Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal!
Prof. Mehmet Uğur, Gazeteci-Yazar Fehim Taştekin’in 'Suriye Yıkıl Git, Diren Kal’ kitabını yazdı.

Mehmet UĞUR*
Fehim Taştekin’in Türkçe ve İngilizce yazıları Suriye kriziyle ilgili bilgi kirliliği karşısında yüreğinde daralma hisseden herkes için temiz ve rahatlatıcı bir meltem olmuştur. Suriye iç savaşını tarihsel/kültürel bir bağlam içinde ele alan ve İletişim Yayınları’ndan çıkan Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal! başlıklı kitabı hem bu özelliği sürdüren hem de gelecekteki tarihçiler için zengin malzeme sunan bir çalışma. Kitap, dünya çapında sayıları iki elin parmağını geçemeyecek kadar az olan kaliteli araştırmacı gazeteci listesine Fehim Taştekin adının da eklenmesi için cok güçlü nedenler sunuyor. Kitap, Suriye’deki politik, dinsel ve kültürel bağlamın tasvir edildiği birinci bölümden sonra, 2011-2015 arasındaki her yıl için birer bölümle devam ediyor. Son iki bolümden biri (yedinci bölüm) düşündürücü anekdotlar sunarken, sekizinci bölüm Rusya’nın müdahalesine değiniyor ve Suriye konusunda son sözün henüz söylenmemiş olduğuna dikkat çekiyor.
Birinci bölüm İhvan hareketinin Baas rejimine karşı muhalefetinin başından beri mezhepçi bir karaktere sahip olduğunu; bunun rejimin Alevi karakteriyle açıklanamayacağını; tam tersine, Sünni İslam ideolojisine dayalı teokratik bir devlet amacı güttüğünü ortaya koyuyor. Taştekin’in çizdiği resim, Hatay’da Alevi bir ailenin çocuğu olarak büyürken dinlediğim anlatılarla, William L. Celeveland’ın 2004’te Agora’dan çıkan Modern Ortadoğu Tarihi’nden edindiğim bilgilerle örtüşüyor. Bölüm iki sonucu mümkün kılıyor. Birincisi, Sünni ilhamlı hareketlerin Baas rejimine karşı muhalefetinin kökeni dinsel/kültürel mağduriyet değil, kırsal kökenli Alevi ve Sunni kesimlerin muhafazakar kentli tüccar ve zanaatkarların egemen olduğu ekonomik sisteme dahil edilmesidir. İkincisi, kentli muhafazakarlar geçmişi Emeviler’e kadara uzanan Alevi düşmanlığını ve Sünni İslamın teokratik devlet anlayışını baskın olan ekonomik ve sosyal statülerinin devamı için ideolojik bir harç olarak kullanmıştır.
2011’deki gelişmeleri ele alan ikinci bölüm, Batı’da Suriye’deki Arap Baharı’nın başlangıcı olarak sunulan ve Türkiye dahil birçok ülkedeki sığ liberaller ve kerameti kendinden menkul bazı solcular tarafından öyle yorumlanan Dera olaylarıyla başlıyor. Taştekin’in çizdiği resim çok farklı ve gelecek tarihçilerin dikkate almak zorunda kalacağı detaylar içeriyor. 20 Mart 2011’deki adalet sarayı, Baas ofisleri ve vali konağı yakma eylemlerinin aslında devlet şiddetine karşı bir infial olmadığını; hama katliamının yıldönümü olan 2 Şubat 2011’de ilan edilen ‘öfke günü’ne katılımın istendiği kadar güçlü olmamasıyla, Esad rejiminin bu arada gündeme getirdiği reformlar nedeniyle kaçabilecek momentumun tırmandırılmasıyla ilgili olduğunu öğreniyoruz. 2012-2015 arasını ele alan bölümlerdeki tüm detayların hakkını burada vermek mümkün değil. Ancak, bu bölümlerdeki anlatıdan üç önemli sonuç çıkarmak mümkün. Birincisi, hareket noktası mezhepçi olan ve iktidar hırsları demokrasi ve insan hakları standartlarından çok daha azla gelişkin olan iktidar taleplilerinin birbirilerinin kuyusunu kazması, kendilerine destek veren halk kesimlerini yüzüstü bırakması ve dış güçlerin jeostratejik hesaplarına alet olması kaçınılmazdır. İkinci sonuç, batılı ülkelerin ve onların Turkiye, Suudi Arabistan ve Katar gibi ortaklarının dünya kamuoyunu ve Birleşmiş Milletler’i yanıltmak için korkunç bir bilgi kirliliği üretmesi; ve bu bilgi kirliliğinin Taştekin gibi kılı kırk yaran gazetecileri bile kimi zaman yanıltabilmesidir. Taştekin’in farkı, bu tür yanılmalarını (iki kez olduğunu hatırlıyorum) açık yüreklilikle belirtmesi ve resmi ajansların mesajlarını aktarmayı gazetecilik sayan ucuz gazetecilere standartların ne olduğunu göstermesidir. Üçüncü sonuç şudur: Türkiye, Suriye krizinde başından beri yıkıcı bir politika izledi ve bu politika hem krizin Suriye’deki insani maliyetini yükseltti hem de Türkiye’de demokrasinin kademe kademe öldürülmesine yol açtı. Bu politika mimarlarının Türkiye’de ve uluslararası düzeyde hesap vermemesi tarihin en adaletsiz cilvelerinden birisi olacaktır.
Anekdotların yoğun olduğu ama önemli ipuçlarıyla dolu son bölümde oldukça düşündürücü bulduğum saptamalardan biri şöyle: Suriye’de 2011’de şiddet olayları patladığında ülkenin mezhebi hatlarında oluşan çatlak, 2015’te Suriyelilik kimliği temelinde gelişen bir refleksle geriletilmiş gibi görünüyor. Taştekin’in bu gözlemini ciddiye alıyorum: Farklı din, mezhep ve etnik kökenlere sahip Suriye halkları kendilerine hem Baas rejiminden hem de ülkelerini kan gölüne çeviren komşularından daha demokratik ve özgürlükçü bir gelecek kurma potansiyeline sahiptir. Bunun gerçekleşmesini kolaylaştıracak etmenleden birisi iç savaştan cıkarılacak insani dersler ise; ikincisi Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar gibi güçlerin Suriye’nin geleceği üzerinde etki sahibi olmasının önüne geçilmesidir.
*Profesör, Greenwich Ünivesitesi Siyasal İktisat Araştırmaları Merkezi, Ekonomi ve Kurumlar Fakültesi
Evrensel'i Takip Et