-yardımcı iş ayrımı yapmadan!” Bir cinlik mi var acaba diye düşünmeden edemedik, sicil kabarık malum. Ne zaman yeni bir düzenleme ve reformdan bahsedildi ise elde olanı da kaybetmişiz bugüne kadar.

İlk etapta, birlikte çalıştığımız onlarca taşeron işçisi arkadaşımızla beraber sevindik bu habere. Kamuya iş yapan 720 bin işçinin kadroya alınmasıydı söz konusu olan. Özelleştirme ve taşeronlaştırma, çalışma hayatımızın son 30-40 yılına damgasını vuran kuralsızlığın adı oldu maalesef.

Kamuya ait işyerlerinin elden çıkarılması öncelikle emek gücünü hedefe koyuyordu. Çünkü kâr marjının ana kaynağı olan insan emeği, o güne kadarki kazanılmış haklarından mahrum bırakılarak piyasanın eline teslim edildi. Yıllarca denetimsizlik, çalışma sürelerinin 12-15 saatleri bulması, sendikasızlık, düşük ücret, izinleri kullandırmama, hafta tatillerinin gaspı, tazminatları ödememek gibi onlarca sorunla baş başa kalıyordu taşeron işçiler.

Zaten en düşük teklifi veren firmanın kazandığı ihaleler, işçinin başına patlamayacaktı da ne olacaktı!

Taşeron kavramı asıl olarak çalışma hayatımıza 1980’den sonra girdi. Üstlenilen asıl işin bir bölümünün aracı bir firmaya devri diye tanımlayabileceğimiz taşeronluk, devleti de sosyal sorumluluklarından kurtaran bir yöntem olarak görüldü. Yasada belli bir sayının üzerinde işçi çalıştıran işyerleri için zorunlu kılınan iş güvenliği tedbirleri, doktor, sağlık birimi, kreş gibi başlıklardı bunlar.

KAMU İŞÇİSİ SAYISI 6 BİNDEN 1400’E DÜŞTÜ

Zaten hiçbir iş güvencesi olmayan taşeron işçiler, her an işsizlik tehdidi ile terbiye edilmiş; bırakın sosyal hakları, ücretlerini zamanında ve tam alabildiklerine razı olmuşlardır. Uzun yıllar içinde bunun bedelini canlarıyla, kanlarıyla çok ağır ödemiş olsalar da, böyle olmuştur, böyle olmaya devam etmektedir. Çünkü her şeyden önce halen örgütsüzdür.

Soma, bölgenin en büyük sanayi havzasıdır. 20 bine yakın maden ve enerji işçisiyle emek yoğun bir kenttir. Haliyle özelleştirme ve taşeron  uygulamalarından büyük pay almıştır. Bugün itibariyle Ege Linyit İşletmeleri Müessesesi Müdürlüğü’ne bağlı olarak çalışan kamu işçisi sayısı sadece bin 400’dür. 2005’ten beri yeraltı işletmeciliği özel sektörün elindedir.

Soma Kömürleri Holding, İmbat Anonim Şirketi, Kolin, Polat Madencilik, Demir Export AŞ şu an bölgede faaliyet yürüten şirketlerdir. Geçen yıl Soma Termik Santralini satın alan Konya Şekeri (Torku) de bu listeye ekleyebiliriz. 301 maden işçisinin yaşamını yitirdiği o büyük işçi katliamını ve Soma Kömürleri Holding’in adını zaten unutmamız mümkün değil.

İşçilerin hangi zor koşullarda çalıştırıldığını, taşeronun da taşeronu olduğunu, o  kölece muameleleri ibretle izledik günlerce. Bunları tekrar edecek değiliz ama tartıştığımız konunun da tüm bunlara zemin hazırladığını unutmayalım.

