Her söz, her ses, her eylem önemli!
Öyle durumlar vardır ki insanın aklı mantığı almaz… Nasıl olur, dersiniz. Bu nasıl söylenir, bu nasıl yapılır?
Olcay GERİDÖNMEZ
Öyle durumlar vardır ki insanın aklı mantığı almaz… Nasıl olur, dersiniz. Bu nasıl söylenir, bu nasıl yapılır? Normal koşullarda insana bu sözleri söyletecek durumlar istisnadır ve bu yüzden bu soruları sormanın bir karşılığı da vardır. Bu gibi durumlar için genel tabir “skandal”dır; büyük tepki ve yankı uyandırırlar. Ancak “skandal”lar, büyük bir fütursuzlukla sürekli tekrarlanırsa, bir noktadan sonra artık sıradanlaşıp olağan hale gelir. Trajikomik esprilere dönüşür yaşananlar, kanıksanır hale gelir...
İçinde bulunduğumuz durum biraz da buna benziyor. Uzun zamandır bir skandallar silsilesinin içinde yaşıyoruz, adeta kocaman bir skandallar yumağına dolanmış vaziyetteyiz.
Savaşla, bombalarla, devlet şiddetiyle, erkek şiddetiyle alınan canlarımız, hırpalanan bedenlerimiz, ruhlarımız… Gün be gün şiddetten, tecavüzden kaçarken ölmekten başka yol bulamayan kız kardeşlerimiz… Denetimsizlikle okulda, yurtta, dini vakıf evlerinde cinsel istismara, tacize terk edilen, çocuk evliliklerine zorlanan, aile içi cinsel saldırı suçlarına maruz kalan, bedensel ve derin ruhsal travmalarla büyümek zorunda bırakılan çocuklarımız…
Çıkarılan torba yasalarla, işin en ucuzuna, en güvencesizine, işsizliğin en yoğununa, yoksulluğun en derinine mahkûm edilen ömrümüz… Sağlığa, eğitime, ucuz, sağlıklı, güvenli gıdaya ve yaşam alanlarına, eşitliğe, hak ve adalete ulaşmada önümüze yığılan taşlarla örülü hayatımız…
İnsanlığın binlerce, on binlerce yıllık birikiminin ortaya çıkardığı ortak, evrensel değerlerin, bilimsel bilginin hoyratça hiçe sayılmasına, örselenmesine tanık olmamız… Akademinin, bilimin, bilim insanlarının aşağılandığı, değersiz kılındığı bir zamanda bolca irfan, hikmet, fıtrat söylemleriyle karşılaşmamız… TBMM Başkanı’nın “Yeni Anayasa’da laiklik olmamalı. Dindar bir Anayasa olmalıdır” sözleri …
Adalet Bakanı’nın kadına yönelik şiddete, kadın cinayetlerine karşı etkili bir mücadele için alınması gereken önlemleri ‘aileye müdahale’ olarak nitelendirmesi… Cumhurbaşkanının, kadınların ekonomik özgürlük talebinin, yani insanca bir ücretle çalışıp yaşamını idame ettirebilme talebinin kadına, dolayısıyla aileye zarar verdiğini, Müslüman aile anlayışında doğum kontrolüne yer olmadığını vaaz etmesi…
Ve Türkiye’yi yönetenlerin kadın düşmanlığının toptan bir özetini veren o meşum rapor: TBMM bünyesinde kurulan Boşanmaları Önleme Komisyonu’nun çocukların tecavüzcüleriyle evlendirilmesi, çocuk evliliğinin teşviki, ‘aileyi korumak’ adına şiddete karşı kadınların korunma hakkının sınırlandırılması, boşanmanın zorlaştırılması, nafaka ve mal paylaşımı haklarının yok edilmesi, aile danışmanlığının, aile hukukunun tümden dini temele oturtulması önerileri…
GERÇEKLER ÖRTÜLDÜKÇE İKTİDAR KAZANIYOR
Bunlar, sadece son bir yıl içinde karşılaştığımız akıl almaz söylem ve uygulamaların yalnızca bir kısmı. Eşitsizliklere, sömürüye dayalı her kapitalist iktidar gibi bugünkü iktidar da politikalarını rahatlıkla hayata geçirmek için, toplumu ve yaşam biçimini en çok kadın ve çocuklar üzerinden şekillendiriyor. 14 yıldır bunu yapıyor. Yaşamın her alanında eşitsizliği en arkaik muhafazakâr yargılarla, dini söylemlerle derinleştirirken sorgulamayan, talep etmeyen, hak aramayan, itaat eden, kanaat eden, razı gelen, şükürcü bir toplumun yaratılması için, başta eğitim olmak üzere toplum yaşamına müdahale ediyor ve egemenlik alanlarını genişletiyor.
Kadının eşitlik talebini, toplum içerisinde her türlü görev ve hak talebini, kulağa hoş gelen güzellemeler eşliğinde boğmaya çalışıyor. Kadının esas ve “doğal mesleğinin”, “kariyerinin” çocuk doğurmak, onların bakımı ve eğitimiyle ilgilenmek olduğu, ‘kutsallık’ halesiyle taçlandırdığı ailenin huzuru ve bekasından yükümlü olduğu savunusunu din adamlarının telkinleriyle güçlendiriyor.
Sosyal devlet olmanın gereklerinden kaçınmanın en kestirme yolu olarak, kadını eve bağlamak için geleneksel, ahlaki, dini tüm söylemleri devreye sokuyor ve yalnızca “anne” sıfatı taşıyan kadını yücelterek, en biçimsel olanından tutun da fiili olanına, kadınların eşitlik namına sahip olduğu tüm hakları, kazanımları bir bir yok ediyor. Kadınları, mücadele ile elde ettikleri haklardan mahrum edip daha da ağır yaşam koşullarına mahkûm ediyor, şiddetten, ölümden, ekonomik yıkımdan hiçbir şekilde korumuyor.
Bir yandan bir dini, kültürel değerler ve çıkarlar ağıyla, diğer yandan baskı ve zor yöntemleriyle gerçeklerin üzeri hep daha çok örtülüyor; gerçekler örtüldükçe kendisini hedefe ulaştıracak adımlar cüret kazanıyor, radikalleşiyor.
SESİMİZİ, GÜCÜMÜZÜ ORTAKLAŞTIRMAYA!
Tüm bu tablo kadınlara yönelmiş topyekûn ve artık alenen yürütülen bir saldırı halini ortaya koyuyor. Kuşkusuz Türkiye’de kadınlar ve kadın hareketi bu on dört yıl boyunca eşitlik talebine sahip çıkmak için ciddi mücadeleler verdi, haklarına yönelik saldırılara sessiz kalmadı. Her hak gaspında, her gerici düzenleme ve uygulamaya sokağın gücüyle karşı durmaya çalıştı. Kadınlar ortak seslerini yükseltebildiği oranda kimi yasal düzenlemeleri iktidarın çekmecelerinde, raflarında kalmaya mecbur bıraktı.
Ne var ki bugün “tek adam” rejimini kurma seferberliği içindeki iktidarın, giderek radikalleşen adımlarla yürüttüğü toptan saldırı hali, bir toptan karşı koyuşu gerektiriyor. Türkiye kadın hareketi neredeyse yalnızca kağıt üzerinde kalan haklarını korumak ve gerçek eşitliği kazanabilmek için sesini ve gücünü en geniş kadın kitleleriyle birleştirmenin, ortaklaştırmanın yolunu bulmak zorunda. Kadınlar karşılarına dikilen, haklarını yüz yıl geriye atacak gerici ortaçağ zihniyetinin karanlığını ancak böyle yırtabilir. Bunun için yerellerde, mahallelerde, kentlerde ve bölgelerde kadınların ortaklaştırabildiği her söz, her ses, her eylem ve etkinlik son derece kıymetli. Kadınların bu çabayla bir araya gelmeye, tartışmaya, konuşmaya devam edeceğinden, bu çabayı daha da büyütüp demokrasi ve bağımsız bir Türkiye mücadelesine omuz vereceğinden kuşkumuz yok.