25 Haziran 2016 15:34

İşçi havzasında bir üniversiteli: Engin Egeli

Genç Hayat Yayın Kurulu olarak Engin’i, yaşadığı dönemin atmosferini, nasıl bir genç olduğunu hem fakülte hem mücadele arkadaşı Ahmet Ergin’e sorduk.

Paylaş

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisiyken Merter’de, işçi havzasında bildiri dağıttığı için polisler tarafından vurularak öldürülen bir gencin hayatını taşıdık sayfalarımıza bu hafta. O genç, 16 Ocak 1992’de öldürülen Engin Egeli. Genç Hayat Yayın Kurulu olarak Engin’i, yaşadığı dönemin atmosferini, nasıl bir genç olduğunu hem fakülte hem mücadele arkadaşı Ahmet Ergin’e sorduk.

Engin Egeli ile nasıl tanışmıştınız?
O dönem Öğrenci Derneği vardı İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde. Öğrenci Derneği ile kısmen bağlantılı kısmen özerk amfi komiteleri kurma çabası vardı. İkinci sınıfa geçmiştim, Engin ve bir grup arkadaşının da 3. sınıf olmalarına rağmen 2. sınıftan da epey dersleri kalmıştı. O nedenle 2. sınıfların amfi komite toplantılarına gelirlerdi. Orada tanıştık ilk kez. Sonra da Engin’in kısa bir süre önce okuldan ayrıldığı döneme kadar da birlikteydik. Yani 1989’un ekim ayı gibi tanıştık; Engin 1992 ocağında vefat etti. 1991’in yazına doğru üniversiteden ayrılmıştı, o döneme kadar birlikteydik. 

Üniversiteler açısından nasıl bir atmosfer vardı o dönemlerde?
O dönem aslında öğrenci hareketinin yeniden kabarmaya başladığı, 1987’den sonra üniversitelerin hareketlendiği bir dönemdi. Bizler de o hareketin içinde kendimizi üniversite sıralarında bulduk. Kısmen üniversite sınırlarına hapsolmuş eski bir eylem süreci yaşıyorduk. Dışarıya çıkmak, çok kalabalık öğrenci eylemlerinde dahi olsa çatışmalı oluyordu. Çünkü polis izin vermiyordu. Üniversite girişlerinde çok rahatlıkla gözaltı uygulaması yapılabilirdi, sadece sizin devrimci demokrat bir kişi olduğunuzu bildikleri için gözdağı vermek için üstelik. Dediğim gibi öğrenci hareketi de bütün bunlara rağmen kendi metodlarını bularak, geliştirmeye çalışıyordu…
 

FİİLİ ÖRGÜTLER: ÖĞRENCİ DERNEKLERİ


Öğrenci Dernekleri nasıl yapılardı? 
Dernek kurmak daha zordu şimdiye oranla. Şimdi de bir sürü kırtasiye teferruatı var ama o zaman imkanlar çok daha kısıtlıydı. İstanbul’da hemen hemen bütün fakültelerde Öğrenci Derneği vardı. Bunların bir tanesi yasaldı diğerleri; sadece o ismi kullanan, meşru derneklerdi. Çünkü kurduğunuz derneğin bir hafta sonra, bir evrağı eksik diye kapısına kilit vuruluyordu. Bizim Hukuk Fakülteleri Öğrenci Derneği’nde (İHFÖD) amfilerde fiilen dernek toplantıları yapabiliyorduk. Engin ile tanışmamızda amfi komitesi çalışması çerçevesinde kültür faaliyetleri, birlikte üretme birlikte tartışma, akademik mücadele içinde yer alma etken oldu. O dönem YÖK daha sert bir şekilde hissedilirdi, YÖK’e karşı mücadelede belki bugünkünden daha önemliydi. Polisin üniversiteden çekilmesine yönelik etkinlikler, diğer akademik sorunlar; yemek, barınma gibi sorunlar… Biz bunlar içinde Engin’le tanıştık. Daha sonra aynı örgütsel bütünlük içinde yer aldık ve Engin’i daha iyi tanıma fırsatı buldum. 