Yalnızca bin 400 işçinin kaldığı kamuya ait açık ocaklarda 15 yıl önce altı bin işçinin çalıştığını da belirtelim. Saha içi nakil araçları ve çay ocaklarından başlayan hizmet alımı, bugün üretimin ve atölyelerin kalbine kadar girmiş durumda. Tabi yalnızca Soma’da değil, bugün tüm Türkiye’de, Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumuna bağlı çalışan işçi sayısının yalnızca 3 bin civarında kaldığını söylersek, genel fotoğrafı da ortaya koymuş oluruz.

Diyeceksiniz ki, bu iş kanunu, bunca yönetmelik ne işe yarıyor? Bu kanunlar taşeron işçisi için geçerli değil midir? Kanunlar bu işçiyi korumaya yetmiyor mu? Evet yetmiyor! Kanun zaten bir prosedürü yerine getirmek üzere yapılmış gibi. Soma’da yıllarca saha içi pikap şoförleri ATM’den maaşlarını çektiler, geri götürüp 400 ile 500 TL’sini şirket yetkililerine vermek zorunda kaldılar! Yıllarca ve herkesin gözü önünde olup bitti bu durum. Benzer örneklerin neredeyse ülkenin her yerinde yaşandığını sıklıkla duyuyoruz.

Peki, ne yapmalıyız?

Bu sorunun cevabını vermeden önce, Başbakan’ın verdiği müjdeye gelelim. “720 bin taşeron işçisi kadroya alınacak” açıklamasının üzerinden daha iki gün geçmeden meselenin içinin ne kadar boş ve çözümden uzak olduğu ortaya çıktı.

Üç yılda bir sözleşme yapılacak, kazanılmış haklardan vazgeçilecek, işçiler sınava tabi tutulacak, alınacak işçi sayısını her kurum kendisi belirleyecek, şu an alınan ücret alınacak, yeni bir statü olacak vs. vs.

Yani ne benimsin ne değilsin, ne 4B ne 4C, kafalar henüz karışık!

TAŞERON ÇALIŞMA YASAKLANMALI

“Ne yapmalıyız”a gelince... Taşeronun yasaklanması talebi uzun yıllardır Türkiye işçi sınıfının talebi. İş ve can güvenliğini esas alan, taşeron işçisini kuralsız, azgın sömürü ağının içinden çıkaracak, hiç değilse hakkını hukukunu yasalarla koruyabileceği bir düzenlemeye ihtiyaç var.

Tüm sendikalar, meslek örgütleri, işçi örgütleri bu sürece müdahil olmalı ve içi boş bir kadro ucubesinin çıkmasına fırsat vermemelidir. Taşeron çalışmanın koşulsuz yasaklanması, örgütlenme özgürlüğü, toplu sözleşme hakkı, mevcut kadrolu işçilerle denklik, iyi bir ücret ve sosyal haklar, kazanılmış haklara dokunulmaması ve hatta taşeron işçisi olarak çalışılan dönemdeki gasp edilen hakların iadesi kesin ve net olarak talep edilmelidir. Esas olarak da özelleştirilen maden ocakları ve termik santraller acilen kamulaştırılmalı ve devlet eliyle işletilmelidir.

REKABET DEĞİL BİRLİK

Bu talepler taşeron işçisinin acil talepleridir. Hemen bugünün sorunudur. Kendi örgütlü işçisine bile sahip çıkamayan sendikal bürokrasinin, o kalın kabuklarından sıyrılarak taşeron işçilerine sahip çıkmasını, sınıftan yana bir tavır koymasını elbette beklemiyoruz. Her bir konfederasyon yalnızca kendi sendikasına üye kayıt etmek telaşıyla harekete geçecektir en fazla; eğer işyerlerinde biz bu talepleri dillendirip sesimizi yükseltmezsek...

Aynı işyerinde çalıştığımız, ama farklı uygulamalara maruz kalan taşeron işçisi arkadaşlarımızla da kucaklaşmanın, birbirleriyle rekabet eden değil sınıf olma bilinciyle ortak mücadeleyi yükseltmenin de gerekçesi olabilir bu süreç. Biz bunun için yola koyulduk bile...

Evrensel'i Takip Et