Kadın emeği sistemin açıklarının yara bandı
Hükümetten patron örgütlerine, kadın hareketinden sendikalara herkesin gündeminde “kadın istihdamının artırılması” var. Ancak hükümetle sermaye çevrelerinin kadın emeğine yüklediği “misyon”la, kadınların talepleri keskin biçimde ayrılıyor.Bu “misyon”u yerine getirmek için hük
Bu “misyon”u yerine getirmek için hükümetin patronlar adına adımlar atıyor. Önce 2008 yılında İş Kanunu’nda yapılan değişikliklerle kreş açma zorunluluğuna karşı işverenlere dışarıdan hizmet alma olanağı getirildi. Sonra bakanlıklar arasında protokoller imzalanarak organize sanayi bölgelerinde kreş açılacağı söylendi. 7 Mart 2010’da “fırsat eşitliği için büyük adım” gibi reklam edilerek “Ağır ve Tehlikeli İşler Yönetmeliği” değiştirildi, çok sayıda iş ağır ve tehlikeli iş olmaktan çıkarılarak kadın ve gençlerin istihdamına ilişkin sınırlamalar kaldırıldı.Üstüne yine “fırsat eşitliği” adına “Kadın İstihdamının Artırılması ve Fırsat Eşitliğinin Sağlanması” konulu 2010/14 sayılı Başbakanlık Genelgesi mayıs 2010’da yürürlüğe girdi. Bu genelge “Sürdürülebiilr ekonomik büyüme ve kalkınma için” kadın emeğinin “son noktaya kadar” kullanılması gerektiğini söylüyor. 2012 yılının Dünya Bankası tarafından “Kadın Yılı” ilan edilmesi, Türkiye’nin pilot ülke ilanı, “eşitlik karlılıktır” lafları… Kadın emeğinin “kullanılabilir” hale getirilmesinin olmazsa olmazının da “esnek çalışma biçimlerinin yaygınlaştırılması” olarak ifade edilmesi…. Bütün bunları görünce “ne oluyoruz?” diye soruyor insan … Ne değişiyor da kadınlar bir “iyi emek”, bir “eve kapatılası” oluyorlar? Bunu anlamak için bir dünya genelinde durum ne onu görmek, bir de bunun memleketimize yansımalarını anlamak gerekiyordu. Biz de Yard. Doç. Dr. Melda Yaman Öztürk’e sorduk. Melda hoca, sermayenin farklı dönemlerde farklı ihtiyaçları uyarınca kadın emeğini kullandığını, ancak farklı dönemler bile söz konusu olsa, her dönem için kadın emeğinin sistemin açıklarınının yara bandı olduğunu ifade ediyor. İşte dünyada ve memlekette kadın emeğinin hali, ahvali…
Türkiye’de kadınların çalışma yaşamındaki yeri hep bir sorun alanı olarak tarif ediliyor. Bugün kadınların emek piyasasındaki yeri, kadın istihdamını belirleyen koşullar en genel tabloya baktığımızda nasıl görünüyor?
Türkiye’de kadın istihdamında birkaç temel eğilim göze çarpıyor. Birincisi, bilindiği üzere kadınların istihdama katılımı hayli düşük, bu eğitimli, yani kalifiye kadınlar için de geçerli. Ataerkil kabuller uyarınca kadının temel görevinin annelik, karılık olarak tarif edilmesi, başka türlü söylersek, hane içinde bakım işinin “kadın işi” görülmesi kadınların istihdam dışı kalmasının başlıca nedeni. Bakım kurumlarının yetersiz olması, örneğin kadınların ücretli iş edindiğinde çocuğun bakımını üstlenecek ücretsiz bir kurumun bulunmayışı, istihdama katılmada caydırıcı olabiliyor. Ayrıca, hanenin gelirini esas olarak erkeğin kazanması gerektiği hala toplumsal bir kural; bu anlayışa göre kadının geliri sadece ek gelir.
İkincisi, kadın istihdamı öğretmenlik, hemşirelik gibi toplumsal cinsiyet rollerine bağlı işlerde ve hizmet sektöründe yoğunlaşıyor. Üstelik, kadın istihdamının yoğunlaştığı bu çalışma alanlarında dahi kadınların yönetsel düzeyde temsiliyeti hayli sınırlı. Yine kadınların bakım yükü, terfide başlıca engel. Kadın emeği yoğun sağlık ve eğitim sektörü, esnek çalışma biçimlerinin, güvencesizliğin hızla yerleştiği sektörler.
Sonra, devletin tarıma desteğini kesmesiyle birlikte, kırsal alanda yaşanan dönüşüm, kadın işsizliğini artırıyor, göçü tetikliyor . Kırdan göç eden kadınları kentte işsizlik ve yoksulluk bekliyor. Buna karşılık kadınlar için neredeyse tek çalışma alanı enformel hizmet sektörü.
Bugünkü kadın istihdamı politikalarını geçmişten ayıran ne? Yeni bir dönemde miyiz?
Son on yıldır sermaye örgütleri ve hükümet çevreleri esnek çalışmayı özellikle kadınlar için norm haline getirmeye uğraşıyor. Bir yandan işin tanımı değişiyor; güvenceli tam zamanlı iş, yerini güvencesiz işe bırakıyor. Bir yandan işsizliğin tanımı değişiyor. Ayrıca, işçinin cinsiyeti de gündeme geliyor; dünya genelinde tam zamanlı çalışanlar daha çok erkek işçilerken, kadın işçiler yarı zamanlı işlerde çalışıyor. Öte yandan bütün bu dönüşüme, sermayenin emek üzerinde artan tahakkümü de eşlik etmekte. Dünya genelinde güvenceli işlerde kadın istihdamını artırmaya yönelik özel bir çaba söz konusu değil. Buna şaşırmamak gerek; uluslararası sermaye için kadın emeği sadece iktisadi bir değer taşır. Sermaye, itaatkâr, uyumlu, özenli, fazla vasıf gerektirmeyen ucuz emeğe ihtiyaç duyduğunda kadınlar ideal adaylar olarak ortaya çıkar.
Bu değişim Türkiye açısından nasıl gerçekleşti?
Türkiye’de sermaye birikimi süreci 2000’lerden bu yana önemli bir aşama kaydetti. Bu dönemin temel karakteristiği, Türkiye sermayesinin dünya kapitalist sistemi ile bütünleşmesini daha ileri bir seviyeye taşımasıdır. Bu “gelişme” çalışma yaşamında hak kayıpları ile düşük ücretlere bağlı gerçekleşti. Ne var ki yeni sürecin sermayeye sunduğu olanaklar bir sınıra dayanmış görünüyor; sermayenin düşük ücretler temeline dayalı bir ‘rekabet’ stratejisi izlemesi giderek zorlaşıyor. Türkiye imalat sanayii, daha yüksek katma değerli ve teknoloji yoğun üretimlere geçme gereksinimi ile karşı karşıya. Bu ihtiyaç, sanayi politikalarında da öne çıkan eğilimlerden birini oluşturuyor. Bir diğeri ise, yine son on yıldır sermaye kesiminin sıklıkla dillendirdiği ‘esnekleşme’dir. Profilo Holding’in patronu Jak Kamhi’nin sözleri, emek süreçlerinin esnekleşmesinin sermaye için taşıdığı önemi açık biçimde ortaya koyuyor: “Ülkemizin şu an içinde bulunduğu ortamda çalışma hayatının ihtiyaç duyduğu konu iş güvencesi değil, rekabet gücünü artırıcı uygulama olan esnekliktir... işyerinin güvencede olmadığı bir ortamda iş güvencesinden söz etmek kıdem ve ihbar tazminatlarını rekabet ettiğimiz ülkeler seviyesine eşitlemeden, bu gibi düzenlemelerden bahsetmek abesle iştigal”.
Peki bu eğilimler kadın emeği bakımından ne ifade ediyor?
Biliyoruz ki ataerkil kapitalist toplumda kadın emeği esasen karşılıksız bakım emeği olagelmiştir. Öte yandan karşılıksız emeği ile kadın, ataerkil kapitalist toplumu yeniden üretir. Neslin üremesine, yaşlı ve hastaların bakımına, emek-gücünün yeniden üretimine katkısının yanı sıra, kadınlar ataerkil ilişkileri de yeniden üretir. Çünkü kadın bakım emeğine sıkıştırıldıkça, yaşamsal gelirden mahrum kaldıkça, erkeklere bağımlı hale gelir. Elbette ki bakım yükü kadınların yaratıcı etkinliğini geliştirmesinin önünde de engeldir. Bu nedenle ataerkil toplum yapısı, hane içindeki ücretsiz bakım işinin- yani “kadın işi”nin sürmesiyle yakından bağlantılı. Böylece, kadınların erkeklere bağımlılığı garanti altına alınmış oluyor.