Üniversitenin politik atmosferi açısından neler söylersiniz?
O dönem bazı teorik tartışmalar çok hararetliydi. Üniversitede pek çok politik görüşten pek çok akım vardı. Ortak eylem kültürü bence bugünkünden biraz daha iyiydi. Bugünkü daha şekilsel, o zaman daha ihtiyaca dayalıydı. Öğrenciler ayrı ayrı eylem yapmazdı. Ama bu eylemler için öncesinde bir ortaklaşma arayışı ve tartışma süreci olurdu. Dernekler aslında bunun da aracı oldu bir taraftan. Derneklerde herkes görüşünü açık açık ifade ederdi. Engin, özellikle 91 öğretim yılının başlangıcında sözcülük yapardı bu tür toplantılarda; hem sert ama mizacı gereği de o gülen yüzü, samimiyeti gereği de… Aynı zamanda hiç kimsenin de kendisine öfke duymadığı biriydi. Yani karşıt görüşle tartıştığında bazen anlık da olsa öfke gelişir, birbirine karşı tahammülsüzleşir insanlar. Engin hiç öyle şeyler yaşamamıştır mesela hayatında. 


89-90 BAHAR EYLEMLERİ İLE SENDİKAL HAREKET


Bahsettiğiniz dönem açısından işçi sınıfı ile emekçiler cephesinde de bir hareketliliğin olduğunu söyleyebilir miyiz?
89-90 bahar eylemlerinin yapıldığı yıldan hemen sonra tanışmış oldum ben Engin’le. 89 bahar eylemleri işçi hareketinin yeniden yükseldiğini gösteren ve aslında epeyce de zirveye ulaşacak bir sürecin başlangıcıydı. Sendikalar, 12 Eylül’ün demir yumruğuyla ezilmiş, işçiler Türk-İş içinde mücadeleci kesimler ile örgütlenmişlerdi. Sendika şubelerinin yönetimlerini zorlayan mücadeleci bir gelenek gelişmişti yıllar içinde. Ama bunlar çok ayrı mecralarda yürürdü. Yani işçi eylemleriyle öğrenci eylemlerinin birleşmesi gibi bir şey söz konusu değildi. Yine o dönem Kürt hareketi de yeni bir mücadele ve atılım evresi içerisindeydi; hızla kitleselleşiyordu. Biz İstanbul’dan üniversiteden dahi görüp hissedebiliyorduk. Eksi yanı ise demokratik alanın çok sınırlı olması ve mücadelelere çok sert müdahale edilmesiydi. Dolayısıyla mücadeleye atılmak da aslında birçok soru işaretini beraberinde getiriyordu o zaman tek tek bireyler bazında. Hele de örgütlü işçi sınıfın partisine bağlanan, sınıf mücadelesiyle birleşmeyi hedefleyen bir mücadele içine girmek, aslında hayatının geri kalanını tamamen bu mücadeleye adamak gibi bir şeyle karşı karşıya oluyorsun. En azından adım attıktan bir süre sonra kendi kendine onu sorgulamak zorunda olduğun bir dönemdi. 


‘HİÇ GÖZALTINA ALINMADI’


Engin Egeli dedikten sonra Murtaza Kaya’nın ismi de anılır genelikle…
Engin’i Murtaza Kaya’dan ayrı düşünmemek lazım. Murtaza 7 haziran 1991’de öldürüldü. O zamanlar Engin üniversitedeydi henüz, birlikteydik, birlikte katıldık cenazesine. 
Cenazesini vermeyecekleri bilgisini edinmiştik. Cenazesi Cerrahpaşa’daydı adli tıpta. Adli tıptan alınıp onun mümkün olduğunca bir yürüyüşle en azından bir noktaya kadar götürmek, sonra otobüse yüklemek istedik Murtaza’nın cenazesini. O gün biz gözaltına alındık. Engin alınmamıştı. Engin hiç gözaltına alınmadan öldürüldü. Her birimiz o dönem beş kez on kez gözaltına alınmışızdır belki. Engin aynı zamanda tedbirli bir insandı, gözü açık bir insandı. Belki bazı durumlarda şansı da yaver gitmiştir, öyle şeyler olur. Benim zaten Engin’i son gördüğüm canlı olarak o gündü. Bir daha görmedim. Sonra Engin üniversitedeki eğitim hayatını geçici olarak durdurdu. İşçi sınıfı içinde, semt gençliği içinde çalışmaya yöneldi görevlendirildi. Haberini alıyorduk, iyi olduğunu ama fiziksel olarak görüşme şansımız olmuyordu. 


MURTAZA İLE AYNI YERDE... 


Nasıl aldınız ölüm haberini?
Engin 16 Ocak’ta öldürüldü. Ertesi gün, önce basın yayın yüksekokulunun kantinine uğradım, oradaki arkadaşları görmem gerekiyordu. Sinan diye bir arkadaşımız vardı. O yıl başlamıştı okula, dolayısıyla Engin’i hiç tanımıyordu. Dedi ki “Ahmet haberin var mı hukuk fakültesinden bir arkadaşı polis vurmuş.” Kısa bir haber, Cumhuriyet Gazetesi’nde. Çok net hatırlıyorum. Büyük öfke duyduk o an. Murtaza da aynı bu şekilde öldürülmüştü. O da edebiyat fakültesinden arkadaşımızdı. Yine bir semtte bildiri dağıtırken öldürülmüştü. Mesela aynı yerde Engin’den bir gün önce biz üniversiteden 4-5 arkadaş da bildiri dağıtmıştık o işçilere. Bir gün sonra Engin dağıtırken maalesef infaz edildi. Engin’in ölüm şekli, orda bulunan arkadaşların aktardığına göre aslında tam bir feda. Çünkü Engin o dönem o grubun sorumlusu, gözcüsü, koruyucusu olarak görüyor kendini. Kendini ileri atıyor polisi gördüğünde ve diğerlerinin kaçmasına yardımcı oluyor. Bunu hayatıyla ödedi tabi. 

KONFEKSİYONUN VE SÖMÜRÜNÜN MERKEZİ MERTER’DE


Niye Merter? Ne için bildiri dağıtılıyordu ?
Ocak zam dönemi, henüz zamlar açıklanmamış… O dönemde konfeksiyon üretiminin aşağı yukarı yarısı orada gerçekleştiriyor ve yoğun emek sömürüsü var, ucuz işçilik var. Konfeksiyonun, tekstil üretiminin zirve yaptığı yıllar onlar ve işçilerin tümü örgütsüz. Tek bir tanesi bile sendikalı değil. Öyle bir yerde ocak zamlarıyla ilgili bir bildiri. Daha insanca bir yaşam için birleşin, güçlenin, işverenlere karşı birliğinizi koruyun diyen bir şey. Bu bildiriyi dağıttığı için öldürüldü. Bu bir dünya görüşünün de, işçilerin kendisi için sınıf olma bilincini götürmenin de bir aracı bu bildiriler. Egemenler bunu istemiyor. Ölümünden sonra İstanbul’un bütün bölgelerinden işçiler, emekçiler, arkadaşları, aslında çok da korsan olmayacak şekilde daha açık, meşru bir çağrıyla toplandılar. Merter’de Tunç Petrol diye bir yer vardır, arkada Güngören tarafında. Orada toplandılar iş çıkış saatinde, yaklaşık 500 arkadaşı. Engin’i uğurladılar. Polis o törene de saldırdı, otomatik silahlarla kurşun sıkarak, öncelikle havaya tabi. Ama ara sokaklarda kaçan insanları yakalamak için hedef de gözeterek. Ona rağmen insanlar toplu halde çekilmek, birbirine destek olmak, dağılmamak gibi erdemlerle Engin’e olan görevlerini yerine getirdiler bir nebze de olsa. 


KOLEKTİF BÜTÜNÜN ÖRGÜTLEYİCİSİ

Engin ile ilgili hiç unutamadığınız bir anınız var mı?
Aslında bu soru sorulduğunda insanlar Engin ile yaşadığı hiçbir şeyi unutmaz ama hiçbir şeyde de Engin çok öne çıkan bir adam değildir. Yani Engin kendini ön plana koyan, dolayısıyla baş aktör olan dolayısıyla da “aa böyle bir şey yaşamıştık” diyerek tamamen Engin üzerinden kurabileceğiniz bir insan da değildir aynı zamanda. Çünkü Engin görevini yapar, bir kolektif bütünün içindedir, bunu yaptığını da söylemez zaten. Siz bilirsiniz sadece. Hangi arkadaşına sorarsanız sorun böyledir. İnsani yanı da çok gelişkindir. Bir “asker” portresi çizmiş gibi olabilirim ama hep gülen, insani yanı iyi, gerektiğinde bir öğrenciyle içmeye giden, gerektiğinde başka bir derdine derman olmaya çalışan, paraya ihtiyacı varsa geçici işlerde çalışıp ona veren bir insandı. Bu yüzden tam olarak şöyle yaptı böyle yaptı diyemiyoruz.


KUŞAĞININ FEDAKAR TEMSİLCİSİ OLARAK ENGİN EGELİ


Engin’in bugün için önemi şurada bence; o zaman toplam yedi tane hukuk fakültesi var Türkiye’de. En güzide hukuk fakültelerinden İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni kazanmış, sistemin vadettiği birçok şeye de kavuşma imkanına sahip bakarsanız. Kendisini bireysel olarak çok rahat “kurtarabilecek” bir insanken, sınıf bilincine ulaşması, kendisini işçi sınıfına adaması, işçi sınıfının sana ihtiyacı var denildiğinde okulunu bırakması… Bunu bugün ‘tekrarlayacağız vs.’ gibi değil ama bu ruhu anlamak lazım, bu azmi anlamak lazım. Birçok gençte belli düzeyde vardı bu. Ama aynı zamanda aslında o dönem bir köprü kuşağı bence. Son dönemimizde Sovyetler dağıldığından, Arnavutluk çöktüğünden, halk artık ‘ya sosyalizm mi kaldı, kapitalizmin zaferidir bu’ diyordu. ‘Bu insanlar halkı düşünüyorlar ama boşu boşuna kendini feda ediyorlar diye’ düşünüyorlardı. Aynı zamanda 12 Eylül yenilgisinden sonra Engin hemen öncesi ve hemen sonrasındaki yaş gruplarıyla beraber yeniden mücadeleye atılan kuşağın da sembolü. Çünkü 12 Eylül bu ülkenin üzerinden silindir gibi geçmiş ve yeniden mücadelenin yükselmesi sadece eski kuşakla olmaz. Yeni kuşakların da buna dahil olması lazım, o nedenle köprü kuşak diyorum. Bu dönemin fedakar gençlerine de hepimizin çok şey borçlu olduğunu düşünüyorum. Çünkü o çaba olmazsa, zaten 6-7 yıllık bir dönem boş geçmiş 87’ye kadar. O kuşak olmasa, yeniden bir bağ kuramayacak, önemli bir kuşak. Onun en fedakar temsilcilerinden birisi de Engin’dir. 


İÜ’NÜN ÜÇ ÇOCUĞU:  MURTAZA, ENGİN, METİN


Öldürülmesinin sizlerde büyük bir öfke ve üzüntü yarattığını söylediniz…
Engin’in içinde yer aldığı politik akımın siyasal mücadele hattı bellidir. Bireysel şiddet eylemlerini, kör terör eylemlerini benimsemez, intikamcı duygularla, bireysel cezalandırma, çeşitli militarist unsurlara karşı öldürme gibi eylemler düzenlemez. Bunu Engin’in arkadaşları da biliyordu. Ama öldürüldükten sonra öyle bir ortam oluştu ki, insanlar bıraksanız çıkıp vuralım, kıralım, asalım, keselim gibi duygulara yönelirlerdi. Bu duyguyu oluşturan sadece bir yoldaşını kaybetmek olamaz. Engin’in kurduğu ilişkiler, sıcaklığı, yokluğuna karşı duyulan öfkenin bireysel tarafını açıklıyor bana göre. Çok dürüsttü, sevecendi. Gerektiğinde koruyucu, gerektiğinde arkadaş, öyle birisiydi. Ama tabi muhtemelen bunun sebebi o dönemde içinde aldığı politik yapıdır da. Sadece Engin değil, Murtaza da öyle bir insandı. Metin Göktepe de öyleydi. Nedir bu ortak nokta; bir mücadele içinde yer alış, orada konumlanış. Başka bir ortak noktaları yok bu insanların; birisi Karslı, birisi Sivaslı, birisi Giresunlu… Birisi İstanbul’da yetişmiş, birisi köyde, birisi Ankara’da okumuş. Yani yetişme şartları da aynı değil, ama aşağı yukarı aynı özelliklere sahipler. Bu da bugün için örnek alınması gereken iyiye işaret bir şey bence.


ESENYURT’TAN BEYAZIT’A
 

Nasıl bir gençti diye sorsak…
İstanbul’da ablasının yanında kalıyordu. İstanbul’un o zaman çok daha dışı olarak algılanan Esenyurt semtinde otururdu. Uzak bir yerden aslında her gün üniversiteye gidip geliyordu. Ama gerek duyarsa da sabah yedi buçukta üniversitede olabiliyordu. Gençler bireysel sorumlulukları gelişkin olmadığı için daha rahattır belki ama Engin öyle değildi. ‘Çok mu idealize ediyoruz?’ hayır çok idealize etmiyoruz. Engin’in “kötü” yanı nedir diye sorarsan, hepimizde vardı o yıllarda. Biz büyük bir coşkuyla mücadeleye atılınca sıradaki arkadaşlarımızı bırakmıştık arkamızda. Onlar amfide dersleriyle ve o gerici ideolojiyle başbaşayken biz kendimiz bize biraz daha benzeyenlerden oluşan daha dar bir çevrenin içindeydik. Derslere girmezdik. Ama Engin de öyleydi, Engin benim bir üst sınıfım ve aslında o yönüyle bana da şahsen örnek olan bir insandı. Erken gelmesine rağmen devrimci görevlerini kendince yapması gerekenler varsa; toplantılar görüşmeler propaganda çalışmaları afiş bildiri vs. ne yapılacaksa büyük bir özveriyle çok da süratle yapardı. Daha başka bir hayat bu taraftaki hayat. Paylaşımcı. Kolektif, yarı komün yaşam cezbediyordu tabi o dönem biz gençleri. Engin aynı zamanda çok iyi içerdi, açık söylemek lazım. Bir büyük bitirip tam sarhoş olmazdı. Okul dışındaki sosyal hayatımız iyi olmamasına rağmen yine de birkaç kaçamak, birkaç ziyafet çektiğimiz olmuştur. O konuda da çok iyiydi. Birçok insan üzerinde çok olumlu etkisi vardır. Hiç kötü konuşanına rastlayamazsınız. Ölmeden önce de rastlayamazdınız, hani ölünce bizim toplumun gelenekleridir zaten kötü çok konuşulmaz ama, rastlayamazdınız. Karıncayı incitmez denilen türden insandır Engin. 

ÖNCEKİ HABER

Maç 90 dakika, mücadele ömür boyu

SONRAKİ HABER

Fransa yola devam ediyor!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa