Mehtap Sakinci Coşgun: İnsanlar öldükleriyle kalmayacak
10 Ekim Der Başkanı Mehtap Sakinci Coşgun, katliama, dernek çalışmalarına ve hukuk mücadelesine yönelik sorularımızı yanıtladı.
10 Ekim Der Başkanı, 10 Ekim katliamında yaşamını yitiren Avukat Uygar Coşgun'un eşi Mehtap Sakinci Coşgun, 8 ay, 8 sene, 80 sene ne kadar süre geçerse geçsin bu katliamın bir insanlık suçu olduğunun altını çizdi. Coşgun bu katliamın basite alınacak, üzeri kapatılacak, 'ne olduysa oldu, geçti' denilecek bir şey olmadığının altını çizerek, “Bize adalet gelmediği sürece bu ülkede kimseye adalet gitmeyecek. Derdimiz adalet. İnsanlar öldükleriyle kalmayacak” dedi.
Bu tür katliamların bir daha olmaması için aynı safta birleşme çağrısı yapan Coşgun, 10 Ekim Barış ve Dayanışma Derneği'nin amacının da safları birleştirmek olduğunu söyledi. Coşgun katliama, dernek çalışmalarına ve hukuk mücadelesine yönelik sorularımızı yanıtladı.
Katliamda 101 kişi yaşamını yitirdi, 459 yaralı var, insanların yaşamları değişti, uzuvlarını kaybeden var, başkasına bağımlı yaşayan var. Maddi durumu iyi olmayanlar, işini kaybedenler var.Bunları yaşayanlar olarak bir dernek kurdunuz, amacınız neydi?
Ülkemizde 7 kişi bir araya geldiğinde dernek kurabiliyor ama bu alelade bir dernekten ziyade insanların yaralarını sarmak için bir araya geldiği, gelmek zorunda olduğu bir dernek. Biz her platformda şunu söylüyoruz: 'biz heves derneği değiliz'. İnsanı da çok fazla acıyı da içinde barındıran dernek olduğumuz için, dernekleşmemiz de sistematik oldu diyebiliriz. Bir katliam düşünün; Türkiye tarihinin en kanlı katliamı olsun ve Ankara'nın göbeğinde Tren Garı'nda yaşansın. Beraberinde bir sürü mağduriyeti ve soru işaretlerini de insanların kafasında barındıran bir katliam olsun. Bu katliam da mutlaka insanların bir araya gelmesi, aynı düşüncelere sahip olması ve bir çatı altında toplanmaları kaçınılmazdı.
Nasıl destekler aldınız?
Doksanıncı gün bazı ailelerin kendilerini daha iyi hissettiği, en azından garın önüne gelebildikleri bir zamandı. Şunu gördük, bir şeyler yapmamız gerekiyordu, zaten süreç çok ağır işleyecekti. Bir şeyler yapmamız lazım dedik. Burada kurumların çok büyük desteği oldu, ödenmez emekleri var, çok büyük bir çabanın sonunda biz dernekleşmeyi başarabildik.
Bütün organizasyonlarda sağ olsunlar bizim ismimizi es geçmiyorlar. Davetler alıyor, toplantılara katılıyoruz. Herkesle dayanışma halinde oluyoruz. Emek, barış, demokrasi üçgeninde bir araya gelen bütün oluşumlar, bizim de içinde rahatlıkla olabileceğimiz oluşumlar. Siyasetler üstü bir misyonu var derneğimizin. Çünkü birden fazla siyasi düşüncenin bir arada olduğu ailelerle birlikteyiz.
DERNEK OLARAK BİZ BİR AİLEYİZ
Derneğe kimler üye olabilir? Nasıl çalışıyorsunuz?
54 kurucu üye ile kurduk. Hayatını kaybedenlerin birinci dereceden yakınları ve yaralıların bizzat kendileri üye olabiliyorlar. Birçok insan bize bunun nedenini soruyor. Biz önce kendi doğal üyelerimizi belirlemenin derdindeydik çünkü. Bu bir ailedir. Önce kendi ailemizi tanımak bizim için önemli. Sonrasında da daha kucaklayıcı, daha çok kişinin üye olabileceği bir dernek olmak gibi bir derdimiz var. Bu da ikinci aşamada yapacağımız bir şey. Dernek şimdi kriz masası gibi çalışıyor. Herhangi bir üyemizin talebi bizim için eşit değerde. Kendimiz çözüyoruz. Üyelerden de maddi bir beklentimiz olmadığı için öncelikle kendi doğal üyelerimizi belirlemek için sınırlayarak başladık.
Aileler ve yaralıların derneğe yaklaşımı nasıl? Üye oluyorlar mı?
Her anmada üye sayımız artıyor. Yönetim kurulumuz 7 kişi. Bulundukları illerde her anmada bize yeni üye sayılarıyla geliyorlar. Son 3 aydır derneğimiz anma organizasyonunu üstleniyor. Dernek başkanı olarak gördüğüm şeyi söyleyeyim; hep yeni insanlarla buluşuyoruz. Bir kere gelen insan gelmeye devam ediyor ve bu çok motive edici bir durum.
150'ye yakın üyemiz var. Bu sayı giderek artacak. Bir yıla kadar belki de binlerce üyesi olan bir dernek, bir sivil toplum kuruluşu olacağız. Bir facebook paylaşımımızın 35 bin kişiye kadar ulaştığını biliyoruz. Bu çok büyük sayıdır.
HÂLÂ DOSYAYA ULAŞAMADIK
Soruşturma ve dava sürecinde nasıl bir ilerleme kaydedildi ya da kaydedilemedi?
Ailelerin bizden talepleri olabiliyor. En asli sıkıntımız şu; idari mahkeme nezdinde tazminatlarımızı gündeme getirdik. Hukuk ve adalet mücadelesi iki ayaklı yürüyor. Birinci ayağını ceza dosyası oluşturuyor, ikinci ayağını ise idari mahkemelerinde maddi ve manevi tazminatlarla ilgili kısım oluşturuyor.
İlk ayağındaki ana problemimiz dosyanın üzerindeki gizlilik kararının kaldırılmaması. Doğrudan mağdur olarak hâlâ dosyaya ulaşabilmiş değiliz. Bizi neyin beklediğini de bilmiyoruz. Dosyanın üzerindeki gizlilik kararı kaldırıldığında belki de bizleri psikolojik olarak yıpratacak detaylar ortaya çıkacak. Ya da bunu devletin sorumluluğuna götüren detaylara sahip olacağız.
Ve bunları bilmek, her şeyden önce yakınını kaybedenler, yaralanıp bedel ödeyenler açısından oldukça önemli. Her şeyden önce devletin bize davanın detaylarını ifade etme, beyan etme gibi bir yükümlülüğü var. Bununla ilgili henüz bir aşama kaydedemedik. Başsavcılıkla yaptığımız görüşmelerde, başsavcı 15 hazirana kadar iddianamenin yetişeceğini dava aşamasına geçileceğini söyledi.
Sürecin bu kadar uzaması iddianamenin yazılmaması dava sürecini nasıl etkiler?
Temmuz ayı içerisinde adli tatil var. Diğer taraftan dosyada 9 tutuklunun olduğu söyleniyor. Mevcut TCK, CMK ve TMK'ya göre bir tutuklu maksimum 5 yıl tutuklu kalabilir. Soruşturma, kovuşturma iki aşaması var. 5 yıl içinde dava bir noktaya gelse bile onlar serbest bırakılabilir. Tutukluların akıbeti ve mevcut yasal düzenlemeye göre bu süreci 5 yılda götürülmesi adına bizim buradan sonuç almamız gerekiyor.
Zamanla ilgili derdimiz bu. Tutukluların akıbeti ve mevcut yasal düzenlemeye göre bu sürecin 5 yılda götürülmesi adına bizim bir sonuç almamız gerekiyor.
'Neden gizlilik kararı' dediğimizde 'Bizden çıksın da sizde mahkeme aşamasında orayla görüşün' deniyor. Bu basit bir tazminat davası değil. Yaralama, hakaret davası değil. Onlarca kişinin otopsi raporları girdi. Yüzlerce kişinin yaralandığına dair raporlar var. 600, doğrudan TCK kapsamında suç teşkil eden doğrudan maktul ve mağduru bulunan bir dosya. Bizim için bir gün bile önemli.
Derdimiz, soruşturma anlamında ön çalışma yapılsın, gizlilik kararı kaldırılsın, sonra bizim de araştırılmasını istediğimiz hususlarla ilgili taleplerimiz değerlendirilsin. Sonra da süreci aktif olarak takip edelim.
Biz, taleplerimizi hemen dile getiremeyeceğiz, bari dosyaya vakıf olalım, mahkeme açılsın, iddianame yazılsının derdine düştük.
'Ben soruşturdum sen de kovuştur. Hadi cezayı verelim de bitsin 9 kişiye de entegre edelim' değil bizim istediğimiz. Taş çatlasın 15 kişi değil. 15 kişi bu ülkede tarihe geçecek bir katliamın aktörü olamaz. Maşası olur. Piyonu olur.
Tabi iç hukuk yollarının tüketilmesi, sürecin uluslararası platforma taşınması bunlar sonraki süreçler.
Olay yerinde yaralanan biri bakın şunu söylüyor ‘katliam bağıra bağıra gelmiş’. Biz bunu ertesi gün söylemiştik. Sonra çıkan dosyalarla da anlaşıldı.
Gizlilik kararı devam ediyor. Ve dosyaya ulaşamıyorsunuz. Nasıl bir olumsuzluk bırakıyor bu durum?
Gizlilik kararı, dava açılmadan önce kaldırılmaz ise biz dosyayı bilmeden ilk duruşmaya girmiş olacağız. Soruşturmanın genişletilmesiyle ilgili taleplerimizi ortaya koyamadığımız için biz burada otomatik olarak sürecin pasivize edilmiş tarafı olacağız. Aktif olarak dosyaya talepler götüremiyoruz.
Alanlarda neden gizlilik kararı kaldırılsın diye sesimizi yükseltiyoruz? Bunun için. Herkes basından, medyadan, sosyal medyadan ne kadar neyi biliyorsa biz de o kadarını bilerek duruşmaya gitmiş olacağız. (Bitti)
İDARE MAHKEMESİ ‘MÜNFERİT BİR OLAY’ GİBİ BAKIYOR
Mücadelenin ilk ayağını iddianamenin yazılması ve gizlilik kararı oluşturuyordu, peki ikinci ayağı?
Mücadelemizin ikinci basamağı da tazminat davalarıyla ilgili. Adli yardım talebi için fakirlik belgesi isteniyor. O belgeleri götürenlere bir kolaylık sağlandı.
İdare mahkemesi bizim olayımıza münferit, alelade bir olay olarak bakıyor. Toplumsal felaketlerde devletin daha olumlu davranması lazım. Cumhuriyet tarihinin en büyük katliamı deyip bu insanların ailelerinden para almak, para beklentisinde olmak, onları zengin, yargılama giderlerini ödeyebilecek gibi addetmek oldukça acı.
Bu insanların, bizim hayata entegre olabilmemiz zaten 3- 4 ay sürdü. Çoğu eşini kaybetti. 70 erkek arkadaşımız hayatını kaybetti. Bu, 70 ailenin ocağının yıkıldığı anlamına gelir. Geride kalan ne kadar zengin olabilir. Zenginin orada ne işi vardı. Bize dayatılan şey şu; 'Siz küçük küçük rakamlarla dava açsaydınız da harcınız az olsaydı'.
Bu olayı ne kadar hafife aldıkları... 'Senin yakının katledildi, evet katledildi, ama yapacak bir şey yok, sen katliamın ertesi günü hayata devam etseydin, paranı kazansaydın' yaklaşımı var devlette. Bizim yas tutmamızı bile kısıtladılar.
Sizce bunu neden yapıyorlar?
Mahkemelere gidilir elbette. Ama diyor ki 'sen yüksek bir rakam talep edemezsin. Küçük küçük rakamlar talep et' diyor. Sorun bundan ileri geliyor. Kayıplarımız o kadar büyük o kadar değerli ki. 9 yaşındaki çocuğunu ve eşini kaybeden aileden tazminatlarına istinaden harç istemek çok başka bir şey. Bunun insan üstünde yarattığı psikoloji de çok başka.
Eşimin yanında ben sigortalı çalışıyordum. SGK katliamdan 10 -15 gün sonra bana mesaj attı, ‘Sigortan düşmüştür’. Benim sigortam düştü çocuğumun da sigortası otomatik olarak düştü. Sistem bu aileleri, ‘sen üzülemezsin, evinde oturup ağlayamazsın, çalışmak zorundasın’ diye Eşini kaybetmiş kadın memleket değiştiriyor çünkü tutunamıyor, geçinemiyor, hayatını idare ettiremiyor.
Eşini kaybetmiş adam. Çocukları var. Onlara zaman ayırmak için ek mesaiye gitmiyor. Ayakta durmak, çocuklarını toplamak zorunda. Ben avukat olarak muhtardan fakirlik belgesi almak gibi bir şansa sahip değilim. ‘Sen avukatsın nasıl fakir olabilirsin.’ Ama bu ülkede fakirlerin durumun da belli. Avukatın bir tekme de beli kırılabiliyor, biber gazı yiyebiliyor, tutuklanabiliyor. Ayrıcalığı olan bir meslek değil. Müsteşar değilim. Bürokrat değilim.
Fakirlik belgesi alamıyorum. Mesela şu da var; eşinizi kaybediyorsunuz. 10 taksitle eşya almışsınız kredi kartıyla. Hayatını kaybettiği için otomatik olarak borcu muaccel hale geliyor. Sizin ödemeniz gerekiyor. Bütün hayatım boyunca çalışmam da gerekse ben o borcu öderim. Ondan gelen hiçbir şeyi reddetmem. Aslında kişiselleştirmek istemiyorum, ama bunlar da bir gerçek.
Ailelerin harçlar dışında nasıl talepleri var?
Harçlarla ilgili taleplerini avukatlar üzerinden yürütüyoruz. 77 aile 200'ün üstünde yaralı... Hukukçu koordinasyonu tarafından tek elden takip ediliyor. Avukat arkadaşlarla ailelere bu acıyı yansıtmadan direkt dernek üzerinden halletmeye çalışıyoruz.
Aileleri yıpratmayan, incitmeyen, dernek tüzel kişiliğinin yıpranacağı ama ailelere de direkt olarak bu acıyı yansıtmayacağımız bir düzen kurduk.
Bu nedenle derneğe yapılan bağışların hayati önemi var. Ahmet’e Mehmet’e değil de bir bağışla 101 kayıp ailesine ve 500 yaralıya da yardım etmiş olacaksınız.
İNSANLAR ÖLDÜKLERİYLE KALMAYACAK
Yaralıların illere göre bir bilgi dağılımı var mı elinizde?
Biz aslında derneğin birleştirici ve dayanışma mantığını ön planda tutmak adına böyle bir çalışma yürütmedik. Mesela kadın hakları çerçevesinde onu da 8 Mart’ta yaptık. Merak edip kaç kadın hayatını kaybetti diye o zaman saydık. Hayatını kaybeden canlarımızın doğum tarihlerini bulduk. Ölüm tarihleri ne kadar önemliyse, doğum tarihleri de önemli dedik. Sosyal medya hesapları üzerinden onların fotoğrafları ve doğum günlerini yayınlıyoruz. Bu daha çok kitlenin bizimle iletişimini de sağlıyor.
Kamuoyuna bir çağrınız var mı?
8 ay geçti. 8 ay değil, 8 sene de değil, 80 sene de geçse bu, insanlık suçudur. Basite alınacak, üstü kapatılacak, 'ne olduysa oldu' denilecek, 'adalet gelmese de olur' denilebilecek bir şey değil. Bize adalet gelmediği sürece bu ülkede kimseye adalet gitmeyecek. Derdimiz adalet. İnsanlar öldükleriyle kalmayacak.
Katliamlar hafife alındığı sürece katliamların önü alınamayacak. Kayıplar hep bizden olacak. Bu yüzden aynı safta birleşmek zorundayız.
Her dönemin bir katliamı vardı. Her dönemde büyük bir adaletsizlik vardı. Her dönem büyük bir mücadele de vardı. Biz her dönem alanlardaydık. Biz her dem barış istemeye devam ettik. Barışın olmadığı, taşların yerinden oynadığı dönemler oldu. Ama 10 Ekim çok farklı. İnsanların, 'barış istediler' diye katledilip bir de devlet tarafından bile isteye göz yumulması... Bu bizim kabul edebileceğimiz bir şey değil.