Esnek çalışma kadının, erkeğe bağımlılığını, bakım yükünü muhafaza ettiği gibi sermayenin istediği koşullarda istihdamını da olanaklı kılıyor. Böylece hem ataerki hem de kapitalist birikim bundan yararlanıyor.
Türkiye’de kadın istihdamının arttırılması hükümetinden patron örgütlerine, kadın hareketinden sendikalara herkesin gündeminde ve dilinde… Peki kim aslında ne söylüyor? Yani, Hükümet ve patronların “arttırılmalı” söylemiyle diğerlerinin söylemini ayıran nedir? Farklı çevreler sanki aynı talebi dillendirmiş görünüyor; ama aslında talepler hayli farklı. Hükümetle sermaye çevrelerinin kadın emeğine yüklediği “misyon”la, kadın örgütlerinin, feministlerin talepleri keskin biçimde ayrılıyor. Sermaye kadın emeğini esnek çalışma için bir fırsat görüyor. Bu bakış Ulusal İstihdam Strateji Belgesi Taslak Metni’nde açıklıkla ifade ediliyor zaten. Taslakta emek piyasasına yönelik hedeflerden biri esnek çalışmanın yaygınlaştırılması. Belgede belirtildiği üzere, esnek çalışmanın yaygınlaştırılması için potansiyel kadın emeği ciddi bir “fırsat”. Hatırlayacaksınız, esnek çalışmanın 2002’de yürürlüğe giren yeni İş Yasası’yla düzenlenmesi sürecinde, esnek çalışmanın kadın istihdamını artırmak amacı güttüğü söyleniyordu. Bugün sermaye çevreleri amaçlarını daha dolaysızca ifade ediyor demek ki. Böylece, ataerkil cinsiyete dayalı işbölümü de zarar görmeden, kadınların iş güvencesi ve sosyal güvencenin bulunmadığı esnek çalışma biçimlerinde ucuza çalıştırılması hedefleniyor. Buna karşılık, kadın örgütleriyle feminist örgütler ise kadınların güvenceli çalışma koşullarında istihdamını talep ediyor. Bu taleplere, işyerlerine kreş zorunluluğu getirilmesi, eşit işe eşit ücret, devredilemez ebeveynlik hakkı gibi, kadınların ücretsiz bakım yükünü hafifletmeye yönelik talepler eşlik ediyor. Elbette farklı örgütlerin talepleri de farklılaşabiliyor ancak genel eğilimler güvenceli istihdamı artırmaya odaklanıldığını gösteriyor. Bir yandan 5 çocuk, bakım hizmetlerinin kadınların sırtına yüklenmesi, eğitim ve sağlıktaki dönüşümler , diğer yanda kadınların istihdama çekilmesi için atıldığı söylenen adımlar… Bu durum çelişkili değil mi? Bu açıdan sosyal güvenlik ve sağlık sistemindeki dönüşüm önemli galiba… Evet, bu dönüşüm, krizle perçinlenen işsizlik, yoksullaşma… bütün bu süreçler hanelerin ayakta kalmasını güçleştiriyor. Tam bu noktada, kadın emeği tampon bir mekanizma olarak devreye sokuluyor. Sosyal politikalar gerileyip, sağlık hizmetine erişim paralı hale geldikçe, hanelerin sağlık hizmeti alması güçleşti. Doktora gitme sıklığı azaldı, hastanede kalma süresi kısıldı. Hastanede tedavi yerini evde tedaviye bırakıyor. Ayrıca kreş ve yaşlı bakım kurumlarının son derece yetersiz olması, bakım işini hanenin –ailenin- kadınlarına yüklemektedir. Bunun yöntemi de hayli basit; aileyi öne çıkaran politikalar, “toplumun temeli ailedir” muhafazakar söyleminden beslenerek, kitlelere sunuluyor . Nisan ayı başında AKP’nin Ankara’da “Yerel Yönetimler ve Aile” başlıklı bir sempozyum düzenlemesi bana göre hiç de rastlantı değildir. Üstelik, Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin “Hedef Güçlü Aile” projesiyle bu sempozyumda ödül alması da manidardır. Aileyi güçlendirmek, kadınları erkeklerin tahakkümü altına sokmakla aynı şeydir; kadınları eve kapatmak, ücretsiz bakım sağlayıcı konuma getirmektir. ULUSAL İSTİHDAM STRATEJİSİ VE TEŞVİK PAKETİ KADINLAR İÇİN NE ANLAM TAŞIYOR? Ulusal İstihdam Strateji Belgesi ile teşvik paketi, kadınları esnek çalışma biçimlerinde, güvencesiz koşullarda, ucuza çalıştırmanın yasal ve kurumsal çerçevesi oluşturmaktadır. Bu çerçevenin daha iyi anlaşılması için her iki düzenlemeyi 2011 yılı başında kamuoyuna duyurulan Sanayi Strateji Belgesi ile birlikte değerlendirmek gerekir. Sanayi Strateji Belgesi, belgede de altı çizildiği üzere sanayi üretiminin yol haritası. Belge ile özellikle ihracata yönelik üretim yapan sanayi kesiminin talepleri karşılanıyor; aslında belge sermaye örgütleriyle kamu kurumlarının ortak çalışmasının ürünü. Belgede, Türkiye'nin yakın hedefi “orta ve yüksek teknolojili ürünlerde Avrasya’nın üretim üssü haline gelmek” olarak ifade ediliyor. Bunun yolunun da, uluslararası rekabeti sürdürebilmek için, emek süreçlerinin esnekleştirilmesinden geçtiği söyleniyor. Sanayi üretiminin kârlılığını artıracak, önünü açacak, kamu desteğini sağlayacak düzenlemeler açık bir biçimde belgede tarif edilmiş. İlköğretimden yüksek öğretime bütün öğretim kurumları buna göre yeniden yapılandırılıyor. Esnek çalışmanın yaygınlaşması için kurumsal ve yasal düzenlemeye gidilecek. Sermayenin üzerinde “yük” olarak tarif edilen kıdem tazminatı gibi uygulamalara son verilmesi amaçlanıyor. Belgenin diliyle, “emek piyasalarındaki katılık” yumuşatılacaktır. Ayrıca, ucuz işgücü potansiyelini “harekete geçirmek” üzere, yeni teşvik uygulaması, bölgesel asgari ücret getirilecek. Öncelikli destek verilecek sektörlerin ihracata yönelik üretim yapan ve kadın emeğin yoğun tekstil gibi sektörler olduğu belirtilmiş. Çalışma koşullarının ağır olduğu bu sektörlerde kadınların ucuza çalıştırılması amaçlanıyor. 1997 ortalarında Tayland’da patlak veren krizle birlikte en büyük darbeyi yine kadınlar aldı. Kriz kadınların çoğunu işinden etti; pek çok kadını çok daha olumusuz koşullarda çalışmaya zorladı; nispeten gelişme gösteren Tayland ve Güney Kore gibi ülkelere çevre ülkelerden akın eden göçmen işçi kadınların bir bölümü ülkelerine geri gönderildiler; kendi ülkelerinde iş bulma umudunu yitiren kadınlar göçe yöneldi; kız çocuklarının önemli bir kısmı okuldan alındı ya da okula kaydettirilmedi; başka ayakta kalma stratejisi bulamayan kadınlar ve kız çocukları fahişelik yapmak zorunda kaldılar; piyasa işlerinin yanında kadınlardan ev işlerini ve bakım emeği gerektiren hizmetleri sağlamaları beklendi. Hükümetlerin ve sermayenin gözünde kadın emeği kârlı olanaklar sunduğu ölçüde önem taşır; açıkçası sermaye bu çerçevede kadın istihdamını dikkate alır. Güney Asya ülkelerinde kadınlar “becerikli parmakları” ve itaatkar tavırları ile uluslararası sermayeye yüksek kârlar kazandırmaları için, 14 saate ulaşan çalışma gününde, sağlıksız koşullarda, emeklerinin yanı sıra bedenleri üzerinde kurulan tahakkümle (pek çok atölyede kadınların gebe kalmaması için regl günlerinin takip edildiğini biliyoruz) istihdam edildiler. Şimdi benzer bir süreç Türkiye’de uygulanıyor. Bakan Zafer Çağlayan’ın sözleri bunu özetliyor: “Konfeksiyon sektörü gibi emek yoğun sektörler bayan istihdamının en fazla olduğu sektörlerin başında geliyor. Bu sektörlerde Doğu ve Güneydoğu’da belirlenecek olan illeri biz Çinle, Pakistanla, Bangladeşle ve Vietnamla rekabet edebilecek bir bölge haline getireceğiz.”.Dolayısıyla Asya deneyimi göz önünde bulundurarak, bu ülkelerde kadınların yaşadığı olumsuzluklardan ders çıkarmak gerekli. Bakanın sözlerinin sermayenin taleplerini / çıkarlarını dillendirdiği unutulmamalı. GÜVENCELİ İŞ, HİZMETLERE EŞİT VE PARASIZ ERİŞİM TEMEL TALEPLER Esnek çalışmayla, bölgesel asgari ücretle sanki kadınların, gençlerin istihdamını artırmak amaçlanıyormuş gibi gösterilmeye çalışan tablonun fetişizm olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Esnek çalışma ve enformel iş norm halini alıyor. Bu dönemde ayrıca işsizlikle istihdamın içiçe geçtiği yeni bir iş tanımına doğru bir eğilimin olduğu anlaşılmakta. Temel amaç, “sermayenin küresel rekabet gücünü artırmak” biçiminde konduğundan, kadın istihdamı bu amaca hizmet ettiği ölçüde önemsenmektedir. Sağlık, eğitim ve sosyal güvenlik sisteminde yaşanan dönüşümlerle birlikte düşündüğümüzde, önümüzdeki süreç kadının bakım hizmeti sunan, arta kalan zamanda esnek biçimde düşük ücretlerle istihdama katıldığı bir yapıya doğru gitmektedir. Kadın örgütlerinin, sendikaların öncelikle esnek çalışmaya ve enformelleşmeye karşı güçlü argümanlarla politik taleplerini oluşturması şimdi daha büyük önem taşıyor. Güvenceli iş, eğitime, sağlık hizmetlerine, sosyal güvenlik sistemine eşit ve parasız erişim temel talepler arasında yer almalı. (KIRKYAMA)
Çelişkili gibi duran bu iki eğilim, son dönem uygulanan politikaların ana hatlarını ifade ediyor. Son dönem ivme kazanan liberal politikalara muhafazakarlaşma eşlik ediyor. Aslında kapitalizmin muhafazakar politikalara ihtiyaç duyduğunu biliyoruz; özellikle sermayenin saldırılarını yükselttiği dönemlerde muhafazakarlaşma da yükseliyor. Sanki bu argüman kapitalizmin aydınlamacı, ilerici olduğu düşüncesiyle çelişir görünmekte. Ancak, unutmamak gerekir ki kapitalizmin ilericiliği geçmiş feodal topluma özgül yapıların çözülmesi, yeni kapitalist üretim ilişkilerinin kurulmasıyla sınırlıydı. Kapitalist ilişkiler yerleştikçe ilericiliğini de yitirmiştir. Bu bağlamda 1980 sonrası neoliberal yeniden yapılanmanın Thatcher, Reagan gibi muhafazakar hükümetlerle yürütülmesi raslantı değildir. Ayrıca, Türkiye gibi geç kapitalistleşen ülkelerde sermaye pre-kapitalist biçimlerle dirsek temasını hiç kaybetmemiştir. Nitekim sermayenin emek tahakkümünü artırdığı dönemlerde muhafazakarlaşma da artmıştır. Muhafazakârlaşma ataerkil toplumsal yapıyı güçlendirdiği gibi kapitalizmin ataerkiyle bağını da güçlendirir. Kadını eve kapatan, kadına annelik ve karılık rollerini yükleyen anlayışı destekler.
Bu çerçevede baktığınızda “üç ya da 5 beş çocuk doğurun” söylemi, geniş içeriğini dışa vurur. Kadın sadece hane içinde çocuk (ve yaşlı /hasta) bakımını üstlensin, daha fazlasını talep etmesin, denmektedir. Ha, ücretli bir işte çalışmak isterse, bakım yükünden arta kalan zamanda “esnek” çalışmaya katılsın. Elbette ki üç (beş) çocuk da kritik; kadınlar hane içinde geleceğin işçilerini yetiştirsinler; yedek işçi ordusunu genişleterek, ücretlerin düşmesine katkıda bulunsunlar, istenen bu.
Bir yandan da sosyal politikalar ile iş yasasında kadın istihdamına yönelik düzenlemeler birbirini tamamlar nitelikte. Bir kere toplumsal ilişkiler içerisinde eşit koşullarda bulunmayan kadınlarla erkeklere eşitlermiş gibi yaklaşan politikalar gündeme gelmiştir. Öte yandan kadınların esnek çalışma koşullarında istihdamı için yasal düzenleme yapılmıştır. Kadın istihdamı gerçekten artırılmak isteniyorsa kamusal yaşlı bakım kurumlarının sayısı neden artırılmıyor? Kreş zorunluluğu neden gevşetilmiştir? Öte yandan sosyal güvenlik sistemi kişisel katkıya dayalı hale getirildiğinden, kadınlar için artan bakım işlerine ek olarak, ücretli işte çalışması zorunlu hale gelmiş durumdadır.
Bir makalenizde bazı Latin Amerika ülkeleri ile Güney Asya ülkelerindeki süreçlerin Türkiye açısından değerlendirilmesi gereken önemli deneyimlere işaret ettiğini söylüyorsunuz. Bu ülkeler hangi açılardan “ders çıkarılabilecek” ülkeler?
1970 sonrasında Güney Asya ülkelerinin sanayi hamlesi de benzer biçimde ucuz kadın emeğine dayalıydı. Aslında ucuz emek, 1970’lerin ortalarında büyük bir krizle karşılaşan uluslararası sermayenin üretken yatırımlarını bu bölgeye kaydırmasının başlıca nedeniydi. ‘Asya kaplanları’ olarak adlandırılan bu ülkelerde, örneğin Güney Kore’de, ihracata yönelik sanayileşme ‘sınırsız –ucuz- emek’ sunan kadınlarla gerçekleşmişti. Geç kapitalistleşen ülkelerin bir çoğunda kadın işçilerin maharetini vurgulayan kampanyalar ve reklamlar yapılmıştı. Örneğin Malezya’da yatırım yapacak uluslararası sermaye için kadınların becerilerini konu edinen broşürler hazırlanmıştı. Broşürde, “Elleri küçüktür ve son derece özenle çalışır. Üretim hattının verimliliğine doğulu (Malezyalı) bir kızdan daha çok katkı koyabilecek denli iyi niteliklere ve kalıtsal özelliklere sahip biri daha var mıdır?” diye soruluyordu.
1980’ler ve 90’lar boyunca Güney Asya ülkelerinde ihracata yönelik üretim sektörlerinde kadın istihdamı hızla büyüdü. Bu küresel fabrikalardaki işçilerin büyük çoğunluğu genç, evlenmemiş kadınlardan oluşuyordu. Bu ülkelerdeki derin yoksullukla yüksek işsizlik, kadınları olumsuz şartlarda çalışmaya ikna ediyordu. Ataerkil normlar ve “kadın işi”nin kazandırdığı vasıflar, kadınların iş yaşamını şekillendiriyordu. Dikiş ve örgü en yoğun istihdam alanlarıydı. Bir diğer alansa elektronik eşya üretimi idi. Bu fabrikalarda istihdam edilen kadınlar 12 saate çıkan çalışma saatlerinde, insanlık dışı çalışma hızında, cinsel tacize maruz kalarak, baskıcı emek disiplini ve güvenlik ve sağlık riski altında çalışmayı kabul ediyorlardı.
Güney Asya ekonomilerini sallayan ekonomik krizin sonuçları kadınlar açısından nasıl oldu peki?
Bu deneyimler Türkiye’de kadın emeğinin durumuna ilişkin nasıl perspektifler sunuyor bize?
Bütün bu tablo içerisinde sizce sendikaların, emek ve meslek örgütlerinin “uyanık” olması gereken noktalar neler?