En iyilerinden başlayarak, liseler…
Öğrencilerin başına sarılan yeni müdürlerle öğretmenlerin zapturapt altına almaya memur edildikleri öğrencileriyle baş edebilmeleri olanaklı değildi.

Mustafa YALÇINER
Öğretim yılının bitmesine ramak kalmıştı ki, yap-boz tahtasına çevirmekle kalmadıkları eğitimi aşırı muhafazakarlaştırarak, dincileştirmeye girişen rejim değişikliği sergerdeleri liselileri de harekete geçmek zorunda bıraktılar.
Yasama organı”çoğunluk” yoluyla zaten yürütmeye bağlı durumdaydı ve “Reis”i ve kanun niteliği taşımaya başlayan konuşmalarını alkışlamakla meşgul kılınmıştı. “Çoğunluk” da, eğer beğenilmiyorsa, 7 Haziran’ın tanınmayışında olduğu gibi, savaşa bile başvurularak yeni bir “çoğunluk” oluşturulmak üzere yok sayılabiliyordu. Anayasaya aykırı olup olmaması önemsenmeden, beğenilmeyen/istenmeyen parlamanterlerin dokunulmazlıkları kaldırılmıştı.
Değiştirmeyi zaten gündemlerine aldıkları Anayasa “Ne söylerse söylesin” bildiklerini okumakta kararlıydılar. Eski MTTB Başkanı olan yeni Meclis Başkanı, karşı olduğunu açıkladığı yeni Anayasanın “laiklik” olmadan yazılmasını istemekteydi. Anayasanın “yenisi”nde demokratik haklar zaten olmayacaktı; bu, ifade özgürlüğünün hakaret sayılıp ceza konusu edilmesinden, ana muhalefetinki de içinde, kendilerince düzenlenmeyen toplantı ve gösterilerin tamamının gaza boğulmasından, “havuz medyası” dışında kalan yazılı ve görsel basının hapis ve para cezalarına gark edilip çalışamaz kılınmasından, sendikal hak kullanımının mümkün her defasında işten atmayla karşılık bulmasından… belliydi.
Dört yargıçtan birini “sürmek”le yetinmeyip Yargıtay’la Danıştay’ı yürütmeye bağlamak üzere sil baştan organize etmeye yönelerek yargıyı hallaç pamuğu gibi atmaya girişmişlerdi. HSYK üzerinden zaten yürütmenin kontrolündeki yargı, demokrasinin temel verilerinin başında gelen ve önünde eşitlik öngörülen “hukukun üstünlüğü”nden geriye bir şey bırakılmayıncaya dektek kişi tarafından atanacaktı!
Zaten memlekette kentler ve kırlar tarumar edilmekte, öldürülenlerin sayıları övünme vesilesi yapılmaktaydı.
EĞİTİM DE SALDIRIDAN NASİBİNİ ALDI
Kamusal hizmet, sıfıra sıfır, elde var sıfır durumuna geriletilmiş, eğitimde de sağlıkta da kamuya yer bırakılmamış, tüm hizmetler piyasaya açılmıştı.
Hem parasızken sağlıkla birlikte paralandırılması yoluyla, hem de içeriğinin yanında idaresi ve örgütlenişiyle de piyasada para etmekte olan iki başlıca ideolojik-politik meta olarak değerlendirdilen “vatan” ve millliyetçilik ile din ve dincilik aracılığıyla, eğitim de artık piyasanındı!
Her okulda her şey için para toplanır olmuştu. Bu, özellikle yoksul kent ve semtlerdeki okullarda belirli problemler yaşansa bile, kazasız-belasız denecek türden başarılmış, ama sıra eğitimin muhafazakarlaştırılmasına geldiğinde, problem büyümüştü.
Okullarda bir taneyle yatinilmeden en az birkaç mescit açılmasının ardından öğretim saatleri namaz vakitlerine göre yeniden ayarlanmış, bunu, koridorlarda “neden namaza gitmiyorsun?” sorguya çekmeleri takip eder olmuştu. Etek boyu ayarlamaları yetmemiş, sorunun kökten çözülmesi için eteğin yasaklanmasına geçilmiş; daha ötesinde kız ve erkek liselerinin ayrılması gündeme alınmıştı. Özellikle TEOG’da düşük puan alan gençlere yönelik bir dayatma olarak İmam Hatip Liseleri birken on olmuş, çok sayıda okul İmam Hatip’e dönüştürülürken, bir kısım okulun belirli bölümleri İmam Hatip Lise ya da ortaokulları haline getirilmişti. Öyle ki; 110 bin civarında cami bulunan ve bir o kadar imama ihtiyaç olan Türkiye’de 1 milyon 200 bin İmam Hatip öğrencisinin varlığıyla öğünülmeye başlanmıştı!
Bir de “yerli-milli”ydik, Osmanlıydık! Buradan da ne denli ümmetçi/milliyetçi görüş varsa liselilerin üzerine boca edilmekteydi.
Ne festival, ne kültür gezisi, ne mezuniyet töreni! Bunlar “Cumhuriyet Baloları”ndan sayılmakta ve gençlerin yaratıcılıklarıyla kendileri tarafından varedilen ne varsa yasaklanmaktaydı. Yasakçılık doruktaydı!
TEPKİ VE GELİŞKİNLİK
Tepki gecikmedi. Yasakçılığın yanı sıra “dindar ve kindar genç” yetiştirilmesi için programlanan önlemler, en başta, yaratıcı, özgürlüklerini sahiplenen ve belirli bir demokratik gelenek yaratmış, iç dayanışması güçlü liselerde tepki topladı. Bu liseler, aynı zamanda, en yüksek puanlarla girilebilen, dolayısıyla öğrenci profili görece gelişkin, eğitim kalitesi yüksek liselerdi. Çözüm yolu, özel uygulamaya gidilmesi şeklinde bulundu ve bu liseler “proje okulları” ilan edildiler. Anlamı, müdür ve öğretmenlerinin, herhangi ölçüte gerek olmadan, ne “liyakat” ne alanına hakimiyet ne bilimsellik aranmadan, dinci militanlar olup olmadıklarına bakılarak, Bakanlık tarafından atanmasıydı. Kimi liseye Süleymancı, kimine Akitçi, kimine Y. Şafak hizbinden … müdürler geldi ve anında ekip kurmaya başladılar. Eski öğretmen ve idareciler “tu kaka” ilan edilip “ayakları kaydırılarak” okullardan temizlenmeleri yoluna gidildi. Öğrtmenlerini sahiplenen öğrencilerin de bütün özgürlük alanlarına karışılmaktaydı.
Tepki büyüdü.
Aslında önde gelen liselerin öğrencilerinin başına sarılan yeni müdürlerle öğretmenlerin zapturapt altına almaya memur edildikleri öğrencileriyle baş edebilmeleri olanaklı değildi. “Yandaş” takımının ideolojik karşıtlıklarıyla “eğitimi kalitesiz” vb. diyerek aşağılamaya yeltendikleri İstanbul Erkek, Cağaloğlu Anadolu, Galatasaray, Kabataş, Kadıköy gibi liselerin herhangi bir öğrencisine, örneğin bir sınavdan geçirilseler, oysa ne kendilerinin ne de ideolojik görevliler olan idarecilerinin üstünlük sağlayabilmeleri mümkün!
Gelişkin düzeyleriyle, kendilerine ve yaşam tarzlarına yöneltilmiş ideolojik saldırganlığa tepki vererek müdürlerine arkalarını dönen İEL, nasıl bir müdür istediklerini astıkları afişle dile getiren GSL, daha dönem başında müdürlerini bahçede oturup alkışlayarak protesto eden CAL’ın başını çektiği son eylemli karşı koyuş, ’68’in mayalanışını akla getiriyor. O dönemde de en gelişkinler en öndeydi. En çok yönlüler. Dolayısıyla en duyarlılar.
Ve deney aktarıcı “kayışlar” ne denli yetersizleşmiş olursa olsun, aklın ve zekanın da yardımıyla açık kapatılıyor. Doğallığı içinde akıyor her şey. Geleceğin tartışmasız sahibi gence geçmişin hiçbir temsilcisi güç yetirememiştir. Şimdi de öyle olacaktır. Tepki veren gencin çünkü, her genç gibi damarlarında heyacan da dolaşıyor, ama hiçbir dayatmacının üstesinden gelemeyeceği zeka ve yaratıcılık kadar akıl ve bilimle de arası gerçekten çok iyi.
Evrensel'i Takip Et