Para gideceğine işçi ölsün!
Bu hafta İş Sağlığı ve Güvenliği Haftası. Aslında birkaç yıl öncesine kadar işçi sağlığı ve iş güvenliği diye tarif ettiğimiz düzenlemelerde artık işçi kavramı ortadan çıktı. Geçtiğimiz yıl Kayseri’de kutlanan (kutlamanın mantığı anlaşılır değil) İş Sağlığı ve Güvenliği Haftası bu yıl Şa
İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi üyesi Nevra Akdemir ile yaşanan iş kazalarının önlenebilirliğini ve hükümetin hazırladığı yasayı konuştuk.
Bu hafta İşçi Sağlığı ve iş güvenliği haftası. Neden böyle bir hafta kutluyoruz?
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği haftası iş sağlığı ve güvenliği haftasına dönüştü. Birkaç yıldır böyle tanıtılıyor. Bu yıl 26’cısı Urfa’da yapılıyor. Onların paydaş dediği temsilciler çağrılıyor ve işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda yapılan düzenlemeler konuşuluyor. Hedeflenen şey bu. Çalışma Bakanının arzusu iş sağlığı ve güvenliği tasarısının yasalaştığının müjdesini vermekti ama TİSK’in ve sermaye gruplarının ciddi itirazları nedeniyle yasalaştıramadı. Sendikaların ve diğer emek örgütlerinin cılız da olsa itirazları var.
Neden Urfa’da yapılıyor?
Anadolu sermayesi burada ön plana çıkıyor. Urfa’da da çok ciddi iş kazaları oluyor aslında. Sermayenin büyüme hamlesi nerede yoğunlaşıyorsa orada iş kazalarının yaşanmaya ve artmaya başladığını görüyoruz. Sermayenin değer zincirlerinin oraya doğru kanalize olduğunu, orada özellikle metal, tekstil, elektronik sektörlerinin yatırımlar yaptığını görüyoruz. O yüzden Urfa, Kayseri gibi bölgelerde yapılması çok anlamlı. Bu yıl dikkatimizi çeken Urfa, Antep ve Samsun’da yaşanan iş kazalarıydı. Bu illerde ölümlü ve yaralanma ile sonuçlanan iş kazaları yaşandı. Buzdağının görünen kısmı ölümlü iş kazaları. Urfa’da yapılan bu etkinlikte en önemli konu yasa tasarısının nasıl olması gerektiğini. 1-9, 10 ile 49 işçi çalıştıran işyerleri yoğunlukta bu ilde. Buralardaki üretim zaman baskısı ve maliyet baskısı ile yüz yüze kalıyor. Mesela Bosch’a üretim yapıyor buradaki bir A firması. Bosch’a işi yetiştirmesi için A firmasının da üretimi hızlandırması gerekiyor. Sonuçta bir bağımlılık ilişkisi var. Maliyeti düşürmek içinde ilk olarak işçi maliyetlerinin düşürülmesi oluyor. Bu aslında kötü bir kavramdır bu çünkü insan canını da muhasebeleştiren bir kavramdır. İlk etapta işçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirlerinin alınması için gereken maliyetlerin azaltılması, ikinci etapta işçi sağlığı ve iş güvenliği kapsamında işyeri hekimi gibi, iş güvenliği uzmanı gibi kişilerin işe alınmaması veya işten çıkarılması ya da OSB’lerde kurulan ortak sağlık birimleriyle işin halledilmek istenmesi oluyor. Tabii bu yeterli değil.
İş kazaları neden oluyor?
Çünkü iş organizasyonunun kendisi ile ilgili bir sorun olduğunu gösteriyor aslında iş kazaları bize. Nasıl bir sorun? İşçi işverenin tasarladığı bir düzenek içinde çalışıyor ve bu düzeneğin oluşumunda kesinlikle kendisinin bir sözhakkı yok. İster üretim bandında olsun ister bir atölyede olsun bir zaman dilimi içinde işi yetiştirmesi gerekiyor. Bunun için çeşitli iş araçları ile çalışıyor. Bu makineler Türkiye’ye belli bir standart içinde geliyor. Standart bir erkek işçinin fiziksel ölçülerine göre üretilmiş bunlar. Mesela kadın işçilerin çalıştığı aletlerde bu yüzden sürekli sorunlar çıkıyor, fiziki problemler yaşayabiliyorlar; daha kalın parmaklar için üretilen makinelerdeki güvenlik tedbirleri kadın işçilerin parmaklarını korumayabiliyor. Bir başka durumsa işçinin zarar görmemesi için makineye monte edilen aparat öyle kötü kalitede olabiliyor ki işi yavaşlatıyor ve işçi zaman baskısıyla bu aracı çıkartabiliyor. Tersanelerde, şantiyelerde ve atölyelerde bazen işçinin ancak cambazlık yarapak işine devam edebildiğini gözlemliyoruz. Bu şartlar altında çalışan işçiler için ilk kademe olmazsa olmaz, işçi sağlığı ve güvenliğini gözeten bir üretim altyapısı kurulamamış demektir. İş risklerinin işyeri içinde sürekli denetlenmesi gerekiyor. Bu denetim için işyerinde sürekli bulunması gereken kişiler vardır. Bu kişilerden bir kurul oluşur, buna işçi sağlığı ve iş güvenliği (İSİG) kurulu deniyor. İşçi sağlığı ve iş güvenliği kurulunda birleşmiş ve koordineli çalışması gereken işçi temsilcisi, mümkünse sendika, mühendis, tekniker, işyeri hekimi ve işveren temsilcisi olmalı. İşyerindeki altyapısal sorunlar ortadan kalktığı zaman riskler de büyük oranda çözülmüş oluyor. İkinci ayağı işçiye eğitim verilmesi, üçüncü olarak da işçiye donanım (baret, maske eldiven) verilmesi gerekiyor. Biz bunları hep tersinden tartışıyoruz. Asıl konuşmamız gereken altyapı sorununa gelmiyoruz. Mesela Esenyurt’taki kaza da çok önemli bir ayrıntı dikkatlerden kaçtı. İşin organizasyonuna dahil olan barınma organizasyonunun yanlış yapılmasıydı. Oradaki riskler hesap edilmeden yapılmış, elektrik fişleri uygun değilmiş. Göz göre göre 11 işçi öldü ama asıl sorumlular yerine göstermelik birkaç kişi yargılanıyor. Bu aslında bir cinayet, cana kast. İş cinayeti diyoruz biz ama bu hukuken geçerli kılamıyoruz. Para cezaları ile geçiştiriliyor.
Nasıl önlenecek bu iş cinayetleri?
Mesela Tuzla’daki tersanelerin kapatılmasını ne sendika istedi, ne işçiler istedi, ne de müfettişler istedi. Bu tür durumlarda çok doğal olan işyerinin kapatılması, bize çok büyük bir olaymış gibi geldi. Mevzuat bu konuda çok açık aslında. Bu mevzuata uyulduğunda çok da kaza olmuyor. Yani kazaların önlenmesi çok zor değil. Bu bir tercih meselesi, sermayedar, denetimleri yapmayan ya da görmezden gelen devlet bir seçim yapıyor. Bu seçim ekonominin büyümesi yönünde oluyor. Ekonominin büyümesi sermaye birikimi demektir. Sermaye biriktirmek ise, işçilerin güvenle çalışmaları ve sağlıklı yaşam koşullarına ayrılan payın azaltılması yoluyla, kazançların sermayenin cebinde birikmesi anlamına geliyor. Sonuçları ne kadar acı olursa olsun, sermayedarın küresel rekabet şartlarında önplana çıkması ve ihracat rekorları kırması için feda edilebilir canlar, ödenen bedeller mantığı ile iş cinayetlerine bakılıyor. Esas sorun bu tavırla inşa edilmiş politika ve pratikler. İş kazaları önlenebilir elbette. Belirli iş kollarının iş riskleri bellidir. Kullanılan maddelerin içinde ne olduğu, kullanılan makinelerin nasıl kullanılması gerektiği girdilerle birlikte yazılı olarak işverenlere ulaşır. Ancak, koruyucu tedbirlerin alınması yerine devlete para cezası ödemek ya da işçiye “kanparası” ödemek sermayedar için daha tercih edilebilir oluyor. Bunlar sermayedar için bir maliyet hesabı. İnsan canını da niyetten bağımsız olarak muhabe hesabı içine böylelikle katmış oluyorlar.
