07 Haziran 2016 00:12

Doğum günü kutlarken borçlu çıkarmak!

'Bu şartlarda, imkanları kısıtlı, konuları tehlikeli, faaliyeti rizikolu bir solcu gazetenin şansı ne olabilirdi ki?' Ümit Kıvanç yazdı.

Paylaş

Ümit KIVANÇ

Sayfa sekreterliğine Sakarya izci dergisinde başladım. İstanbul Erkek Lisesinin Sakarya İzci Grubunun dergisi. Liseyi yeni bitirmiş, grupla ve izcilikle ilişkisi süren, taze solcu gençlerdik. İzci dergisinde emperyalizm, faşizm anlatıp “ergin izci (lise yaşındakiler) topluma hizmet eder” sloganına dayanarak sosyalistlik propagandası yapmaya çabalıyorduk.

Komik mi? Azıcık insaflıysanız, durumu ve niyetimizi safiyane ya da enayice bulabilirsiniz. Sanırım ikisiydi de. Zaten kısa süre sonra, Türkiye İzciler Birliğinin yönetimini “ele geçirip” oralarda da komünistlik etmeye kalkınca izcilik camiasından şutlandık.

Fakat ben o arada, “sayfa yapmak” denen faaliyetle kolay kopmayacak bir gönül bağı kurmuştum. Esas eğitimim için bir süre beklemem gerekti. Milliyet yazı işlerinde çalıştım, gazetenin sayfalarını, çeşitli ekleri yaptım. Sonra Cumhuriyet’te, gazete sayfaları değil ama Siyaset ekinin “içini dışını” yapar oldum, ardından on beş günlük Yeni Gündem, haftalık Yeni Gündem, şu bu derken, uzun süre, yerine göre sayfa sekreteri, yerine göre, aynı işin daha afili adıyla “teknik yönetmen” olarak çalıştım. Beni yazı yazma tarafına itmeye çalışanlara direnip, bir yolunu bulup teknik servislerde kalmayı başardım.

Kurşunlu dönemden, yani tipo döneminden başlayıp, banyo makinelerinden çıkan şeritlerin mumlandığı pikajlı devre, oradan ekranda harf karakterlerini ilk defa görebildiğimiz hantal sistemlere ve masaüstü yayıncılığa, “Makintoşçuluk”un ara sokaklara yayıldığı zamana sayfalar yaparak geldim. Hızımı alamayıp birkaç web sitesi yaptığım da vaki.

Yayıncılık müzesine konsa yadırganmayacak eşya kimliği kazandığım bu uzun süreç boyunca en çok yaptığım iş, asla yayımlanmayacak birtakım gazeteler dergiler için maketler hazırlamaktı. Yani bir tür şablonlar, bazen sıfır sayılar. Sanırım yeryüzünde en fazla yayımlanmayan dergi-gazete maketi yapmış insanlardan biriyim.

Buna karşılık, yayımlanmış, yaşamayı başarmış, bir işe yaramış çeşitli yayınlara da elim değmiş oldu. 22 yaşına giren Evrensel gazetesi için, ilk çıkacağı gün birinci sayfasını yapmış insan, gelmiş geçmiş onca şey arasında zar zor hatırlanacak bir ayrıntıdır. Ama bunu yapmış insan için, ölürken “Şunda da tuzum vardı” diyerek gülümseyeceği, onurlu bir hatıradır.

Celal (Başlangıç) yayın yönetmeni, Yurdagül (Erkoca) yazı işleri müdürüydü. Ertuğrul Kürkçü’nün görevini hatırlayamadım, Fatih Polat hatırlattı: dış haberler şefiydi.

Yardıma gittiğim günkü ruh halimi hayal meyal hatırlıyorum. Yine Türkiye’nin korkunç zamanlarıydı. Türkiye’nin korkunç olmayan zamanları ne zamanlardır, bir gün hep beraber saymalı… Özellikle medya alemi, 1980’lerde tamamen rayından çıkmıştı. Yoksullardan bahsedene dinozor muamelesi yapılıyordu. Astronomik maaşlar karşılığı gazeteciliğin hem bedenini hem ruhunu satan şık -ve bıyıksız!- sahtekarların yönetimindeydi. Gazeteler, genelkurmay bülteni olmadıkları zamanlarda patronun halkla ilişkiler broşürü olarak işlev görüyorlardı. Televizyonlar ve göz boyama gazeteciliği, muazzam kanlı bir ortama varolmanın dayanılmaz hafifliğinden tül örtmüş, üzerinde alem yapıyordu. Her türlü rezalet yaygın şekilde alıcı buluyor, ahlaksızlık, adı açık açık konarak, norm haline geliyordu.

Bu şartlarda, imkanları kısıtlı, konuları tehlikeli, faaliyeti rizikolu bir solcu gazetenin şansı ne olabilirdi ki? Kafamda pek fazla yaşama şansı tanımadığım bir gazeteye azıcık da olsa yardımım dokundu diye sevindim ve herkese kolay gelsin deyip işime döndüm.

Pek çok öngörüm gibi bu da yanlış çıktı. Lâkin bu pek sevindirici bir yanlışlık oldu. Evrensel yirmi iki seneyi devirdi, ben başka yanlış öngörüleri art arda dizerken.

Ve hayat, Türkiye’nin ruhu süflî medyasına, uğruna din iman dahil her şeyin paçavra edildiği bir tek adam diktatoryasının kuruluşunda hizmetkârlık rolü verdi. Gazeteciliğin, öldürülmesi en kolay unsurunu, ahlakını askerler defalarca arka arkaya kurşuna dizmişler, döve döve üniforma giydirip hizaya sokmuşlar, kalanını Özal satın almıştı. Kıyma makinesinden anlamlı birtakım parçalarını bir arada tutarak çıkabilenler, bir süre basın rolü oynamayı becerdiler. Bu rolü oynayabilmek için zaman zaman sahiden basın gibi davranmak gerektiğinden, az buçuk gazetecilik yapılabiliyordu. Şimdi, “tarihi yoktur, ordusu vardır” diye payelendirilen millete yakışacak şekilde, “basını da yoktur, borazanı vardır” dönemindeyiz.

Birdenbire, kendi kulvarlarında, siyasi mücadelenin parçası olarak gazetecilik yapmaya çalışan yayın organları, doğru dürüst haber alınabilen az sayıda kaynak arasında parlamaya başladı. Evrensel için de “kendi kulvarı” kalmadı, çünkü bir “ana akım” gazetecilik kulvarı yok artık.

Bu durum, şartların zorluğuna işaret ediyor; bu yüzden bir “şans”tan söz edemiyoruz kolay kolay. Ama zorluğu bilince söz edebiliriz. Türkiye koşullarında, kimsenin yalakası olmadan yirmi iki seneyi devirmiş muhalif bir gazete, kendisinden düpedüz gazetecilik beklenen konumdaysa, bu hem başarı ifadesi hem sorumluluktur. Bugünkü badire atlatıldığında neden bir zamanların “marjinal” muhalif gazeteleri, yeni basın ortamında çıtanın nereye konacağını tayin edemesinler?

Zor zamanlar okkalı hedefler koymak için en elverişli ortamları sunarlar. Evrensel’e “iyi habercilik” hedefi ve iddiasıyla -ve umarım payesiyle- geçecek nice yirmi bir yıllar dilerim.

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
ÖNCEKİ HABER

Sendikacı koltuk, işçi geçim derdinde

SONRAKİ HABER

‘Adı gibi sorusu da EVRENSEL’

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa