Biri tatil mi dedi?
İnanıyorum ki bu paylaşım özellikle benim gibi emekçi kadınların nasıl tatil yaptıklarının bir parça da olsa göstergesi olacak.
Fatma TOPTAŞ
Sevgili Ekmek ve Gül okurları merhaba! Ben Eyüp Güzeltepe mahallesinde oturan, iki çocuk annesi işçi bir kadınım. Ekmek ve Gül dergisini uzun süredir takip ediyorum. Dergiyi getiren arkadaşla yaptığımız (sadece adı tatil olan) tatil sohbetini yaparken, “Bana anlattıklarını yazar mısın?” deyince ben de kabul ettim.
İnanıyorum ki bu paylaşım özellikle benim gibi emekçi kadınların nasıl tatil yaptıklarının bir parça da olsa göstergesi olacak. Çok uzun yıllardır tekstil işçiliği yapıyorum. Tatil deyince aklıma gelen, yaşadığım iki örnek geliyor.
GÜNÜBİRLİK TATİL!
Birincisi, çocukluğum döneminde gecekondu mahallesinde büyüyen, kalabalık ailelerin çocukları olarak yaptığımız tatil geliyor. Tatil dediğime bakmayın, günü birlik olarak gidilen halk plajlarından bahsediyorum. Genellikle yaz başlarında mahallemizin en sevilen amcası Pala Amcanın kamyonunun arkasına doluşurduk, o da bizi ücretsiz halk plajlarına götürürdü.
Birkaç ailenin birleşerek yaptığı bu sosyal aktivitenin adı ‘Deniz Tatili’ idi. Geceden hazırlanan dolmalar, poğaçalar, börekler ortak sofrada yenir, biz çocuklar ise gönlümüzce eğlenirdik. Annelerimiz kıyafetleri ile girmek zorunda kalacakları denize genelde girmeyi tercih etmeyip kamyon kasasının yarattığı gölgelikte sohbet ederken babalarımız bizimle birlikte denizde serinlerdi. Hatırladığım kadarı ile buna kimsenin itirazı olmaz, genelde güle eğlene geri dönülürdü.
Şimdilerde olduğu gibi plaj giriş ücreti, şezlong kirası, şemsiye ücreti, zorunlu yemek satışı gibi şeyler yoktu. Bizler gibi gecekondu mahallelerinde oturan işçi emekçi aileleri için de bu çok büyük bir harcama sayılmazdı. Ta ki iktidarlar plajları, ormanları hısım akrabalarına peşkeş çekip her şeyi paralı hale getirene kadar bu böyle devam etti. Ne bizim gibi emekçi aileleri ne de orta seviyede yaşayan memur aileleri için bir dönemin vazgeçilmezi olan o günü birlik deniz keyfi kalmadı.
AYAKLARIMI DENİZE SOKMUŞTUM Kİ...
Neyse daha fazla uzatmadan ikinci örneğe, yani şimdiki zamana geçmek gerekirse, bunun da ilkinden pek farkı yok. Değişen tek şey artık çocuk değil anneydim ve annemin rolünü artık ben üstlenmiştim…
Bütün bir yıl sabah 8.30’da işbaşı akşam 19.00’da (o da mesaiye kalmamışsak) paydos edip ikinci vardiyaya yani ev işlerine koyuluyoruz. Yemek, bulaşık, temizlik, ortalığın toplanması, çocukların yarına giyeceklerinin hazırlanması derken yatma vakti, gecenin birinde yatağa gir. Ay sonu, kira, çocukların dershane ücreti, faturalar derken uyku gözüne girerse, yat yatabilirsen.
Sonuçta ne olursa olsun çocuklar tatil istiyor, işyerimde arkadaşlarımın sürekli konuştuğu ucuz tatil bölgelerinden birine gitmeye karar verdik ve aile olarak ilk tatilimiz için iki yıl önce Yalova Çınarcık’ta 10 günlüğüne bir daire kiraladık.
Kiralamaz olaydık! Korkunç bir kirlilik… Tabi bu işin dönüşü yok; artık çamaşır suyu ile mutfak, banyo, tabak çanak derken hepsini temizlemem iki günümü aldı. Olsun daha 8 gün var geride diye hala umutluyum. Tatil devam ediyor; sabah kalk kahvaltı hazırla, herkes yiyip gittikten sonra dağılanı topla, yola hazırlan derken biraz yürümek zorunda kaldığımız plaja ayaklarımı sokabilmiştim ki, çocuklar acıktıklarını söylediler. Daha gideli bir saat olmuştu… Ve ben, beş yıldızlı açık büfe olan ve havuzunun ayağımızın dibinde olduğu otelimize değil, bizim emekçi evine geri dönüp yemek hazırladım. Alıp bir de plaja götürdüm, abartmıyorum bütün tatilimiz böyle geçti. Ha bir de elde yıkanan çamaşırlar var, çünkü eşyalı kiralanan o dairelerde buzdolabından başka bir şey olmuyor elektronik namına.
Geçtiğimiz yıl da aynısı oldu, bu yıl gidebilirsek yine aynı olacak… Ve ben tatilden yorgun argın dönüp işbaşı yapacağım; tekstil işçiliği hayatımda her şey yolundaysa tabi...
Devletin, sistemin dayattığı fedakâr kadın, hayatın her alanında ezilen kadın, yok sayılan kadın… Ama ben umudumu hiç yitirmiyorum, elbet bir gün bizler için de hayat değişecek. Sevgilerle…