Korkma, savaş can sıkıcı bir oyun!
İstanbul Tiyatro Festivali’nde sahnelenen Guy Cassiers’in bir romandan hareketle ortaya konan 'Merhametliler' oyununu Fatma Onat yazdı.
Fatma ONAT
Katliamları gerçekleştirenler, akıl almaz olaylara katkı sağlayanlar, bütün olanlara tanıklık edenler ve çok da yabancısı olmadığımız, her koşulda vicdanını aklamaya çalışan “merhametliler.” İstanbul Tiyatro Festivali’nde izleme imkânı bulduğumuz, Guy Cassiers’in bir romandan hareketle ortaya koyduğu “Merhametliler” işte bu yabancısı olmadıklarımızın gözünden akıyor. İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşanan korkunçlukların yeniden hatırlanmasını sağlayan oyunun konuyla ilgili çokça yapımdan farkı, olayları maruz kalanın değil, zalim olanın gözünden akıtmaya çalışması. SS subayı Max Aue’nin anlatısıyla ilerliyor oyun. Göstere göstere başlatıyor tiyatro dilini biçimsel olarak. Ne anlatacağını, ne hissettirmek hedefinde olduğunu en başından söylüyor anlatıcı kişi. Öldüren ve seyir halinde olanın ortak suçuna odaklanarak başlatıyor temsili.
Oyun başta “büyük” bir işle karşı karşıya kalacağınızı hissettiriyor. Fotoğrafla ilgili hiçbir sıkıntı yok. Küçük küçük dolaplarla bezenmiş koca bir duvar var karşımızda. Ara ara açılan kapaklar, klasör saklamakla morgda ceset tutmak arasında bir yerde tutuyor dekoru. Kendiliğinden açılanlarla bir türlü aralanmayanlar oyunun niyetini pek güzel duyuruyor. Ölüleri, gidenleri temsilen kullanılan güçlü klişelerden ayakkabılar, sahnenin büyüsünü başka bir boyuta taşıyor. Buralar işin görsel tarafı, fakat içerikle ilişkiyi koparmamalı elbette. Bu etkili atmosferin içinde anlatısını aralıksız sürdüren bir subay sizi izlemekten çok, dinlemeye taşıyor. Dinledikçe daha önce duyduklarınıza benzeyen şeyler işitir oluyorsunuz. İşittikçe ilgisizleşiyor, anlatılanla ilişkiyi koparan bir yere taşınıp tam da oyunun eleştirdiği şeye dönüşür hale geliyorsunuz. Bu, oyunu olumsuz bir noktaya taşıyan bir etki. Neredeyse katledilenden çok, katledilenlere sebep ve tanık olanların çok daha fazla “acı” içinde olduğu düşüncesine varıyorsunuz. Ki buralar sizi tam da bu zamanın insanının vicdanını güzellediği bir yere taşıyor. Çoklarımızın beslendiği yer bu vicdan güzellemesi. Oyunun bunu ortaya koyuyor olması kıymetli olacakken, bunu yapmak yerine olanları geçiştirmeye, evet bunlar bildiğimiz şeyler dedirtmeye ve gittikçe gerçeklikle bağınızı koparmaya başlıyor kısmen. Brechtiyen bir yabancılaşma değil söz ettiğim. Aksine, neredeyse bütün anlatılanların bir oyunun can sıkıcı konusu olduğuna ikna olup gerçekle bağınızı yitirir oluyorsunuz. Oysa sanki en başında oyununu “vicdanı çok rahat olanların, huzur içinde yaşayıp ölmelerine, ne pahasına olursa olsun, engel olmak gerekiyor” niyetiyle başlatıyor.
Zalimle kurbanın entellektüel ortaklığından, zulmedenin “Yaptım da, e bi sor niye yaptım” gevezeliğinden, dönemin olumsuz koşullarının eşcinselleri ne boyutta etkilediğinden ve savaşın ateşinin değdiği her yere temas etme telaşından yorgun düşüren bir anlatısı var oyunun. Bu yorgunluğu getiren en önemli faktörlerden biri de biçimsel yoğunluk. Bir yanıyla göstermeci, öte yanıyla yanılsamacı olmak mümkün elbette, ama bunu bütünlüklü bir sahne diline dönüştürmek başka bir marifet istiyor. Yoksa geriye çok da ne yaptığını önemsemeyen, ortaya karışık anlaşılmaz sahne dili çıkıveriyor. Yani siz bir biçimsel kalabalıkla mı, yoksa boyutlu bir anlatımla mı karşı karşıya olduğunuzu sezemeyecek hale geliyorsunuz. Sizi tiyatrosu ile ezmeye çalışan, dilini sizin onu anlayamamanız üzerine inşa etmiş bir prodüksiyona maruz kaldığınızı hissediyorsunuz. Ara ara yanılsamayı kıran güçlü hamleleri, biçimsel olarak kucaklanası dokunuşları var oyunun. Subayın diğer askerlerle iletişimi, kendi içlerinde “hakkaniyet” oluşturma çabaları, eylemlerinin korkunçluğunun farkına varmamak için nice bahane üretmeleri güçlü ifade alanları. Fakat bunlar dışında içselleştirilmiş bir biçimden çok, hiçbir cümlesine kıyamamış bir prodüksiyondu karşımızdaki. Bu arada karakterlerin plastiğine diyecek yok. Hepsi biçimsel dile katkı sağlayacak kuvvette bir fiziksellik içindeler. Bu plastiğin içerikle bağının güçlü tutulması, biraz da “laf”a kıyılması durumunda bambaşka bir prodüksiyona tanıklık edebilmek mümkün olacaktı belki de.
onatfat@gmail.com