Murat Somer: Özgürlükler değil, baskı terörü arttırıyor
Doç. Dr. Somer: Terör artmışsa, basın, akademisyenler özgür olduğu için mi? Hayır. Tersine eleştiri yapılamadığı için yanlışlar düzeltilemiyor.
Şerif KARATAŞ
İstanbul
Koç Üniversitesi Siyaset Bilimleri ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Murat Somer ile AKP’nin dış politikasını ve içeriğini genişletmek istediği terör tanımını konuştuk. Mülteci ve vize anlaşmasında, hükümet yetkilileri ve Cumhurbaşkanlığının ısrarlı bir şekilde, 72 madde içerisinde Türkiye’nin uygulamak istemediği tek maddenin terörle ilgili olduğu imajını yaymaya çalıştığına dikkat çeken Somer, Avrupa’nın istediği değişikliklerin Cumhurbaşkanlığının her istediğini yapabilme imkanını kısıtlayıcı değişiklikler olduğunu belirtti.
Terör kavramının içeriğinin genişletilmesinin işin bahanesi olduğunu işaret eden Somer, “Terör artmışsa, basın özgür olduğu için, akademisyenler özgür olduğu için mi? Hayır. Tam tersine eleştiri yapılamadığı için yanlışlar düzeltilemiyor. Bizim daha çok fikir özgürlüğüne sahip olmamız gerekiyor” dedi. Somer’in sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:
Başbakan olmasının ardından, Binali Yıldırım’ın “Dostlarımızın sayısını artıracağız, düşmanlarımızın sayısını azaltacağız” ifadesi AKP’nin dış politikada da bir değişikliğe gideceği şeklinde yorumlandı. Siz bu yorumlara katılıyor musunuz?
Öncelikle, Türkiye’nin bunu yapması gerekiyor. Fakat, bu bir temenni mi yoksa politika kararı mı? Ve şu soruları sormak gerekiyor: Bu kararı kim verecek? Başbakan mı verecek? Yoksa Cumhurbaşkanlığı mı verecek? AKP ne yapacak, bir parti olarak mı karar verecek, yoksa uygulayıcı bir makam mı olacak? Kimin nasıl karar vereceğini bilmiyorsak, uygulanabilecek mi bilemeyiz. Bir ülke ben şu konuda farklı politika izleyeceğim dediği zaman, eğer diğer ülkeler buna inanırlarsa, o zaman o karar etkili olur. İnandırıcı olması için kurumsallığının olması lazım. Ne kadar dar bir kesim tarafından verilirse, kişiselleşirse inandırıcılığı da o kadar azalır. Son dönemde Türkiye adına üretilen resmî söylem ve politikalarda büyük çalkantılar oldu. Müzakere sürecinde oldu. Mülteci dönüşü ve vize anlaşmasında oldu. Anlaşmayı Başbakan imzalamıştı ama sonra istifa etmek zorunda kaldı. Cumhurbaşkanlığı anlaşmanın aleyhine konuştu ve Avrupa Birliği biz bu anlaşmayı Türkiye devletiyle yaptık demek zorunda kaldı. İkinci mesele de, Türkiye’nin dış politikada bir paradigma değişikliğine gitmesi gerekiyor ama önündeki seçenekler oldukça kısıtlı. Bu da yine iç politika ile ilgili. Çünkü paradigma değişikliği, mevcut hükümetin ve Cumhurbaşkanlığının iç ve dış kamuoyuna çok radikal şekilde kullandıkları söylemlerle ters düşmelerini gerektirecek. Örneğin Esad konusunda o kadar yoğun söylemler kullandılar ki, şimdi değiştirmek kolay değil. Bir iktidar değişimi olmadan, Türkiye’nin böyle büyük bir değişikliğe gitmesi ve inandırıcı olması zor.
Peki Türkiye’nin neden dış politikası değiştirmesi gerekiyor? Biraz açar mısınız?
