10 Haziran 2016 00:18

Siyasi iktidar yargıya ayar veriyor

Adana Barosu Başkanı Mengücek Gazi Çıtırık, siyasi iktidar eliyle yargının yeniden dizayn edildiğini söyledi.

Paylaş

Halil İMREK
Adana

‘Yargı siyasallaşıyor...’ Bu konu son zamanlarda çok tartışılıyor. Hatta kamuoyunda AKP hâkimleri, Cemaat hâkimleri, normal hâkimler gibi tasnifler oluştu. Yargıtay başkanı yargıya güvenin % 30’lar seviyesine gerilediğini açıkladı. Son olarak HSYK tarafından yapılan atamalarda “İktidar lehine kararlara imza atan hâkim ve savcıların terfi ettirildiği, AKP’nin aleyhine karar verenlerin ise sürgün edildiği” iddiası gündeme geldi. Bu koşullar içinde AKP karşıtı bir düşünce açıklamak dahi gözaltı ve tutuklama sebebi oluyor. Yargı alanında yaşanan gelişmeleri Adana Baro Başkanı Mengücek Gazi Çıtırık ile konuştuk

Yargı kararları çok tartışılıyor, kararlarının hukuki olması için ne gerekiyor?
Kararlar niye tartışılıyor. Geçtiğimiz hafta MGK, Bakanlar Kurulu’na hangi örgütlerin terör örgütü sayılması gerektiği konusunda öneri götürüyor. Bir örgütün terör örgütü olup olmayacağının kararını verecek olan MGK, Bakanlar kurulu değil yargı olmalıdır. Bu kadar siyasi iktidarın belirleyici olmaya çalıştığı ve yön vermek istediği bir süreçte yargı kararları tartışılır olur ve hukuki olmaz. Yargının görevi, adalet isteminin gerçekleşmesi faaliyetidir. Yargı anayasa erkleri içerisinde eşitler arasında önde gelmesi gerekir. Anayasaya göre yargı yetkisi Türk milleti adına bağımsız mahkemeler eliyle kullanılmalıdır. Anayasa yürürlüktedir ama kaçak saray ve siyasi iktidar tarafından yirmi dört saat ihlal edilmekte ve askıya alınmaktadır.

YÖNETENLER KENDİNİ HUKUKA BAĞLI SAYMIYOR

Mahkemelerin bağımsız ve tarafsız olmadığı da çokça dillendiriliyor...
Yurttaşın hak arayışı ve adalete erişimi son derece önemli. Bunun için mahkemelerin bağımsız ve tarafsız olması gerekir. Hiçbir makam ve merciinin kurum ve kişinin mahkemelere emir ve talimat vermemesi lazım. Hata telkin ve tavsiyede dahi bulunamayacağı anayasanın 138. maddesiyle düzenlenmiştir. Hâkimler, verdikleri vicdanlarına ve yasalara göre karar vermeli. Hakimler ve savcıların; tarafsızlık, bağımsızlık, doğruluk, dürüstlük tutarlılık ve liyakat içerisinde görevlerini yerine getirmelerine dair düzenlenmiş temel kurallar var. Demokrasinin kuralı olarak hukuk devleti ilkesinin geçerli olması gerekir. Ancak yönetenler kendilerini hukuka bağlı saymıyor. Hükümetin, her türlü eylem ve işlemi yargı denetiminde değil. Açıklık şeffaflık hesap verilebilirlik ve denetlenebilirlik ilkesinin yaşama geçirilmesi gerek.

Son Anayasa değişikliğinden önceki ve sonraki HSYK yapısı arasında nasıl bir fark var? Bu düzenlemelerin yargı bağımsızlığına etkisi nedir?
Anayasa da yüksek yargıyı yeniden yapılandırma sürecine sokuldu. Özellikle HSYK’nın yapısında ve görevlerinde değişiklikler oldu. HSYK hiç olmaması gereken bir konumda. İtirazımız Adalet Bakanın ve müsteşarının HSYK’nın doğal üyesi olmasına. Hakim ve savcıların iç işleyişi, terfi, atama, yükseltilme, tenzih gibi işlemlerin yürütüleceği bir yerde bakanın ve müsteşarının HSYK’nın doğal üyesi olması kabul edilemez. HSYK’daki değişiklik yandaş yargının oluşturulabilmesi açısından gündeme getirilen bir yapılanma. HSYK artık daha çok kaçak sarayın, siyasi iktidarın denetiminde ve onun yönlendirmeleri doğrultusunda hareket etmek zorunda kalıyor. Yargıyı yeniden yapılandırırken kendi hâkim ve savcıları ile bir kadrolaşma oluşturuluyorlar. Özellikle 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmalarında kendilerinde gördükleri bu açıkları yargı ile çözmeye çalışıyorlar. Yani siyasi iktidar, kendi hakim ve savcısını yaratarak kendi aleyhine gelişebilecek durumları önleme, muhalefeti sindirme ve rejimi dönüştürme ve iktidar mücadelesinin aracı haline getirme çabası içinde.

Sulh Ceza hakimliklerinin kuruluşu ve kararları, iktidarın yargı içindeki etkisi bağlamında çok tartışma konusu oldu…
Olağanüstü dönemlere has uygulamalar söz konusu. Sulh Ceza Hâkimleri iktidarın istediği şekilde yönlendirebildiği, kapalı devre çalıştığı bir durumda. Sulh Ceza Hâkimleri üzerinden iktidar, kendi aleyhine gelişebilecek olaylara direk müdahil oluyor. Muhalif basın, gazeteci, siyasetçi... AKP gibi düşünmeyen herkesin baskı altına alındığı bir süreç işletiliyor. Yani iktidarı eleştirenlere yönelik düzenlenecek operasyonlarda yargı bir tehdit aracı haline geliyor.
Yurttaşın “Hakimler var” diye sığınabileceği bir yargı kalmamıştır. Hukuk devleti demokrasinin olduğu koşullarda anlam ifade eder. Hukuku hiç sayan kendisine ayak bağı sayan ve sindiremeyen bir siyasi iktidar ve kaçak saray var. Kuvvetler ayrılığı kalmadı. Başbakan bile “Fiili başkanlık durumuna hukukun uydurulması lazım” diyor.

İKTİDAR SOKAKTAN KORKUYOR

Adana’da polisler her gün birilerini ifadeye çağırıyor. Bu bir cezalandırma biçimi değil midir? Savcıların hazırlık soruşturmasını bu kadar keyfi kullanması bir hukuksuzluk değil midir? Burada polis mi belirleyici savcı mı?
Öncelikle soruşturma sürecinin istismar edilmemesi gerekir. Sıkıntı şurada; siyasi iktidar özellikle Gezi ile birlikte bir araya gelen farklı düşüncelerin, farklı seslerin zorla ve şiddetle bastırılması yoluna gidiyor. İktidar, sokaktan korktuğu için en temel, basit bir toplantı ve gösteriyi dahi en ağır şekilde polis şiddeti ile cevaplıyor. Kimsenin farklı düşünmesi istenilmiyor. Siyasi iktidar kendi emrindeki güvenlik kuvvetleri ve kendi denetiminde oluşturduğu yargı ile topluma gözdağı veriyor. Korkutmaktadır, sindirmektedir baskı altına almaktadır. Bugün Türkiye’de bir korku imparatorluğu yaratılıyor.

Anayasanın 90’ıncı maddesi de uluslararası sözleşmelere bağlanmış durumda. Pratikte uluslararası sözleşmeler dikkate alınıyor mu?
Avrupa insan hakları Sözleşmesinin 11. maddesinde toplantı gösteri ve yürüyüşü düzenlemesi söz konusu. Bir de Türkiye’yi bağlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi süreci bulunmaktadır. Anayasanın 90 maddesi ise uluslararası sözleşmelere bağlanmış durumda. Ancak usulüne uygun olarak yürümüyor. Temel hak ve özgürlüklerle iç hukuk çatışırsa uluslararası sözleşmenin esas alınacağı belirtiliyor ama buna pratikte uyulmuyor. Şimdi “izinsiz gösteri” deniyor. Oysa izin alma diye bir şey yok; gerekli toplantı ve gösteri için 48 saat önce bildirimde bulunursun. Hak ve özgürlükler alanında siyasi iktidarın yönlendirmesine uygun olarak tam bir keyfiyet söz konusu. AİHM Türkiye’yi benzer birçok konuda mahkum etmiş durumda. Çünkü bu alanda kararı çok nettir; kamu düzenini bozsa bile şiddete dönüşmeyen, şiddeti övmeyen barışçıl gösterilere müdahale edilmez.

Her açıklamaya, yürüyüşe güvenlik güçlerinin müdahale etmesine ne dersiniz?
Adana’da ve birçok yerde yürüyüş ve açıklamalara izin verilmemesi yasal değil. Anayasa hakkını kullanana en sert şekilde müdahale ediliyor. Polis doğrudan kitlenin üzerine yakın mesafeden saldırıyor. Biber gazı, tazyikli suyu doğrudan kullanıyor. Biber gazıyla ilgili Türkiye’nin imzaladığı anlaşmalar var. Göstericilerin uyarılması gerektiği, sağlık önlemlerinin alınması gerektiği ve kapalı mekânlarda kullanılmaması gerektiği belirtilmiş. Sorun şu ki buna uyulmuyor. Bunu zaten siyasi iktidar teşvik ediyor. Vatandaş bu haksızlığı yargıya da taşıyamıyor. Taşıdığında da sonuç ortada.

Son dönem ülke genelinde ifade özgürlüğünün ceza davalarıyla baskılanmasını çok tartışıyoruz. TCK 301 ve 299 muhaliflere yönelik en çok işletilen ceza maddeleri oldu. Bazı olaylarda Adalet Bakanlığı, ifade özgürlüğü kapsamında kaldığı mütalaasıyla soruşturmaya izin vermiyor. Bazı dosyalarda ise mahkemelerin Bakanlığın dahi gerisinde yaklaşım gösterebildiğine şahit oluyoruz. Mahkemelerin daha ciddi hukuki süzgeçleri olması gerekmez mi?
İfade özgürlüğü Anayasada izah edilmiş, Avrupa İnsan Hakları sözleşmesinde çok net belirlenmiş; ifade özgürlüğü demokratik bir toplumun olmazsa olamazıdır. Türkiye’de ifade özgürlüğü yok ‘düşünme özgürlüğü’ var daha çok. Düşüncen beyninin, kafanın içinde kalsın ama dile getirme. Oysa herkes düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resimle; tek başına veya toplu olarak yayma hakkına sahiptir. Herkes önceden izin almaksızın, silahsız ve saldırısız barışçıl gösteri ve toplantı yapma hakkına sahiptir. Kamu düzenini bozsa bile şiddete dönüşmeyen barışçıl izinlere müdahale edilemez. Ama düzen, egemen güç, yargılamada hakim olan zihniyet ifade özgürlüğünü olağanlaşmış, basitleşmiş düşünceler olarak ele alıyor. AHİM yerleşmiş kararlarında sarsıcı, şoke edici, toplumun belli kesimleri ve devlet için rahatsızlık uyandırabilen düşünceleri de açıklayabileceği belirtiliyor. İfade özgürlüğünü basit sıradan şeye indirgeyemezsiniz.

AVUKATA ‘NİÇİN GÖREVİNİ YAPIYORSUN’ DENİYOR

Savunma hakkına yönelik saldırılar da söz konusu. Savunmanın dokunulmazlığı var mıdır? Adana’nın tanınmış insan hakları savunucusu Av. Tugay Bek ve Sevil Aracı, bir dilekçeleriyle Cumhurbaşkanına hakaret ettikleri iddiasıyla yargılanıyorlar. Bir avukat, yazdığı dilekçe nedeniyle soruşturmaya uğrarsa, vatandaş olarak biz kendimizi nasıl savunacağız?
Adaletin gerçekleşmesi için bağımsız yargının üç sac ayağı olan yargıç, savcı ve avukatın (savunma)nın birbirinden bağımsız ve eşit hukuka sahip olması gerekir. Ama uygulamada böyle bir durum yok. Bu üç sac ayaktan ikisi daha çok devlet ve siyasi iktidarla özdeşleşmiş. Savunma olmaksızın yargılanma olamaz. Hakim olan zihniyetin savunmaya bakışı; olsa da olur olmazsa da olur şeklinde. Avukatın işi, müvekkilini savunmaktır. Bunu yaptığı için avukatı yargılarsan vatandaşa “Ben senin avukatını da yargılıyorum, ayağını denk al” mesajı verirsin, avukata da “Niçin avukatlık” yapıyorsun anlamına geliyor. Bize mesleğimizi yaptırmaz hale getiriyorlar.

Doğal yargıç, yargıç teminatı ne demektir? Kritik davalarda yargıçların değiştiğini ve kararların çok farklılaştığını da görüyoruz. Ne dersiniz?
Anayasada kanuni hakim güvencesi var. Hiç kimse tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz. Kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma sonucu doğan yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz. 12 Eylül darbesinin anayasası olsa da son derece açık söylüyor. Sulh Ceza Hâkimliklerinde yaşanan durum daha önce Özel Yetkili Mahkemelerde yaşanan durumdur. Bu uygulamaların hepsi doğal yargıç uygulamasının dışındadır. Atama adı altında yargıç dizaynı yapılıyor. Buralarda hakim ve savcıların verdikleri kararlar, yürüttükleri işlemler doğrudan doğruya siyasi iktidarın lehine oluyor. Bugün lehte ve aleyhte verdikleri kararlara göre terfi veya sürgün, ceza veya ödül haline dönüşen açık bir iktidar müdahalesi söz konusudur.

Bugün yargının nasıl bir sorumluluğu var? Yargının iktidar tarafından kontrol edildiği sık tartışılır oldu.
Yargı yeniden dizayn ediliyor. Siyasi iktidar, kaçak saray, hukuku ve yargıyı kendisine bağlıyor. Yargı bir tehdit aracı haline dönüştürülüyor. Bunların hepsi bilinçli, planlı çünkü topluma gözdağı verilmek isteniyor. Mart ayında Ankara’da yaşanan bir terör saldırısını kınamak için toplanıp açıklama yapmak istedik. Ama en ağır şekilde bizleri darp ettiler, gazladılar, copladılar. Bu saldırıyı niçin yapıyorlar? “Bak görüyor musun ben milletvekilini hastanelik ediyorum, Baro Başkanını gazlıyorum, hastanelik ediyorum. Ey vatandaş sen de başına gelecekleri gör” diyerek siyasi iktidar kendi karşısında boyun eğmeyenlere saldırarak toplumun geneline mesaj vermek istiyor. Ancak bu böyle gitmeyecek. Bu günler geçecek!

ÖNCEKİ HABER

Temizlik işçileri: Kürek, süpürge bizim; ne çaldık çöp mü?

SONRAKİ HABER

Fransa’da mücadelenin enerjisi yüksek!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa