İşçi sağlığı sendikal örgütlenmeyle güvenceye alınabilir
'Yasal düzenlemeler tek başına emeğin sağlığı ve güvenliğini korumak için yeterli değildir' Prof. Alp Ergör yazdı.
Alp ERGÖR
Prof. Dr., DEÜ Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı DEÜ İş Sağlığı Eğitim, Uygulama ve Araştırma Merkezi (İSAMER)
Ülkedeki en büyük işçi kıyımlarından biriydi Soma, üzerinden 2 yıllık bir süre geçmesinin ardından, salt yargı açısından bile bakınca durum iç açıcı görünmüyor.
Öncelikle ülkenin çalışma yaşamında sermaye-emek çelişkisini dengeleyecek tüm mekanizmaların ortadan kalktığını belirterek irdelemeye başlayalım. Ülkede, sistem içinde, tüm çalışanların sağlığı ve güvenliği ile ilgili bir şeylerin değişmesi için öncelikle çalışma yaşamının üçlü yapısının temel bileşeni işçinin güçlenmesi, sendikalaşmanın yaygınlaşması gerekir.
Yasal düzenlemeler bağlamında kısa bir değerlendirme yapacak olursak Avrupa Birliği uyum süreci içinde hızla yasal düzenleme haline getirilmiş geniş ve yönetmeliklere dayalı, çok parçalı, dağınık bir iş(çi) sağlığı ve güvenliği müktesebatımız olduğunu söyleyebiliriz. Bu denli dağınık ve neredeyse tümüyle çeviri yönetmeliklerle denetlenen, yürütülen iş(çi) sağlığı ve güvenliği düzenlemeleri, esnekleşmenin manifestosu olarak tanımlayabileceğimiz bir İş Yasası (4857) üstüne inşa edilmektedir. Temel sorunlarımızdan biri de budur; esnek çalışan, eğreti çalışmaya doğru itilen, küçülen işletmelerde, ağırlıkla taşeron yürütülen hizmetlerde istihdam edilen emeğin güçlenebilmesi ve birleşebilmesinin önüne son derece somut ve yasal düzenlemelerle belirlenmiş bir hat çizilmiş oluyor. Emek bu denli bölünüp parçalanınca, sınıfsal aidiyeti kurabilmek de güç elbette.
ESNEKLEŞMENİN MANİFESTOSU BİR İŞ YASASI
Yürürlükte olan düzenlemelere bakılırsa çalışanların sağlığını ve güvenliğini sağlamaya yönelik pek çok metnin uygulamada olduğunu görüyoruz, ancak emeğin “yeniden” bir üretim bileşeni düzeyine indiği neoliberal politikalarla yeniden yapılandırılan devlet ve çalışma yaşamı sistemi içinde “sağlıklı yaşama ve sağlıklı çalışma hakkının” savunulması ve gerçekleştirilmesi ile ilgili uygun bir vasat bulunmuyor. Dolayısıyla düzenlemeler gerçek yaşamda karşılığını bulmuyor. Soma faciası bunun çok tipik bir örneğidir; Soma kıyımı gerçekleşirken 6331 başta olmak üzere emeğin sağlığını ve güvenliğini korumaya yönelik pek çok düzenleme yürürlükteydi.
Tarihimizin bu en ağır iş cinayetine giden süreçte yalnızca bu düzenlemeler değil kamusal yapının bütün mekanizmaları etkisiz, yetersiz, sessiz kalmıştır. Kamu yılda 1,5 milyon ton yerine 3 milyon ton kömür gelince, işletme süreci ile ilgili hiçbir sorgulama yapmaksınız satın almıştır. Bu durumda yapısal özelliklerinden koruma ve önleme süreçlerine kadar 1,5 milyon ton için kurgulanmış bir kömür ocağından 3 milyon ton kömür üretilmesine “göz yumulmuş” ve toplu kıyıma giden süreç göz ardı edilmiştir. Dolayısıyla yasal düzenlemeler tek başına emeğin sağlığı ve güvenliğini korumak için yeterli değildir.
İŞ(Çİ) SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ İLE İLGİLİ ÖRGÜTLENME
Ülkede çalışanlara sunulan sağlık ve güvenlik hizmetlerinin kapsayıcılığı 2012 yılında çıkarılan 6331 sayılı Yasa ile genişledi. Buna karşın yüzde 30 dolayında olduğu ifade edilen enformal sektörde, tarımda, küçük ölçekli işletmelerde çalışanlar bu hizmetlere erişemiyorlar.
Elli ve daha fazla işçinin/çalışanın istihdam edildiği işletmelerde bu hizmetlerin, göreli olarak, daha iyi durumda olduğu söylenebilir. Ancak hizmet sunumu ya işverenin çalışanı (işçisi) olan işyeri hekimi, hemşiresi ve iş güvenliği uzmanı tarafından sunulur ya da işveren bu hizmeti, elbette karşılığını ödeyerek piyasadan satın alır. Her iki durumda da bağımsız bir yapılanmadan söz edemeyiz. İlkinde iş güvenliği uzmanı, işyeri hekimi, işyeri hemşiresi görevlerini “özerklik” içinde yerine getiremezler. İkincisinde ise, serbest piyasa sistemi içinde birbiriyle rekabet içinde, pastadan pay alabilme mücadelesine girişmiş yüzlerce “ortak sağlık güvenlik biriminin” -bunlara özel sağlık güvenlik birimi demek daha doğru olacaktır- görevlerini yerine getiriş biçimlerini denetleyecek sistem, araç ve mekanizmalar yoktur. Süreci izleyecek ve müdahalede bulunacak emek gücünün de (sendika) bulunmadığı, meslek örgütlerinin alanla ilişkisinin yok edildiği bu ortamda sağlıklı çalışma hakkının gözetimi yalnızca iş teftiş sistemine kalmıştır.
Bu sistemin, neoliberal politikalarla biçimlendirilmiş çalışma yaşamı içinde inanılmaz bir iş yükü, merkeziyetçi yapısı, donanım açısından eksiklikleri, ödenek sorunları gibi pek çok nedenle etkin olması beklenemez. Dolayısıyla öncelikle özerk bir iş(çi) sağlığı ve güvenliği örgütlenme yapısı sağlanmalı, tarafların (sendikalar) ve aktörlerin (üniversiteler, meslek örgütleri) bu yapı ile ilişkisinin kurulması, kapsayıcılığın güçlendirilmesi, iş teftiş sisteminin desteklenmesi gerekir.
Kanımca Soma kıyımının unutulmaması, emeğin sağlıklı ve güvenli çalışma hakkı için bir sorundaşlık temeli oluşturması için hep birlikte çaba göstermeliyiz.