Çünkü; Türkiye dış politikada çok yalnızlaşmış durumda. Suriye özelinde hükümet yanlış varsayımlarla ve beklentilerle rejim değiştirme projesine girişti, Suriye’deki muhalefeti organize etti, Esad rejimi ile tüm köprüleri attı. O dönemde ABD de bunu destekledi. Fakat daha sonra tüm taraflar Suriye’deki politikalarını değiştirdiler. Ama Türkiye politikasını değiştiremedi. Buradaki en kilit sorulardan bir tanesi de Kürt sorunu ve PYD ile olan ilişkiler. Suriye politikasını değiştirebilmek için PYD, PKK ve Kürtlere yönelik politikalarda değişikliğe gitmek gerekiyor. Bu gerçekleşebilir mi? Olması için iki şey gerekiyor. Birincisi, Hükümetin böyle bir vizyonunun olması gerekiyor. İkincisi, öncelikle otoriter başkanlık rejimi talebinde ifade bulan anayasal rejim krizinin aşılabilmesi ve asgari demokratik kurallar rejimine geri dönülebilmesi. Vizyondan şunu kastediyorum. Şiddet ve terör sorununun ötesinde iç ve dış Kürtlerle nasıl bir ilişki kurulması hedefleniyor? Örneğin Türkiye Suriye’deki Kürtlerle önümüzdeki 5 yıl içerisinde, 10 yıl içerisinde nasıl bir ilişki istiyor. Suriye büyük bir ihtimalle ya federal bir yapıya bölünecek, ya da parçalanacak. Veya gerçekleşmesi zor ama diyelim ki Esad rejimi düştü. Tüm bu durumlarda Kürtler Suriye’de yaşamaya devam edecek. Bizim Kürt vatandaşlarımızın da akrabası. Eğer Kürtlerin bir statüsü olmadığı takdirde bu o zaman Türkiye’de olduğu gibi Suriye’de de bir Kürt sorunu olması anlamına gelir ve buraya da yansır. Statüleri ne olacak Suriye halkı kendi karar vermeli. Ama Türkiye şuna karar verebilir: Ben Irak’taki Kürtlerle olduğu gibi Suriye’deki Kürtlerle dostane ilişki kurmak istiyorum. Yani strateji bu olabilir.
PYD İLE PARADİGMA DEĞİŞMEDEN, SURİYE’DE PARADİGMA DEĞİŞMEZ
Irak’taki Kürtlerin durumuna ilişkin de Türkiye şuan Suriye Kürtlere yönelik izlediği politikaya benzer bir politika izlemişti. Fakat sonrasında Irak Federal Kürdistan Bölgesi kuruldu. Türkiye ilişkilerini geliştirdi....
2008’te Amerikalıların teşvikiyle bu ilişki biçimi değişti. Her iki taraf da bundan çok yararlandı. AKP de iç siyasette çok yararlandı. Şu anda ise ABD’nin PYD’ye desteği daha çok taktiksel bir destek. Fakat uzun vadede Türkiye PYD ile ilişki kurmaya istekli olursa ABD bunu tercih edebilir. Çünkü Suriye’deki diğer alternatif gruplara bakıldığında, Kürtler ABD’nin tercih edebileceği gruplar, özellikle laik olmaları açısından. Burada şöyle bir faktör var: PKK unsuru. Çok iyi biliyoruz. Müzakere sürecinin çökmesinde Suriye’deki gelişmelerin çok büyük etkisi oldu. Fakat sonuç olarak çatışmaların yeniden başlaması da 7 Haziran seçimlerinden sonra oldu. Neden olduğunu tam olarak bilmiyoruz. Ama bana kalırsa, her iki taraf da söylemleriyle ve kararlarıyla sadece Kürt sorununun bu kadar kötü bir mecraya girmesine yol açmadılar, aynı zamanda Türkiye’de demokrasinin çökmesine de neden oldular. PKK nasıl bir provokasyonla karşılaşmış olursa olsun, bu terörü bu şiddeti nasıl bir hesaplamayla yeniden başlattı, tam olarak bilmiyoruz. Hükümet bundan hem 1 Kasım seçimlerinde yararlandı hem de otoriterleşmenin mazereti olarak kullanıyor. Bu durumda Türkiye’nin PYD ile farklı paradigma oluşturması da imkansız hale geliyor. Öncelikle, PKK ile bir ateşkesin, bir tür barış sürecinin başlaması gerekiyor. PYD ile bir paradigma değişmeden, Suriye’de paradigma deşikliği de pek kolay değil.
SÖYLEMİN TABANINDA PRİM YAPTIĞINI GÖRÜYOR
Erdoğan’ın ve AKP’nin başarısız dış politikanın sorumluğunu Ahmet Davutoğlu’ya yükleyeceğine dair değerlendirmeler yapıldı.
Evet iktidar bunu yapabilir ama daha çok iç politikayla ve güç konsolidasyonuyla ilgili değerlendirmek gerekiyor bence. Dışarıda bir nebze esneklik kazandırsa da etkisi snırlı olur. Çünkü radikal söylemleri Cumhurbaşkanlığı da kullandı, sahiplendi, dış aktörler onunla özdeşleştiriyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan mülteciler ve ardından Almanya Parlamentosunun Ermeni Soykırımını kabul etmesinin ardından sert çıkışlar yapmaya devam ediyor. Neler diyeceksiniz?
Kendi tabanına karşı bu söylemin prim yaptığını görüyor. Fakat bir nedenin daha iç siyasetle ilgisi olduğunu düşünüyorum. Batı ile entegrasyon Erdoğan’ın sahip olmak istediği iktidar serbestliğini kısıtlayıcı özelliğe sahip. Örneğin mülteci ve vize anlaşmasında, hükümet yetkilileri ve Cumhurbaşkanlığı ısrarlı bir şekilde hep bu 72 madde içerisinde Türkiye’nin uygulamak istemediği tek maddenin terörle ilgili olduğu imajını yaymaya çalışıyorlar. Halbuki mesela ihale yasası da var. Onun terörle ne ilgisi var? Daha şeffaf ihale neden Türkiye’nin çıkarına aykırı olsun? Ama tabii yolsuzluğu azaltma ve rant dağıtma imkanlarını kısıtlama özelliği var. Sonuçta Avrupa Birliğinin istediği türden değişiklikler Türkiye’de hükümetin daha şeffaf olması, daha hesap vermesini gerektiren değişiklikler ve bunlar Cumhurbaşkanlığı’nın her istediğini yapabilme imkanını kısıtlayıcı değişiklikler.
Terör kavramının içeriğinin genişletilmesi işin bahanesi o zaman...
Gücü merkezileştirmenin bahanesi. Hükümet yetkililerini dinlediğimizde sanki Avrupa Birliği terörle mücadele eden güvenlik güçlerinin ellini zayıflatacak şeyler istiyor. Ama aslında böyle değil. Terör artmışsa, basın özgür olduğu için, akademisyenler özgür olduğu için mi? Hayır. Tam tersine eleştiri yapılamadığı için yanlışlar düzeltilemiyor. Bizim daha çok fikir özgürlüğüne sahip olmamız gerekiyor.
İstanbul'da yine bir bombalı saldırı yaşandı.
Saldırı olduğu anda yayın yasağı getirildi. Dolayısıyla nerede güvenlik zaafı var, kim sorumlu sorgulayamıyoruz. Terör sonuçta hem politika hem de güvenlik güçleri başarısızlığıdır. Ama yetkili makamlardakilerin hiçbiri istifa etmiyor. Hiçbiri eleştirilmiyor. Dolayısı ile yanlış politikalar da devam ediyor. Terörün tanımı genişlerse bu hesap vermeme durumu daha da genişleyecek. Yoksa terör yasasında yapılması istenen değişikler, işte adam öldüren, bomba atan, teröristler yakalanmasın ya da cezalandırılmasın demiyor. Batı ile ilişkiler Türkiye’de şu anda kurmak istenen türden otoriter başkanlık rejimini sindirebilecek ilişkiler değil. 12 Eylül’de de böyle olmuştu. Tabii hükümet bu ilişkileri tam anlamıyla koparmayı da istemez. Çünkü, o ilişkiler hala çok önemli. Fakat çok yakın ilişki de istemiyor.
Suriye sınırında IŞİD’in kontrolündeki bölgeden Kilis’e top mermileri atılıyor. Polise yönelik arka arkaya yaşanan saldırlar var. Bütün bu fotoğrafı nasıl değerlendirirsiniz?
Bir yandan Türkiye’de PKK ile büyük bir savaş var. Ama öte yandan Suriye tarafından PYD’den Türkiye gelen bir saldırı yok. Buna karşılık IŞİD’ten gelen bayağı büyük bir saldırı mevcut. Burada Türkiye önceliklerini değerlendirmeli. Fakat Türkiye’deki demokratik toplumun da elini rahatlatacak şey, bir yerde PKK. Çünkü PKK terör eylemlerine devam ettiği sürece, ülkenin bir tarafı silah deposu haline getirilmiş, genç insanlar ölüyor. Böyle bir ortamda HDP eziliyor, demokratik toplum da zayıflıyor. Hükümetten bir değişiklik istese de olmuyor.
MUHALEFET ÇOĞUNLUK FAKAT BÖLÜNMÜŞ
Bir kaos durumu yaşanıyor. Buna karşı toplumun ne yapması gerekiyor?
Dünyada bir sürü ülkede benzer şeyler yaşamış, ders çıkarmamız gerekiyor. Türkiye’de aslında muhalefet çoğunluk. Fakat bölünmüş durumda. Dolayısıyla öncelikle muhalefetin diğer ayrılıklarını bir kenara bırakıp, anayasal sistemi yeniden tesis etmek için, ortak bir platform oluşturulması gerekiyor. Yani Kürt meselesindeki ayrılıklarının, laiklik konusundaki ayrılıklarının, başka konulardaki ayrılıklarının, bu amaca göre çok daha az önemli olduğunun farkına varması lazım. Bu konuda el ele vermeleri ve bir demokratik birlik oluşturmaları gerekli. Bu gayeye ulaştıktan sonra, gene herkes kendi özel davasına demokratik sistem içinde devam edebilir.
‘ILIMLI ÇİZGİYİ TERCİH EDİYOR GÖZÜKÜYORLAR’
Tunus’ta İslamcı Nahda partisinden, hemen ardından da Mısır’daki İhvan'dan (Müslüman Kardeşler) “Dinle siyaseti ayırma niyetindeyiz” açıklamaları geldi. Bu ne anlama geliyor?
Müslüman Kardeşler geleneği, AKP’de bunun bir parçası, özellikle Türkiye’de laik rejimler karşısında uzlaşmacı bir çizgi izlemişti. AKP bu çizgiyi biraz da, Arap kalkışmaların bir fırsat olabileceği, Müslüman Kardeşler rejimlerinden oluşan bölgesel bir güç bloğu oluşturulabileceği beklentisiyle terk etti. Bu, bölge gerçekleri karşısında uygulanabilir bir strateji değildi. Belki son gelişmeler Müslüman Kardeşlerin tekrar daha gerçekçi bir çizgiye dönmesinin işaretleri olabilir. Ama acaba AKP bunu yapar mı? Türkiye’de durum farklı. Tunus’ta, Mısır’da da Müslüman Kardeşler kendilerini zayıf noktada görüyorlar. Örneğin Tunus’ta hala medya, akademi, kurumlar daha çok laiklerin elinde. Türkiye’de İslamcılar 2001’de hükümeti kursalar bile nasıl biraz dışarıda hissediyor idiyse, Ennahda da kendisini öyle hissediyor. Dolayısıyla şimdi onlar ılımlı çizgiyi tercih ediyor gözüküyorlar. Türkiye’de ise İslamcılar şu an hiç olmadıkları kadar kendilerini iktidarda hissediyorlar. Devletin imkânlarını sınırsız kullanmanın coşkusunu yaşıyorlar.
DIŞ POLİTİKADA ORTADOĞULULAŞMA SÜRECİ...
Suriye politikasında değişikliğe gidilmesi durumunda bunun Rusya ve İran’la ilişkilere yansıması olur mu? Esad ile dolaylı da olsa bir görüşme olasılığı görüyor musunuz?
Böyle bir arayış var gözüküyor. Bazı askeri yetkililerinin açıklamalarından da onların böyle bir şey için hükümeti teşvik ediyor olabileceğini anlıyoruz. Fakat burada bence asıl tehlike Batı ittifakından uzaklaşmak şeklinde bunun yapılması. Çünkü ABD’ye güvenilmediği için, Batıya güvenilmediği için, onlar tarafından “sırtımızdan bıçaklandık” diye Rusya, Suriye’ye yaklaşılırsa maliyeti ağır. Bu iki sene sonra asıl onlar tarafından sırtımızdan bıçaklanmaya yol açmak anlamına gelir. O zaman dış politikamızın Ortadoğululaşması süreci de tamamlanır. Çünkü Ortadoğu’da otoriter rejimler hep sırf ayakta kalabilmek için böyle geçici ittifaklar ve ilişkiler kuruyorlar. Ve bunların çoğu da bir süre sonra ihanetle sonuçlanıyor. Başka ittifaklara yöneliyor. Ama Türkiye Batı ittifakıyla ilişkilerini iyi tutarken, bir yandan da Rusya ile İsrail ile, Esad rejimi ile görüşme başlarsa, bu Türkiye’nin yapması gereken bir şey. Zaten Türkiye’nin stratejisi, yavaş yavaş Suriye’nin içişlerinden sıyrılıp, mümkün olduğu kadar bu denklemdeki bütün taraflarla ilişkilerini onarması olmalıdır. Herhangi bir savaş-sonrası rejim senaryosuna angaje olmamalı.