12 Haziran 2016 07:39

‘Harap’ edilmiş sözcükler

C. Hakkı ZARİÇ

Uzun yoldan gelmiş insanların anlatacak ne çok şeyi vardır, kim bilir. Dağ yamaçlarından gelmiş olanlar toprak ve güneş kokusu getirirler yanlarında. Uçurumlardan bahseder heceleri, bulutların sesini duyarsınız cümlelerinde.
Çağlayan bir ırmağın damlalarını getirir uzaktan biri. Ne çok söylence, ne çok türkü birikmiştir su boylarında. Söğüt ağacının yapraklarının fısıltıyla anlattığı nedir? Topak damlı evlerde neyin kuşkusudur kış? Eğilip dudaklarından öptüğünüz pınar hangi dağın sakladığı kekik kokusudur? Unutulan mendil, bir gözün süzülüşü, bir gözün bir göze süzülüşü neyi anlatır gizliden?
Buradan yola çıkıp da akşama erken yakalanan köyler, içinden geçip gidene merakla ve gıptayla bakan kasabalar boy veriyor, evet. Orada devlet ve diyanet, orada parazitli radyo kanalları, orada her şeyin yaşanır olduğu haber bültenleri karışıyor kekik kokusuna.
Gidemeyip kalan, derin bir iç çekişle, gidenleri kıskanıyor. Basık kapılardan loş odalara girerken alnına çarpan uzun hava bir türkü karşılıyor onu ev içlerinde. Uzun yola çıkmanın hayalini kuruyor ama cesaretine yenik düşüyor, evet. Gidebilse, gittiği yerde anlatacakları var elbet. Dönüş için özlem ve anı biriktirecek. Dönmek için gidenlerin yaptığı her şeyi öğrenecek bir gidebilse. Oysa mahcup evlerde derin uykuların perdesini indirmek zorundadır, ne yazık!
.  .  .
Biz; yani fiyakadan başı dönenler, herkesin olmak istediği yerde çakılı kalmanın çıkmazıyla yüzleşmekten korkanlar, yer altında gömülen madenciler için festivallerde şiir çığıranlar, acının çoğaldığı yerde Gezi için dize döktürenler ya da aç gezip tok sallananlar, cıbılın kabadayıları hatta, tığ teber şah-ı merdan, öldüre öldüre çoğaltmaya çalıştığımız ve yalana sığındığımız gerçeği… Kendini taklit etmenin binbir yolunu bilen ve geriye yaslanıp yeşil çay yudumlayarak, dahası efkâra “hüzün” diyerek neyi biriktiriyoruz? Uzakta boy vermeye yeltenen anılar kimin güncesinde saklı, neden?
Bomba sesleriyle uyandığımız her sabah, ekrandan yüzümüze yüzümüze çemkiren adamların iktidarını soluyoruz. İtidal ve kararlılık ne yaman bir efsaneymiş, buna tanık oluyoruz her gün biraz daha. Yazlıkçılar eylülden şikâyetçi yine. Alakasız cümleler boyu birikmiş öfkenin sarkacında sallanıyoruz.
Uzaktan getirdiğimiz, uzağa götüreceğimiz her anıda selâ veren hocanın sesi çınlıyor neredeyse. Köşesine çekilip kendini korumaya çalışanlar, meydana çıkıp gidişata isyan edenleri masa başından yaman destekliyor.
Suyun önünü kestiler, frak giyen adamlar parmak sallamakta, dalkavuklar diz kırmakta ustalaştı. Saraylarda ahmak aynalar hayranlıkla bakıyor korkunun gözlerine.
Sabahına başladığımız günde akşamın yorgunluğu devam ederken, yetişmenin telaşına koşuyor adımlarımız. Daha fazla üretmenin, daha azla yetinmenin bütün yollarını ezberlememizi istiyor virane çağın bataklık sinekleri.
Yaşam boyu özel sağlık sigortası edinmeliyiz, yaşam boyu kaygılarımız için bu gerekli. Bununla yetinmemeli yaşam koçu bulmalıyız kendimize. Çünkü nicedir en yalın sözcüklerle, en yalın halimizi karıp kurduğumuz cümlelerin karşılığını alamıyoruz. Geri dönen suskunluk tekin değil. Varlığımızı kendi varlığına armağan olarak isteyen hitabe, kefen giyerek dolaşacağını iddia ediyor sokakta. Doğursan yetersiz, doğurmasan eksik olduğun kanun hükmünde kararname kıvamında. Yüzüne baka baka yırtıcı ağızlarıyla gülmenin ve iftar çadırlarından nasiplenmek isteyen mülteci çocukları tekmelemenin yargıda yeri yok.
Ne kadar alçalsa, hilesi o kadar büyüyor. Ne kadar itibar kaybetse heybetinden başı dönüyor kurulu düzenin. Yoksulluk mezarlık kadar çok oysaki.
Neyseki bazı teraslar gün batımı için ideal.
. . .
Herkes farklı biçimde salvoluyor içindekini hayata. Kimi özlemini içinin derinliklerine gömerek, kimi renklerin sayfalarını açarak, kimi bakırı yorarak, kimi ahşabı yontarak çıkarıyor içindekini. Notaların dünyası bir başka toplam.
Giderek koyu karanlığa evrilen zamanın karşısında durmanın bir anahtarını da şair tutuyor elinde. Açtığı ya da açmakta zorlandığı kapılardan sızan ışığı insana armağan etmek için yan yana gelmemiş sözcükleri tımar ediyor. “Vatansız şiir yazmak alçaklıktır” demişti Ahmet Erhan. Sur’da ya da Sinop’ta kadınların ve çocuların, tarihin ve doğanın, evlerin ve duvar yazılarının kalbini acıtan şeylerin çoğaldığına tanıksak ya alçak olanla karşı karşıya geleceğiz yazdıklarımızda ya da ahkâmın girdabına bırakacağız kendimizi.
Ötesi yok! Minareler ve kışlalarla kışkıran, oradan boy atıp filizlenen ve ışıltılı kılıcını gırtlağımıza dayayanlar, som sözcüklerle temize çekiyor kendini. Nemli ovalarda “buğdayla ders çalışmanın” ya da zırvalamanın sütüyle dünyayı beyaza boyamanın da ayrışması gerek.
.  .  .
Bütün bunları niye yazdım ki? Cenk Gündoğdu, “Harap” adını verdiği şiir kitabıyla karşıladı hayatı, daha bir ay olmadı Kırmızı Kedi’nin bastığı kitap. Okurken bunları düşündüm. Yazarken “Harap” sözcükler dineldi satırlarda. Memleketi ve hayatı mesele eden şiirlerle yüzleştikçe, alçaklardan arınmış şairin kendini nasıl “Harap” ettiğine tanık olmak için. Güzel neden!

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Çayırhan’da çakal sofrası

Çayırhan’da çakal sofrası

AKP iktidarının özelleştirmek istediği Çayırhan Termik Santrali ve maden işletmesinin ‘adrese teslim’ ihalesi bugün gerçekleştirilecek. İşçiler ve kamuoyu özelleştirmeye karşı çıkarken, adrese teslim ihaleye sicili kabarık patronların katılması bekleniyor. Çayırhan’ı yutacak sofrada IC İçtaş, Cengiz, Kolin, Limak, Alagöz, Ciner, Yıldızlar SSS var. Ödenmeyen işçi ücretleri madenin satış fiyatından fazla!

317.36 milyon TL: Yunus Emre Termik Enerji Santralinin son 3 ayda ürettiği elektriğin değeri

204.9 milyon TL: Aynı dönemde 1000 işçinin ortalama ücretlerden patrona 'maliyeti'

0 TL: Şirket 2021, 2022 ve 2023 yıllarında hiç vergi ödemedi

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
2 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et