Şehri İstanbul'un küçücük semti: Kuzguncuk
Gülsüm Cengiz'in Boğaz’daki Mutlu Çocuk Kuzguncuk kitabı, 3. baskısını Evrensel Basım Yayın ile yaptı.
Esma Zafer ERTAN
İstanbul’un 2010 Avrupa Kültür Başkenti olması nedeniyle Heyamola Yayınlarının bu şehrin, kırk yazara kırk ayrı semtini yazdırdığı proje tanıtımına Televizyon kanallarının birinde rastladım. Sultanların şehrini yıllarca uzaktan sevmiş, gitmeyi istemiş, ancak bu yıl kızımın eğitimi nedeniyle isteğime kavuşabilmiştim. Projede Kuzguncuk’u anlatan bir kitapla yer alan Egeli kadın yazarlardan arkadaşım Gülsüm Cengiz ekrandan gözüme iliştiği günlerde ben, Asya’yı Avrupa’ya bağlayan eşsiz kenti tıpkı uzun yıllar hasreti çekilen sevgiliyle vuslatın heyecanı, coşkusu, beceriksizliği içinde karma karışık duygularla dolaşıp duruyordum. Yeni kitabını kutlamak için telefon ettiğimde bir de buluşma kararlaştırıvermiştik. O gün geldiğinde Beşiktaş’tan vapurla Üsküdar’a oradan da bir dolmuşla beş on dakika içinde Kuzguncuk’a ulaştım. Çok sevdiğim Şair Can Yücel’in burada yaşadığı yıllarda sık sık gelip oturduğunu öğrendiğim Çınaraltı Kahvesinde buluşmuştuk. Onun el yazıları, fotoğrafları ve anılarıyla dolu bu yerde biraz sohbet edip etrafı dolaşmaya çıktığımızda gördüğüm; Kuzguncuk’ta sanki zaman donmuş, İstanbul neredeyse bir dizi zamanlarıyla burada duruyordu.
Kıyıdaki sahaftan aldığım Gülsüm Cengiz’in “Boğazdaki Mutlu Çocuk Kuzguncuk” kitabını en kısa zamanda okumak üzere kendisine imzalattım. Kuzguncuk! Evet, adını duyduğumda bende sonundaki “cuk” takısıyla küçük, sevimli bir yer duygusu uyandıran bu semt gerçekten de öyleydi. Eve döndüğümde kitabı şöyle bir karıştırayım derken bu sevimliliğin altında yatan hoşgörünün, tarihin, dinlerin buluşup kaynaşmalarının, hiçbir ayrılık gütmeden insanlar arasında kurulan güzel dostlukların öyküleri tertemiz bir Türkçeyle, adeta pırıl pırıl bir durulukta akarcasına, öylesine içtenlikle yazılmıştı ki bir solukta okudum.
Yazar bu kitabında neler yazmamış ki kendi küçük dünyasından başlayıp semtin geçmişi ve bu günü arasında satırlarla okuyucuyu dolaştırırken; dünyada gelişen olayların küçücük bir semte etkisi ya da tam tersi küçük bir semtte olanların ülke ve dünyada yaşanan büyük çalkantılarla bağlantılarının birçok bölümde fark edilmesini sağlıyor. Ve o tüm dünyanın göz bebeği Şehri İstanbul’u İstanbul yapan sesler, renkler, mimari, boğaz, küçük insanların sımsıcak dünyaları, politikaların acımasız çarklarına takılıp değişenler, ya da yok olmaya direnmeye çalışanların kutlanması gereken çabaları. Ayrıntıları abartmadan ufak ufak anlatsa da bölümlerin her biri anlamı büyük karelere dönüşüyor. Önemli insanlar, binalar, çevreyle ilgili diğer obje fotoğraflarıyla da kitap zenginleştirilmiş ve ölçülü bir görsellik sağlanmış.
Torosların uzantısı sıradağlarla çevrili Isparta Sütçüler’den bu üç dine mensup insanların buluşup dostlukla kaynaştığı semte geldiklerinde yazar, Sultan Abdülaziz’in doktoru ünlü Marko Paşa için yaptırdığı, Cumhuriyet’in ilk yıllarından bu yana okul olarak kullanılan köşkte 2. sınıftan başlar. Dik yokuşların olduğu bu semtte babası, günümüzde nostaljik bir anıya dönüşen at sırtında süt satarak ailesini geçindirmektedir. Ailece yerleşmelerinden önce daha yoğun olan Rum, Ermeni ve Yahudi topluluklardan az sayıda insan kalmıştır. Yaşanan varlık vergisi zorunluluğu ve 6-7 Eylül olaylarının uzantısı olan bu eksilme semtlerinde beraber yaşayan insanların seçimi değildir. Ancak sonuç, kalanları üzdüğü kadar kitapta anlatılan sıcacık dostluk hikayelerini okuduğumuzda en az onlar kadar bizleri de etkilemeyi başarır.
YAN YANA DURAN CAMİİ, ERMENİ KİLİSESİ VE BETH YAAKOV SİNAGOGU
Ben dolaşarak da tanık olduğum şeyi bir de kitaptan hoşgörü ve dostluğun abidelerinden, denize paralel caddede; Çarşı Camii, Surp Krikor Lusavoriç Ermeni Kilisesiyle yan yana durduğunu okuruz. İspanyadan kovulan Musevilere kucak açan Fatih Sultan Mehmet’in, gelenlere yaşamaları için gösterdiği semtlerden biri de Kuzguncuk’tur. Onların ibadethanesi Beth Yaakov Sinagogu’nun da asırlık ıhlamur ve çınar ağaçlarının iki yanında sıralandığı İcadiye Caddesi’nde olduğunu ve bu üçünün birbirlerine ne kadar yakın olduğunu öğreniriz.
’60’lı yıllarda kapıları hep açık duran evlerde yaşayan Terzi Hristo, Sebzeci Aleko Efendi, Berber Dimitri, Bakkal Toma, Kuzguncuklu Esat Efendi ile evlenip gelin gelen Fethiye Teyze, annesi Rum, babası Yahudi, eşi Türk Victoria Hanım, Hasan Amca ve eşi Madam Sotiriya ve kitaba girerek kana cana kavuşmuş daha nicelerinin yaşam kesitleriyle zenginleşiriz.
RIFAT ILGAZ’IN CAN YÜCEL’İN OKTAY RİFAT’IN KUZGUNCUK’U
Öldüklerinde ise ayrı dinlerin mensupları Kuzguncukta bulunan Yahudi, Ortodoks Rum ve Nakkaş Baba Müslüman mezarlıklarına gömülseler de yine aynı topraklarda yatmaktadırlar.
Kuzgucuk’tan birçok ünlünün de yolu geçmiştir. Rıfat Ilgaz, Can Yücel, Oktay Rifat, Hülya Koçyiğit, Pekcan Koşar, Uğur Yücel, Nâzım Hikmet bunlardan sadece birkaçıdır.
Küçük, şirin, görüntüsü derin tarihi birikimiyle Boğaz’ın Anadolu yakasında sessiz sedasız duran bu önemli semti bana tanıtan, daha birçok güzel ayrıntıyla bezeli kitap “Boğazdaki Mutlu Çocuk Kuzguncuk” elimde, Gülsüm Hanım’la birlikte geldiğimiz Üsküdar’da ayrılıyoruz.
ZAMANIN HOYRAT ELİ HİÇ DEĞMEMİŞ GİBİ…
Bindiğim Beşiktaş Vapuruyla Avrupa’ya doğru yol alırken rüya gibi izlenimlerimin etkisinde kalıp düşlerimi özgür bırakıyorum. Bizi izleyen martı kümesinden en beyaz olanını seçip ben oluyorum. Vapurun köpürttüğü suların şıkırtıları arasında Kuzguncuk’un kıyıdaki aksini izleyerek giderken geri dönüp, Öküz Limanı’na oradan da camii ve kilise üzerinden sinagoga süzülüyorum. Mösyö İlya’nın bostanı sera olmuş yeni haliyle, yeşil bir vaha gibi İcadiye’ye paralel uzanıyor. Dik merdivenli Bereketli Sokak’taki cumbalı evlere zamanın hoyrat eli hiç değmemiş gibi… Hemen çıkınca köşedeki çam ağacının kim bilir kaç yıllık ilan panosuna sarı gagamla bir ilan da ben iliştiriyorum.
“Havanıza sinen kardeşlik kokunuza öyle ihtiyacımız var ki. Ey burada yaşamış olanların ruhları ve şu anda yaşamakta olan ahali! Acımasız politikaların her türlü talanına karşı, bir zamanlar dostlukla sevgiyle paylaşabildiğimizi ve paylaşmanın eksiltmeyip çoğalttığını en yakın zamanda buradan tüm dünyaya göstermeliyiz.”