Neden böyle bir seçim yapıyorlar? Daha fazla büyümenin yolu emeğin sömürülmesi, iş kazaları da bunun bir unsuru. Emeğin sömürülmesi sadece zaman açısından değil bir canlı emek olarak bedeni üzerinden gelişen bir durum var.
Mesela yeni bir makine alıyorsunuz, daha hızlı çalışılması gereken, daha dikkat gerektiren bir makine. Ama bu makineye işçiyi koruyucu parça takmıyorsanız, varsa da nasıl kullanılacağı ile ilgili işçiye eğitim vermiyorsanız kaza olacağı çok bellidir. Canlı emeğin, ölü emeğe canını ve enerjisini vermesi gerekiyor ki oradan bir birikim ortaya çıksın. Ancak sermayeyi yani ölü emeği biriktirirken canlı emeğin de enerjisini tüketiyorlar. İnsan canını korumak mümkünken bunu yapmıyorlar. İnsan canının korunmasını maliyetli buluyorlar.
Şu anki mevzuat ne diyor, Hükümetin çıkarmak istediğinde ne var?
Hükümetin çıkarmak istediği yeri düzenlemede ciddi problem yaratacak durumlar sözkonusu. Şu anki mevzuat ayrı ayrı ve ayrıntılı olarak düzenlenmiş. Yönetmelikler ve tüzüklerle her iş alanı kapsanmış. En önemli maddelerinden biri, örneğin, işçi sağlığı ve iş güvenliği kurullarının oluşturulması 50’den fazla işçinin olduğu yerleri kapsıyor. Bu kurulun sürekli denetim yapması, toplantılar yapması, riskleri önlemek gibi görevleri var ama bu uygulanmıyor. Yeni yasada risk değerlendirmesi zorunlu koşuluyor ve böylece işletmeler A,B, C diye ayrılıyor. A çok tehlikeli, B az tehlikeli, C ise tehlikesiz olarak iş yerleri olarak değerlendiriliyor ve yasaya taslağına göre işçi sayısına bakılmaksızın bütün işyerlerinde iş güvenliği uzmanı ve işyeri helimi bulundurma zorunluluğu getiriliyor olması elbette gerçekçi olmayan ama tek olumlu maddesi. Yasanın TİSK tarafından itiraz edilen maddesi de bu zaten. Ancak yasanın geneline baktığımızda İSİG’i bir hak iken hizmete dönüştürmesi, metalaştırması, riskleri kamusal tanımdan bireysel tanıma dönüştürmesi ile neo-liberal dönüşümü tüm can kayıplarına rağmen yansıtıyor. Kısacası, hükümet bu yasa tasarısında çalışırken yitirdiğimiz canlar üzerinden bir yeni kar alanı yaratma derdinde. Sermaye örgütleri ise bunu yaparken en az sorumluluk ve maliyetin en yüksek verimle kesintisiz sürebileceği bir üretim sistemini koruma derdinde. Sendika ve diğer emek örgütlerinin bu yasaya bakarken bunları gördüğü ölçüde muhalefet yapıp alternatif üretebileceğini düşünüyorum. Örneğin, risk ölçümlerini firmalar yapacak. Risk ölçüm şirketleri, firmaları A,B,C sınıfına göre değerlendiriyor. İş güvenliği birimiyle bir araya gelerek riskleri belirliyor. Devlete rağmen önlem almayan işletmeler özel bir firmanın önerilerini nasıl uygulayacak? 1 ila 9 işçinin çalıştığı işletmeler çok küçük yerler. Burada ücretsiz aile işçisi de çalışıyor. Küçük işletmelerin iş güvenliği elemanı istihdam etmesi neredeyse imkansız. Tasarıda para cezalarından bahsediliyor ama küçük şirketlerin bunları ödemesi zor. Büyük işletmeler için ise koruma tedbirlerine göre cezanın ödenmesi daha az maliyetli. Bahsedilen 2 bin liralık 5 bin liralık cezalar Tofaş için ya da büyük firmalar için hiç de caydırıcı cezalar değil.
İkincisi sanayi havzalarında ortak sağlık ve güvenlik birimlerinin kurulması var. Tasarıda iş güvenliği birimi kuramayan işletmelerin bu ortak sağlık ve güvenlik biriminden hizmet alacağı söyleniyor ama bakın yine bir “hizmet alımı” bu. İşletmeler kendi içlerindeyken gerekenleri yapmazken dışarıdan gelecek ‘Şu önlemleri alın’ uyarısını nasıl uygulayacak.
Yeni tasarıda para cezalarının ön plana çıktığını görüyoruz. İş kazalarında ‘cana kasıt’ meselesinin üzerinden atlamış. Yaşananların cana kasıt olduğu açıkken, sorumluların cinayet olarak yargılanması gerekirken, tasarı hak olan bir şeyi hizmete dönüştürerek daha kazanılmış hakları da yok ediyor. İşçi sağlığı ve güvenliği alanını metalaştırarak daha da istismara açık hale getiriyor.
Ne olması gerekiyor diye sorarsanız, tüm tartışmalar ve iş kazaları hikayelerinden yola çıkarak şöyle diyebilirim: İş güvenliği kurulu olması lazım. Bu kurullarda işçi ve sendika temsilcilerin de yer alması gerekir. Burada iş yapılmaz dendiğinde gerekirse işin durması lazım. İSİG kurullarında çalışacakların tam iş güvencesiyle çalışmaları gerekiyor ki iş kazalarının ve çalışırken, işe ulaşmaya çabalarken canlarını yitiren insanların sayısı azalsın.
Nisan ayında 87 işçi hayatını yitirdi...
30 günde 87 kişi ölmüş, bu çok ciddi. Her gün neredeyse 3 ölümlü kaza oluyor demek. Artık kazalarda yaralananları, zehirlenenleri, meslek hastalıklarını saymıyoruz. İş kazaları büyümeyle birlikte artıyor. Nisan ayı ekonominin canlandığı bir ay. İktisadi faaliyetler arttıkça cana kasteden ortamlarda artıyor. Dolayısıyla bu durumla yüz yüze kalan işçi sayısı da artıyor. Tüm bunlar kazaların görünülürlüğünü de artırıyor. Artık bunları herkes iş cinayetleri olarak görülüyor. Gerçekten bir bilinç yaratıldı. Tuzla Tersaneler Bölgesi İzleme ve İnceleme Komisyonunun bir nevi devamı gibi çalışan TMMOB ve TTB’nin çağrısıyla kurulan İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisinin ve Yangın Kulesi internet sitesinin yaptığı çalışmaların önemli payı olduğunu düşünüyorum. Kazaların, cinayetlerin görünülürlüğü arttı ama şunu da biliyoruz; bizim elimizdeki rakamlar bakanlığın elindekilerden çok daha az. Bizim yansıttıklarımızla resmi rakamları arasında hala fark var. Kapitalizmin genişleme derdi var. Olağan hallerde olağanüstü şartları yaşıyoruz. Savaş, kıtlık, doğal afetler olduğu gibi çalışırken, ekonominin istikrarla ürettiği, Başbakan’ın bir kredi derecelendirme şirketine neden kredi notumu yükseltmiyorsunuz diye ayar verdiği durumda aramızdan 30 günde 87’sini yitirdik. Bu durum bizim teyakkuza geçmemiz gerektiğini gösteriyor. Yasa tasarısı bunun çözümü değil. İş kazalarının sorumluları cana kast’la yargılanmalı. (İstanbul/EVRENSEL)
HER DEREDE İNŞAAT VAR, BUNLAR DENETLENMİYOR
İş kazaları konusunda enerji sektöründe bir artış var. Neden?
Üretimin saçılması ve yayılmasından kaynaklanıyor. Üretimin yapılması için taşınmasının, enerjisinin, girdilerinin ve elbette ki binalarının yapılması gerekiyor. En fazla iş kazası hala inşaat sektöründe oluyor. İkinci olarak madenler ve enerji sektöründe oluyor. Enerji sektöründe hem trafoda çalışanların hem HES inşaatında çalışanların hayatlarını kaybettiğini görüyoruz. Çok yaygın, denetlenemez alanlarda ve geçici iş ilişkileri ile yapılıyor üretim. Son dönemlerde iş müfettişleri proje bazlı inşaatları denetlemeye başladı. Özellikle AVM inşaatlarını. Bu sayede iş kazalarında bir azalma oldu. HES inşaatlarının çeşitli bölgelerdeki dereler üzerinde olmasından dolayı denetlenmesi mümkün değil. Buralarda da iş güvenliği tedbirleri alınmıyor. Maliyet şartlarından dolayı yapısal iş güvenliği tedbirlerini alınmadığını görüyoruz. Denetlenmemesi ve örgütlülüğün olmaması da kazaları artırıyor. Sendika olsa denetlemek zorunda, sonuçta ücret sendikacılığı yapması yeterli olmayacaktır. Buradan çıkarak sendikal mücadele şeklinin de değişmesi gerektiğini düşünüyoruz. Zira madenlerde hâlâ kazalar devam ediyor. Hangi madenler olduğuna baktığımızda özel madenleri görüyoruz. Eskişehir’de meydana gelen kaza buna örnek. Karadon’da yıllarca kaza olmamıştı. Konuyla alakası olmayan bir genel müdür atanmış. Hiçbir uyarıyı dinlememiş. Burada sendika olmasına rağmen kaza olmuş. Örgütlenme çok önemli faktör kazalarda. Tehlikeli bir durum görünce örgütlü işçi çalışmıyor. Örgütsüz işçi canına kasteden bir şey gördüğünde evine gelir götürmek için çalışmak zorunda kalıyor. Orada işsizliği ve gelir güvencesizliğini görmemiz gerekiyor. İşçi görebiliyor ama söylediğinde işten atılıyorsa burada sorun var demektir. İnşaatlarda, madenlerde, belediyelerin kanalizasyon işlerinde, yollarda servis kazalarında çok önemli faktörler.
SENDİKALARI DA ELEŞTİRMELİYİZ
İş cinayetleri konusunda sendikaların tavrını nereye koyuyorsunuz? Üzerlerine düşeni yapıyorlar mı?
Çuvaldızı önce kendimize batırmalıyız. Ne yazık ki sendikalardan tepki yok. Tepki gösterenler iyi çalışmalar yapanlar da var. İş kazalarının sendikaların asıl örgütlenme alanı haline geldiğini düşünüyorum ama sendikalar ücret sendikacılığının ilerisine geçemiyorlar. Özellikle bazı sendikalar Hak-İş Türk-İş’in bazı sendikaları, Memur-Sen bu yasaya olumlu bakıyorlar. Eleştirel bir düzlemde katılacağını düşündüğüm DİSK de var katılımcılar arasında. Bazı sendikalar çok olumlu çalışmalar yapıyorlar ama onlar da görünmez kalıyor. Konfederasyonlar işçi sağlığı ve iş güvenliği birimi var ama çalışanları bu konuyla ilgilenmiyor çok fazla. Bu konuyla özel olarak ilgilenen uzmanlaşmış çalışmalarını da işten çıkarabiliyorlar.
Şimdiye kadar sermayeyi devleti eleştirdik ama hakkaten sendikaları da eleştirmemiş gerekiyor. Bu konuyu yeterince öncelikli hale getirmiyorlar. Bu işçi sağlığı ve iş güvenliği kurullarında sendikaların olması da boşa düşüyor. İş kazalarının engellenmesi için işçilerin örgütlenmesi kadar sendikaların da bu işe duyarlı olması çok önemli. Sendikalar işçileri kendi başına bırakıyor.