29 Mayıs 2016 05:17

Sinan kalksa, ‘Bir milim ilerlemediniz mi?’ dese haksız mı?

İki yılda bir verilen Mimar Sinan Büyük Ödülü’nü alan Yüksek Mimar Cengiz Bektaş ile Mimar Sinan'ı ve AKP’nin kentsel tasarım anlayışını konuştuk.

Paylaş

Sinem UĞURLU

İki yılda bir verilen Mimar Sinan Büyük Ödülü, Yüksek Mimar Cengiz Bektaş’a layık görüldü. İstanbul için düşünülen mega projelerin bir kısmı bitmek üzere, bir kısmı da kapıda. Uzmanların çokça eleştirisini alan bu projelerin mimarı hükümet Mimar Sinan’ın da adını sık sık övgüyle anıyor. ‘Mimar Sinan’ı bıraktığı eserleri dışında hâlâ konuşulur kılan şey neydi, AKP’nin kentsel tasarım anlayışı Sinan’ınkiyle kıyaslanabilir mi?’ Cengiz Bektaş’la konuştuk. Bektaş, “Sinan kalksa ‘Bre zındıklar 400 yıl önce yaptığımdan bir milim ilerlemediniz mi?’ diye bir Osmanlı tokadı aşk etse haksız mı?” diyor.  

Mimar Sinan’ın mimarlık anlayışını nasıl tarif edersiniz?
Mimar Sinan kamuya hizmet eden yapılar gerçekleştirmiş -Yapılarının yüzde 80’i böyledir- ve tümüyle bu ülkenin koşulları içinde, bu ülkenin gereçleri ve yapım yöntemleriyle işlerini yapmış. Hiç yalan söylememiş yapısıyla. Bunlar daha sonra bu değerleri anlayanların da ilkeleri oldu, örneğin benim de ilkelerim buydu. Hep de işlevden hareket etmiş, yapılarında mimariyle cambazlığa kalkışmamış, tamamen yapısal kurallara uygun olarak yapmış bir insan. Yapısının anlamı hiçbir şekilde gözardı edilmemiş. Mimarlık sadece bir strüktür işi değil. Ne anlatıyorsunuz yapıyla? Mimar Sinan’ın yapılarında, mesela Şehzadebaşı’nda bir babanın, oğlunun ölümünde birazcık payı da olan bir babanın, dayanılmaz hüznü vardır. İçeriye girdiğiniz zaman ilk hissettiğiniz şey budur. Mesela Süleymaniye 13 tane değişik fonksiyonla bir kent merkezidir. Yani sadece bir yapı değildir. Hem kentsel tasarımdır, hem şehircilik açısından çok anlamlı bir yapıdır. Örneğin Mihrimah Camii bir hanım için yapılmıştır. Bana göre de Sinan o hanıma gönül düşürmüş gibidir. Aydınlık, pırıl pırıl, sevgiyle dolu bir yapıdır. Selimiye, yalın ve çok çabuk kavranabilen bir mekan kurgusuyla, hakikaten bir birliği temsil eder. İnsanların kendi tanrısıyla yüzyüze gelmesini sağlar. Oylumun içinde bir Yahudi de, bir Hristiyan da kendi tanrısıyla yüze yüze gelebilir. 

Günümüze hâlâ ayakta olan eserleri dışında ne bıraktı peki? 
O, gençliğe kendisinden sonra geleceklere de hep inanmış bir insan. Oysa biz ne yapıyoruz? 400 yıl sonra onun ustalığına hiç ulaşamadık. Çünkü bugün betonarmeyle kubbe yapmak çok kolay. O dönem Sinan, o kubbeyi belli bir güçle, dayanıklılıkla yapabilmek için Rodos’a kadar gidip malzeme aramıştır. Kamu yapıları, herkese hizmet eden yapılar yaptı dedik. Mimar Sinan’ın yaptığı yapılarda hiçbir insan ayrımı yoktur. Bu, hele bu çağımızda çok iyi anlamamız gereken bir nokta. 

‘SÜLEYMANİYE GERÇEK BİR KENT MERKEZİDİR’

Hükümet yetkilileri, Mimar Sinan için övgü dolu cümleler kurar. Ama bu övgülerde, sizin bu sıraladığınız özelliklerden öte sadece “İyi bir cami ustası” olduğuna dair vurgular öne çıkıyor.  
Süleymaniye Cami, alan olarak bütün bir Külliye’nin belki yüzde 10’udur. İçinde, medrese, kervansaray, subyan mektebi, dükkanlar, hamam, hafız mektebi... 13 tür işlevi vardır. Gerçek bir kent merkezidir. Cemaatin içinde yapılır cami. 

Ama Tayyip Erdoğan’ın “İstanbul’un her yerinden görülecek” talimatıyla Çamlıca Tepesi’ne cami projesi yapılıyor, uzmanların tüm itirazlarına rağmen.  
Süleyman, Çamlıca Tepesi’nde cami yapamaz mıydı? Bir adamın mutsuzluğuna sebep olursan o hayır işi sayılmaz. Eğer bir işçinin bir kuruş alacağı kalırsa o bir kuruş haram caminin harcına girerse o camide namaz kılınmaz, sayılmaz. Kendi kesesinden ödemiştir Süleyman. Şimdiki camilerin hangisi kendi kesesinden ödenmiştir. Ben namaz kılmak istesem, Çamlıca’ya gidip namaz kılmam. Bu kurallardan hiçbiri işlememiştir çünkü.   

İş cinayetleri de yaşandı Çamlıca Cami inşaatında. 
Bu çok önemli bir nokta. Benim en fazla özen gösterdiğim meselelerden biri bu. İşçinin hakkını korumak. Beni sadece kamusal yapılar ilgilendirdi. Bütün insanlara bir şeyler vermeye çalışan, bütün insaların dertlerine derman olacak şeyler ilgilendirdi. 

Ne zaman Sinan’ı kopya etmeye başladınızsa, o zamandan beri Sinan’ı anlamıyorsunuz demektir. Yapılmış zaten. Sinan kalksa “Bre zındıklar 400 yıl önce yaptığımdan bir milim ilerlemediniz mi?” diye bir Osmanlı tokadı aşk etse haksız mı? Haliç’e doğru yaptığı medreseyi basamak basamak düşürmüştü Sinan, Haliç oylumunu, mekanını insanlara kazandırabilmek için. İnsan merkezli dediğimiz zaman bunlar işte. Bütünü düşünüyor. Onun için bunların yaptıkları şeylerin hiçbir anlamı yok. Sinan’ı sevmek demek ona bir şey ekleyebilmek demek. Var mı gücünüz ekleyecek? 

‘BU DÜŞÜNCEYLE SİNAN’INKİ KARŞILAŞTIRILABİLİR Mİ?’

İstanbul’a yapılan projelerde özellikle Osmanlı ve Selçuklu dönemine atıflar yapılıyor. İsim seçiminde bile ‘ecdat’ vurguları var. Örneğin 3. köprünün adı “Yavuz Sultan Selim” kondu. Hem kamu hizmetini öncelediğini söylediğiniz Mimar Sinan’a sahip çıkıp, hem de örneğin İstanbul’un soluk borusuna köprü projesi yapmayı nasıl anlamlandıracağız?   
Bu isim bir perdeleme. Orada bile yalnızca çıkar var. İstanbul’un nereden soluk aldığını düşünmeden oradan bir yol geçirirseniz, onun çevresi baştan aşağı daha önceden satın alınmışsa bunun tek bir anlamı var: Vurgun. Mesela Süleymaniye’nin yeri seçilecek. Orada iki tane ev var, evlerinden ayrılmak istemiyorlar. Zorla alamaz mı Süleyman elinden? Ama o zaman yaptığı iş hayır olmaz. Bir tanesi ikna ediliyor başka bir yerde ev yapılıyor. Diğerine de gene o mahallede bir çözüm bulunuyor. Bugün öyle bir düşünce var mı? Çamlıca’ya bakmıyorum artık, görmek istemiyorum. İstanbul bir coğrafya, bir iklim ve yalnız senin değil. Tarih umurlarında değil. Marmaray kazılarıyla İstanbul’un bilinen tarihi değişti, ama ‘3-5 çanak çömlek kırığı yüzünden Marmaray gecikti’ deniliyor. Bu düşünceyle Sinan’ın düşüncesi karşılaştırılabilir mi?

ÖNCEKİ HABER

Ermeni Soykırımı’nda Alman sorumluluğu

SONRAKİ HABER

Amida, ben geldim. ‘Hayırsızın…’

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa