‘90’lardan bugüne öldürülemeyen gazetecilik
Bu kaotik tabloda, Türkiye'de gerçeklerden ödün vermeyen gazetecilik damarı, tüm baskılara rağmen küllerinden yeniden doğmasını bilir.
Fatih POLAT
Bir süredir, 1990’lar ile bugün arasında çeşitli düzeylerde yapılan kıyaslamalar köşe yazılarına, analizlere yansıyor. Bu kıyaslamalar çoğu zaman gerçekliğin çeşitli boyutlarının ıskalandığı biçimlerde de yapılıyor.
Hakikat Adalet Hafıza Merkezi (Hafıza Merkezi), Türkiye’de hem 1990’lı yıllarda hem de bugün gazetecilik yapan bir grup gazeteci olarak bizleri yuvarlak bir masanın etrafında bir araya getirdi.
‘90’LARIN GAZETECİLİK PRATİKLERİ
Toplantı, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Gülden Gürsoy’un doktora tezinin bir bölümü olan, “1990’lardaki insan hakları ihlallerine ilişkin haberlerin içerik analizi” sunumu ile başladı.
Gürsoy’un 1990’lı yılların ilk yarısında gerçekleşen bazı olayların gazetelerde sunuluş biçimlerini ele alıp, çeşitli boyutlarıyla tartıştı.
Özel Harekat Timleri tarafından yakılan Kelekçi Köyü bunlardan birisi. AİHM’e taşının dava sonucunda, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, özel hayatın, aile hayatının, mülkiyet hakkının korunmasını ihlalden mahkum oluyor.
Diğer bir haber de şöyle. Eşref Yaşa, Diyarbakır’ın Ofis semtinde Bulvar Büfe’yi işletiyor. Eşref Yaşa, Özgür Gündem Gazetesi’ni sattığı için polis tarafından tehdit ediliyor. Ardından büfesi yakılıyor ve kendisi de silahlı saldırıya uğrayıp yaralanıyor. Ardından büfenin işletmesini amcası Haşim Yaşa devralıyor. Birkaç ay sonra da o silahlı saldırıya uğruyor ve yaşamını yitiriyor. İki saldırıdan sonra büfeyi işletme görevini devralan 13 yaşındaki Yalçın Yaşa da öldürülüyor. Olay yerinde bulunan ağabeyi 16 yaşındaki Yahya Yaşa da ağır yaralanıyor. Bu saldırılardan sonra, artık ilgilenecek kimse kalmayınca Yaşa ailesi büfeyi satıyor. Bu davada AİHM’e kadar uzanan bu davada Türkiye yine “yeterli ve etkili soruşturma yapmamak”tan, “yaşam hakkının ihlali”ne kadar Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin birçok maddesinden mahkum oluyor.
Gülden Gürsoy’un bu çalışmasının kendisi ayrı bir yazının konusu yapılmayı hak ediyor.
Hürriyet, Cumhuriyet, Ortadoğu, Özgür Gündem, Demokrasi, Evrensel, Emek gazeteleri gibi farklı siyasi yelpazede yayın yapan gazetelerin yukarıdaki iki olay ve başka bazı örnek olayları nasıl haberleştirdiğini Gürsoy’un çalışması gözümüzün önüne getirirken, şu noktalara da dikkatimizi çekmiş oldu: Haberi verirken kaynak ve karşı tarafın görüşünü başvurmanın önemi. Tek taraflı kaynak kullanımının yarattığı sorunlar. Haberin başlığından başlayarak sunumunda ‘milliyetçi’ ögelerin gerçekliği bozan, değiştiren etkisi.
Bunlara başkaca unsurlar da eklenebilir. Ben burada en temel önemde olanlardan başlıcalarına aktarıyorum sadece.
Toplantının, “1990’lardaki gazetecilik pratiklerinin temel dinamikleri” ve “1990’larla bugünün gazetecilik pratiklerini karşılaştırma ve çözüm önerileri” başlıklarını, mesleğimizin deneyimli isimlerinden Ragıp Duran ile Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Prof. Dr. Mine Gencel Bek’in moderatörlüğünde tartıştık.
Ragıp Duran meslekteki etik duruşu ile 1990’lı yıllar açısından da bugün açısından da örnek bir mesleki tarihe sahip. Aynı fakülteden aynı dönemde mezun olduğum Prof. Dr. Mine Gencel Bek ise, uzun yıllardır; üniversitelerin dokunmaktan endişe edecekleri, genellikle ihmal edilen merkezin dışındaki alanlara odaklanan örnek bir akademisyen. Ragıp Duran son olarak Haber Nöbeti’ne katılarak nöbet tutmuş, arazide haber yapmış bir isim. Prof. Dr. Mine Gencel Bek de, Barış İçin Akademisyenlerin barış metninde imzası olan koca yürekli akademisyenlerden biri.
Toplantının başında Ragıp Duran’ın dikkat çektiği bir gerçek, ardından birçoğumuzun atıf yaptığı bir doğruyu ifade ediyordu. 1990’lı yıllar ile bugünü kıyaslarken, iki kötü arasında derecelendirme yapmak anlamlı değil. Her dönemi kendi içindeki özelliklerle ele almak gerekiyor. Mesleki zorluklar bakımından da her dönemin gerçekliklerini kendi bağlamı içinde değerlendirmek önemli.
Örneğin Orhan Erinç’in de toplantıda ifade ettiği gibi, TGC verilerine göre 1909-2015 arası öldürülen 65 gazetecinin yarısından fazlası 90larda öldürülmüştü. Bunun mesleği icra edenler üzerindeki travmatik etkisini sürmediğini söyleyemeyiz.
Yine toplantıda da bazılarımızın ifade ettiği Azadiya Welat Gazetesi Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Rohat Aktaş, Cizre’de bir bodrumda öldürüldü ve ondan geriye sadece külleri kaldı. 1992’de İzzet Kezer’in öldürüldüğü Cizre’de yine zırhı bir araçtan açılan ateş sonucu İmc TV kameramanı Refik Tekin yaralandı. Cumhurbaşkanı tarafından ‘vatan haini’ diye hedef alınan Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar, Çağlayan’da duruşması görülürken karar için verilen arada adliye binasının önünde kendisine ‘vatan haini’ diyen birinin silahlı saldırısına uğradı.
Toplantıda dile getirilenlerden bir iki not şöyle:
Celal Başlangıç: “1990’ların başında Siirt Valisi ‘Biz insan hakkı ihlali yapacağız ve siz bunu yazamayacaksınız’ demişti.”
Cengiz Mumay: “Bugün Sur’da halk kendi evine ulaşamazken gazetecinin habere ulaşma kaynakları tükenmiştir.”
Hüseyin Aykol: “Bizi bombaladılar yetmedi sansürlediler. 3.aşamada yazı işleri müdürünü tutukladılar.”
Ragıp Duran: “1990lar’da OHAL Valisi Hayri Kozakçıoğlu ‘Ben yetkilerimin çoğunu kullanmıyorum’ demişti.”
Bayram Balcı: “Özgür Gündem gazetecilerine yapılan operasyonların amacı niteliksel gelişimini engellemek.”
Bugün de yine Özgür Gündem gazetesi hakkında onlarca soruşturma ve dava var. Atılım Gazetesi’nden 16 gazeteci ve yazarın yargılanmasına başlandı. Evrensel’in hakkında devam eden ve her gün yenisi açılan soruşturmalar, davalar var. HDP Milletvekili Ferhat Encü’den telefon ile alınan görüşlerden oluşan Silopi haberleri de, Evrensel’in yeni soruşturmaları arasında yerine aldı.
Dikkat çekilebilecek önemli bir nokta da, ‘çözüm süreci’ diye ifade edilen dönemde soruşturma, dava konusu yapılmayan haberlerin, bugün soruşturmaya uğraması, dava konusu yapılması. Yani yaşanılan dönemin politik iklimi, gazetecilerin, gazetelerin başına gelenlerin de doğrudan belirleyicisi oluyor.
Tüm bu olup bitenler arasında, 2 ay süren ve 68 gazetecinin katıldığı, çatışmalı bölgelerde gazetecilik yapan meslektaşlarımızla dayanışmayı amaçlayan Haber Nöbeti anlamlı bir dayanışma pratiği olarak tarihe not düşmüş oldu.
DİHA Muhabirleri Nedim Türfent ve Şermin Soydan Van’da gözaltına alınmıştı ve Nedim Türfent, ‘JİTEM Beyaz Torosçular’ adlı sosyal medya hesabından gözaltında kendisine işkence yapılacağı ilan edilen Yüksekova’ya götürüldü.
Basın meslek örgütleri ve milletvekillerinin aradığı Yüksekova Emniyet Müdürlüğü yetkililerinin Nedim Türfent’in savcılığa çıkarılacağını ve can güvenliğinden endişe edilmemesi gerektiğini söylemelerine ve bu bilgiyi Twitter’da paylaşılmasına rağmen, endişe devam ediyorsa bu da bu dönemin bir gerçekliğidir.
Çatışmalı bölgelerde görev yapan meslektaşlarımızın işkence görmeden tutuklanma seçeneğinin bile görece bir rahatlama yarattığı bir dönemi yaşıyoruz.
Ama bu kaotik tablo karşısında, Türkiye’de gerçeklerden ödün vermeyen gazetecilik damarının, tüm baskılara rağmen küllerinden yeniden doğmasını bildiğini de vurgulayarak noktalayalım.
Eğer yapılması gereken bir haber varsa, o haberi yaparız. Bedelini de öderiz. Her daim.