10 Haziran 2016 03:50

10 Ekim, dinmeyecek bir sızının geride bıraktıklarıdır

Büyük bir heyecanla 10 Ekim barış mitingine gelmek için yola çıkan on binlerin heyecanından geriye; katliamın hemen ardından da mücadele kaldı.

Paylaş

DOSYA: 10 Ekim anKARA'dan geriye kalanlar

Damla YELTEKİN (*)  

Büyük bir heyecanla ülkenin dört bir yanından 10 Ekim barış mitingine gelmek için yola çıkan on binlerin heyecanından geriye; katliamın hemen ardından da mücadele kaldı.
Ankara Tren Garı’na ulaşmak için binilen otobüslerde, verilen molalarda çekilen halaylar ve horonların olduğu fotoğraflar, videolar ve en çok da kahkahalarını hatırladığımız o güzel insanları kaybettik.
Geriye dönüp baktığımızda, onlarla ne kadar vakit geçirdiğimizi, neler yaptığımızı, kaç kere afişe çıktığımızı, kaç kere güldüğümüzü ve ağladığımızı düşünen gecelerimiz kaldı.
Alanda olan, yaralanan, o gün gelememiş olan herkeste büyük bir acı ve bu çekilmez acıya rağmen bedenlerimizin aslında çelikten olduğunu gördük. Yaşama tutunma, mücadele ve daha yaşanılır bir dünya düşümüz vücudumuzda akan kanı ve eti aslında çelik hale getirmiş olmalı.
Bizler, tarihsel gerçeklere, katliamlara, vahşetlere sadece bir nefes kadar yakın olduğumuzu biliyoruz artık. Yaşanan çatışmalı süreçle birlikte Kürt illerinde sönmeyen bu ateşi Ankara’nın göbeğinde canlarımızı kaybederek yaşamış olduk. Artık asla normale dönmeyecek birer hayatımız var.

BEDENLERİMİZDE BİLYELER

Çocukken oynanan oyunlarda kim yenerse yensin bilyeler sahiplerinde kalırdı.
Paylaşmayı, birlikte yaşamayı öğrendiğimiz o güzel çocukluk anılarımızın ardından şimdi bedenlerimizi delip geçen o şarapnel ve bilye parçalarının izlerini taşıyoruz. Sekiz ayda  unutturulmaya çalışılan bu katliamın izlerini bedenlerimizde taşıyoruz.
Yitirdiğimiz arkadaşlarımızın son anlarını asla unutmak istemiyoruz. Her yan yana gelişimizde hatıralarımızı anlatmamız da bundandır.
Yaralılar ve kayıp yakınlarıyla anma sonrasında ya da dost sofrasında hatıralarımızı paylaştığımız bu güzel insanlarda katliamın bıraktığı etki ise çok başka. Bambaşka şehirlerden, emek ve meslek örgütlerinden gelen ve artık kaderleri böylesine acı bir olayla birleşen bu güzel insanların yaraları ve acıları da bambaşka.
Yaralıların bedenlerine giren şarapnel ve bilyelerin izleri, ameliyatlarının izleri onurlu bir mücadelenin yol haritası aslında.
Ailesine korkmamaları için yaralandığını söylemeyen bir İhsan var mesela. Yaralandıktan günler sonra eve dönen İhsan, bacağındaki dikiş izlerine bakıp ‘bunu görmek istemiyorum’ diyor. Belki de oraya bir dövme yaptırır.
Sonra Özgecan var. Onu ilk fizik tedavi gördüğü dönemde tanımıştım. Odası da o çok sevdiği animeler gibi renkliydi.
Aylar sonra 10 Ekim Barış ve Dayanışma Derneği’nde karşılaştığımda bir derin nefes aldım. Renk renk elbisesiyle öylesine hayat dolu ki, bütün karanlıklara ve kaoslara karşı dimdik duran, o sıcacık gülümsemesiyle insanın yüreğine su serpiyor Özgecan.
Bir anma sonrasında tanıştığım kapkara, kıvırcık saçlı bir kadın var bir de. Adı Elif. Özgecan’ın annesi.  Elif ablanın Özgecan’ın annesi olduğunu 3- 4 ay sonra bir anmanın ardından oturduğumuz kafede öğreniyorum. Henüz soramadım Özgecan’dan ilk nasıl haber aldığını.
Bir anne için nasıl büyük bir bilinmezliktir?  Yanında mıdır? Aynı hastaneye gidebilmişler midir? İlk ne zaman tekrar görebilmiştir? Şimdi kızı yanında, nasıl da güzel bakıyor gözleri...

KILPAYI HAYATTA KALANLAR VE...

Kıl payı hayatta kalan, yakınlarının teşhis için gittiği morgda hayatta olduğu anlaşılarak yaşama dönen insanlar, sadece santimlerle hayati damarlarının ya da organlarının zarar görmediği onlarca insan, patlamadan sağ kurtulan ama peşinde kanlıları olan bir genç, kanser gibi bir illetten kurtulan ancak bombalı saldırıda hayatını kaybeden bir beden...
Bedeni darbe dönemlerinde girdiği cezaevinde işkenceler görmüş ama kocaman kahkahasıyla ellerini birbirine vurarak ‘hadi afişe çıkalım’ diyen Ercan’ı kaybettik. Bacağına sayısız şarapnel isabet eden Mehmet gördüğü psikolojik destekle artık daha rahat uyuyabiliyor.

‘BİRBİRİMİZE UMUT OLUYORUZ’

Pes etmeyen, hâlâ dimdik duran bu insanları barış için, daha yaşanılır bir dünya için mücadele ederken görmeye devam ediyoruz. Birbirimize umut olmaya...
Buluşmalarda ‘ağrın var mı?’ diye başlayan sohbetler... Sıradan sohbetlerde öylesine bir ‘nasılsın’ sorusunun, bizim için yüreğimizin en merhametli ve şefkatli yerlerinden soruluşu ve anlamlanışı...
Yaşamları, belki mahşer yerine dönen Numune Hastanesi’ne gitmediği için kurtulan yaralılara bakıyorum da, Emre mesela. Sol yanından yaralanan Emre’yi ilk kez katliamdan 3 ay kadar sonra gördüğümde yaralı bedenini bir hamlede kaldırmış ve çorba içmişti. Bir bedenin güçlü olmasından değil de bir yüreğin, bir düşüncenin güçlü olmasından bahsediyorum. Patlamanın ardından yaralılara yardıma koşarken yere yığılan ve yaralandığını anlayan Ekrem’den... Üçüncü bomba ihbarı nedeniyle ambulanslar alana çok geç gelirken, tehlikeye rağmen hep o alanda yaralılara yardım eden güzel insanlardan...
Doğum günü kutlanırken tanıştığım defalarca ameliyata giren ve ilk sarılmamızda bile yıllardır tanışıyor gibi içten olduğumuz Hakkari’li Mustafa’dan. Yeni aldığı pantolonun kestirilmesini istemediği için alçının çıkmasını bekleyen Hopa’lı Erdi’den bahsediyorum. Kızını kucağında kaybeden ve ağır yaralı olan Hatice abladan.  Doktorların, ‘ancak bir senenin sonunda ayaklanabilirsin’ dediği ve kontrollere yürüyerek giden Uğur’dan. Malatya’dan gelen ve kısa süre önce ameliyat olan Okan’dan bahsediyorum. Okan’ın ameliyatın ertesi günü dipdiri ve umutlu bakan gözlerinden bahsediyorum.
Gecenin ilerleyen saatlerine kadar uyuyamayan, uyuyabilenlerin kabuslarla geri kalktığı zamanlardan bahsediyorum. Ve bir ışığı güneşe çeviren bu güzel insanlardan.
Bir de Cafer var. Katliamda bacağı kesilmek zorunda kalan ve protezi için para gereken Cafer. Günay var, kesik bacağına çiçek resmi yapan, renk renk  resimleriyle herkesin gönlünü çalan Günay... Hastanede kaldığı dönemlerde hemşirelerin gelen ziyaretçileri sevgiyle odasına yönlendirilen Günay.. Yine, hastanenin sevgisini kazanan Gökhan Abi var. Kesik bacağı ne kadar ağrırsa ağrısın hep gülümseyen Gökhan abi. İlk gördüğümde hastaneden firar edip bahçeye kaçan garın önündeki anmalarda dimdik duran Gökhan Abi.
Gelip geçti diye düşünülen bir katliamın ardından hâlâ inatla yeşermeye devam eden ve yaşamayı en çok da onların hak ettiği ömürler var.

UMUT HEP VAR

Her zaman umudumuz var aslında. Cihan var mesela. Doktorların umut vermekten çekindikleri Cihan kafasından aldığı şarapnel darbesiyle uzunca bir süre bilinci kapalı uyumuştu. Hastane koridorlarında bekleyen ailesini görmüş olmalı ki düşünde, hayata geri döndü. İbn-i Sina Hastanesi’nde ziyarete gittiğimde tanıştığım babası için, eşi ve çocukları için geri döndü. Hastaneyi herkes gibi sevmiyorum. Aklıma o 10 Ekim’de ilk hastaneye gidişim geliyor hep. Ama bu sefer büyük bir heyecan ve bacaklarımın titremesiyle girdiğim hastanede tanıştığım Ahmet Abi, Cihan’ın babası tekrar mucizeyi hatırlatıyor bana. Bilinci açılan, söylenenleri anlayan, sürekli egzersizler yapan Cihan, umudun ve mucizenin adı oluyor. Ne kadar zamanda toplar kendini bilmiyorum ama hiç görmediğim ve bizim için umut olan Cihan’ın kendisi için yeni bir yaşam kuracağı günü sabırsızlıkla bekliyorum.
Konuştuğum neredeyse herkes, her anmanın daha kalabalık olması, katliamın asla unutturulmaması gerektiğini haykırıyorlar.  Katliamın gerçek sorumlularının bulunup, cezaları verilene kadar mücadelede kararlı bu umutlu insanlar, ‘birlikte ve kayıplarımız için mücadele ederek iyileştiğimizi’ biliyorlar.
Gördüğümüz kabusların dinmesi, yutkunamayışlarımız ve gözyaşlarımızın sona ermesi ancak birlikte ve mücadele ederek mümkün olabilecek.  

(*) Katliamdan yaralı kurtuldu, çıkarılması riskli olduğu için vücudunda bilye ile yaşıyor

YARIN: TTB Merkez Konseyi üyesi Doç. Dr. Deniz Dülgeroğlu Erdoğdu

ÖNCEKİ HABER

'Birbirimize tutunmaktan başka yol yok'

SONRAKİ HABER

Erdoğan, ABD programını yarıda kesti

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa