Eşyaların istifi ve ömrümüzün kıymeti
Dolu dolu yaşamak dediğin; öyle çok anı biriktirmeli ki zaten evlere sığmamalı...
Ayşen AKSAKAL
Bir yaz sabahı; keyifli bir kafede hoş sohbete dalmıştım arkadaşımla.
Sıcaktı ama esiyordu, kahvaltının zeytini kırmaydı, çayın da demi yerindeydi. Telefonum yersiz çalmıyordu, saçım terden yüzüme yapışmıyordu, telaştan elim ayağıma dolaşmıyordu.
Mükemmele yakın bir gündü.
Karşıdaki binada bir adam, habire eski mobilyalar indiriyordu.
Taşınma var sandık, çok da kaale almadık. Herkes taşınır, tebdil-i mekanda ferahlık vardır.
Sonra indirilen eşyalar poşetlere dönüştü, çuvallar atılmaya başlandı.
Biraz garipleşti taşınma işi. Zabıtalar geldi, belediyenin hurda aracı geldi.
Belediyenin işini kolaylaştırırken, kendisi de kazanmak isteyen, serbest meslek olarak hurdacılığı seçen adamlar geldi.
Hayatımda ilk kez; bir çöp evin boşaltılmasına şahit oldum. Evin sahibi mekan değiştirmişti evet, ama sonsuza kadar.
Atılan eşyalara bakarken anlamaya çalışıyor insan. Bir çuval saçıldı yere. Kumaş ve kağıt parçaları biriktirmiş.
Desenini mi, rengini mi sevdi bilinmez. Kim bilir belki buldu yerden aldı, belki de cidden para verdi çula çaputa, kağıda.
Daha paketi açılmamış plastik sabunluklar vardı. Yeşil, sarı, şeffaf. Onlarla aynı yerde şeker paketleri de saklamış.
Mumlar, sabunlar biriktirmiş, güzel kokulu şeylerin yanına gitmiş boş deterjan şişelerini de istiflemiş.
Bir bavul atıyorlardı. Bavul çok severim. Gittik sorduk “alalım mı biz bavulu?”
Çok sevindi zabıta, “tabi tabi, biz yardımcı olalım” dediler.
Açıp boşalttılar içini. Poşetleri doldurmuş. Ufak kaplar, sakız ve çikolata kağıtları. Bir de hiç paketinden çıkmamış bir okuma gözlüğü.
Büyük ihtimal gözüne bile uymamıştır rahmetlinin. Seyyar satıcıların sokakta sattığı cinsten, üzerine numarası yazılmış, özensizce poşete konulmuş gözlük.
Bavul’u aldık. Islak mendille sildik. İçim biraz rahat etti.
Rahmetli, ne olduğuna bile bakılmadan, anıları umursanmadan, her şeyinin özensizce bir çöp arabasına tıkıldığını görse üzülürdü eminim.
Birilerinin içlerinden bir bavulu özenle silip aldığını görse de o da rahatlardı kesin.
O cikleti çiğnerken bir martı ile göz göze geldi belki, komiğine gitti de ki, hatırlamak için o kağıdı cebine koyup atmadı.
Eşi hep orada uyuyakalırdı diye, 60 yıllık üstü kilim desenli, cilası kalmamış kanepeyi korudu.
Sabunları çok sevdiğinden mütevellit, onlarca sabunluğu olsun da hiç bir sabunu önemsiz hissetmesin diye düşündü belki.
Her bir poşeti, ismini öğrendiği, ona iyi davranan bir kasiyerler anısına saklamış bile olabilir.
Seyyar satıcıların ekonomisi kötüdür diye düşünüp, emekli maaşının büyük bölümünü seyyarda satılan eşyalara ayırmıştır kim bilir?
Ya da belki de kaybetme korkusu vardı. Eşya gidince anıları, sevdikleri de gidecek sanıyordu.
Belki çok yokluk görmüştü, “ya yine ihtiyaç olursa?” diye hiç bir şey atamıyordu.
Düşünsene ne çok ihtimal var o çöp evde?
Çok da düşünmeyelim. İnsan delirir.
Düşünüp eşyaları saklayan, aklını kaybetmiş neticede.
Anlamaya çalışırken fark ettim, o çöpte yaşama haline kapılmak ne kolay?
Anılarını anlatacağın dostların yoksa, anlatmaya anlatmaya unutur insan. Unutmamak için eşyaya sararsın.
Neşeni patlatamaz, paylaşamazsan, seni mutlu etsin diye eşyalara sarılırsın.
Dünyayı değiştirmek ister ama yol bulamazsan birinin hayatına dokunmak ister ama bağ kuramazsan, işte böyle ne satıyorlarsa alarak faydan oldu sanırsın.
Öfkeni dışarı salamazsan, çöp gibi seni kokutur, seni çürütür.
Dolu dolu yaşamak dediğin; öyle çok anı biriktirmeli ki zaten evlere sığmamalı
Öyle çok dostun olmalı ki, sen hatırlamasan onlar hatırlatır diye güvenebilmeli.
Geride bıraktığın dünyada, birilerinin hayatına öylesine dokunmuş olmalı ki, senden sonra adına kadehler kalkmalı, bazı şarkılar seni hatırlatmalı.
Rastgele yaşamamalı ki, ölüm bile öylesine olmamalı.
Evi kendinle doldursan ne yazar? Geride bıraktığın bir boşluk, hafızalarda bir hoşluk olmalı.
Bavulun bende ey tanımadığım rahmetli, beklemediğin yerden verdin yaşamaya dair dersini.