02 Temmuz 2016 10:42

Senin de kirpiğin yere düşmesin Çilem!

Çilem Doğan dosyası pek çok yönüyle kadın hareketinin gündeminde kalacağa benziyor.

Paylaş

Av. Sevil Aracı
Onu ilk kez “Hep mi kadınlar ölecek, biraz da erkekler ölsün” sözü ile tanıdık. Tamamen tesadüf eseri üzerine giydiği tişörtü de sloganımız olmaya aday bir cümle içeriyordu: “Sevgili geçmiş verdiğin dersler için teşekkürler. Sevgili gelecek ben hazırım.”
Çilem’i ilk yüz yüze görüşümüzü hatırlıyorum. Adana Kadın Platformu’ndan avukat arkadaşlarım Fatoş Hacıvelioğlu ve Songül Yıldız ile birlikte tutuklanmasının hemen ardından gitmiştik. Görüşme odasına girdiğimizde sıcacık gülümsemesi ile karşılamıştı bizi. Yıllardır kadın cinayeti dosyalarını takip etmeye çalışan bizler, o gün ilk kez ölümün kıyısından dönmüş, sağ kurtulabilmiş bir kadına sarılıyorduk. 

KADIN MÜCADELESİNİN DAVASI
Aylar süren bir soruşturma süreci yaşandı Çilem’in dosyasında. Savcı titizlikle her delili toplamaya çalıştı, olayı tüm yönleriyle değerlendirdi ve ortaya meşru müdafaa hükümlerini ve meşru müdafaa sınırının kast olmaksızın aşılması halini düzenleyen TCK 25, 27 ve 29. maddelerinin tartışılmasını öneren bir iddianame çıktı. Olaydan yaklaşık 6 ay sonra düzenlenen iddianame Çilem’in cezalandırılmaması gerektiğine işaret ediyordu.
İlk duruşma 26 Şubat’taydı. Kadın örgütleri ve avukatları olarak bizler ilk duruşmada tahliye bekliyorduk. Zira iddianame Çilem’in lehine pek çok ayrıntıyı dillendiriyor ve üstelik cezasızlığın tartışılmasını salık veriyordu. 
Yargılama kadın mücadelesi açısından önemli bir süreçti. Her duruşmada ülkenin dört bir yanından kadınlar eylemler örgütlediler. Sosyal medya üzerinden kampanyalar yürütüldü. Her yerde kadınlar “Meşru müdafaa haktır, Çilem’e özgürlük” sloganlarını haykırıyordu. 
Yargılama sırasında Çilem olanca samimiyeti ve dürüstlüğü ile yaşadıklarını bir kez daha anlattı. İlk görüştüğümüzde bize “2,5 yıllık evliliğimde bir tatlı ekmek yemedim” demişti. Mahkemede anlattıkları da esasen buna dairdi. Evliliğinin ilk günlerinden itibaren şiddet görmüştü. Hamileyken, çocuğunun doğumunun hemen ardından bile yaşamıştı şiddeti. Dosyada Adana’da farklı aile mahkemeleri tarafından verilmiş 9 ayrı koruma kararı bulunuyordu. Yine Hasan Karabulut hakkında Çilem’in şikayetleriyle başlatılmış 4 ayrı kamu davası; resmi nikahın olmadığı dönemde yaptığı şikayetini geri çekmesi nedeniyle de takipsizlikle sonuçlanmış bir davası vardı. Çilem’in açmış olduğu boşanma davasının da sonradan geri çekildiği dosyaya yansımıştı. 
Dosyada dikkat çeken bir başka yön ise Hasan Karabulut hakkında çeşitli suçlardan tam 19 adet soruşturma dosyası bulunmasıydı. Hasan adeta bir suç makinesi gibiydi. Üstelik Hasan’ın suç kaydı sadece uyuşturucu, çete gibi suçlarla kalmıyordu. Silahla bir polisi yaraladığında dahi polise şikayetini geri çektirebilmiş biriydi.
Çilem ifadesinde bunları anlattı. Hasan’dan nasıl korktuğunu, onun şiddetinden kurtulmak üzere ne yollara başvurduğunu, ama her seferinde onu annesinin, babasının, kardeşinin hayatları ile tehdit etmesi yüzünden nasıl başvurduğu yollardan geri dönmek zorunda kaldığını… Çilem son duruşmada “Şu adliye duvarlarının dili olsa da konuşsa, yüzüm gözüm mor kaç kez dolaştım şu koridorlarda” diyerek özetleyecekti yaşadıklarını. 

GÖRDÜĞÜ ŞİDDET DE, KURTULMA ÇABASI DA YETERLİ DEĞİLMİŞ
Bu kadar başvuru, bu kadar çok koruma kararı, bu kadar çok dosya... Tüm bunlar Çilem’in yargılandığı dosya içerisinde mevcuttu. Ancak tüm bunlar savcının mütalaasında; “...sanık Çilem’in darp nedeniyle alınan adli raporları, mahkeme kararları içeriklerinden maktul Hasan Karabulut’un iki yıl içerisinde değişik zamanlarda tokat atmak, yumrukla vurmak, eliyle iteklemek gibi suç oluşturan, şefkatle bağdaşmayan, ancak nitelikli yaralama niteliği taşımayan, etkisi basit tıbbi müdahale ile giderilebilir nitelikte kasten yaralama suçunu birkaç kez işlediği belirlenmiştir. Sanığın eşi Hasan’ın uyguladığı bu şiddete rağmen ailesine sığınma, Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü’ne başvurarak gerekli yardımları alma, 6284 sayılı yasayla tanınmış kimlik değiştirmeyi de içeren koruyucu tedbirlere başvurma imkanı bulunduğu halde maktul ile aynı evi paylaşmaya devam ettiği gibi sanığın aile mahkemelerinden alınan tedbir kararlarını kimi zaman mahkemeye müracaat ederek kaldırttığı, şikayetlerinden vazgeçtiği, maktulun ise evin bakım ve iaşesini sağlamaya devam ettiği belirlenmiştir” şeklinde yer buldu. Yani savcılık ne Çilem’in gördüğü şiddeti yeterli buldu ne de başvurduğu yolları! 
Oysa göz ardı ettiği bir gerçek vardı; Çilem henüz 20’li yaşlarında genç bir kadın olarak defalarca adliye koridorlarında çözüm aramış ama bulamamıştı. Her defasında baskı ve tehditler nedeniyle şikayetlerini geri çekmek, eve geri dönmek zorunda kalmıştı. Bu da aslında Çilem’in nasıl korku dolu bir hayatı olduğunu ortaya seriyordu.
Yargılama sırasında tüm bu gerçekler bizce açık seçik ortaya çıktı. Çilem’in anlatımlarının her biri belgeler ile kanıtlanıyordu. “Şiddet gördüm” dediğinde kanıt olarak iki buçuk yıla sığmış 9 ayrı koruma kararı, 4 kamu davası; “Eşimi ihbar ettim bunu duymasından endişeliyim” dediğinde emniyet kayıtları, Emniyet Müdürlüğü’nden kendisine gelen aramalar… Biz artık avukatları olarak “Meşru müdafaa bu dosyada da uygulanmayacak ise nerede uygulanacak?” demeye başlamıştık.

MEŞRU MÜDAFAA: BU DAVADA DEĞİLSE, NEREDE?
Bilimsel dayanakları da olan tüm savunmalarımıza, meşru müdafaa hükümlerinin uygulanması gerekliliği açıkça ortaya konulmasına rağmen 5 celse süren yargılamanın sonunda Çilem ‘yakın akrabayı öldürmek’ suçundan oy çokluğu ile 15 yıl hapis cezası ile cezalandırıldı.
Mahkeme Başkanı gerekçeli karara düştüğü muhalefet şerhinde Hasan Karabulut’un Çilem’e daha öncesinde uyguladığı şiddetin yarattığı korkuyu, yaptığı tehditleri göz önüne alarak, olay günü de Çilem’e söylediklerini hesaba katarak dosyanın “meşru müdafaa” kapsamında ele alınması gerektiğini, ceza verilmesine yer olmadığını söyledi. 
Ancak, oy çokluğu ile Çilem’in tutukluluk halinin devamına karar verilmişti. Sonra gerek Çilem’in avukatlarının gerekse annesinin tutukluluk halinin devamı kararına yaptığı itirazın değerlendirilmesinin ardından bu kez mahkeme yine oy çokluğu ile, 50 bin lira kefalet, yurtdışı çıkış yasağı ve karakola her hafta imza vermesi zorunluluğu getirerek Çilem’in tahliyesine karar verdi.

KADIN DAYANIŞMASI CEZAEVİ KAPISINI İTTİRE İTTİRE AÇTI
Çilem Doğan dosyası pek çok yönü ile kadın hareketinin gündeminde kalacağa benziyor. Çilem kendisine yıllarca sistematik olarak yönelen şiddete dur demek zorunda kaldığı o günden bu yana, bir yıla yakın bir süre cezaevinde kaldı. Tüm bu süre zarfında umutsuz tek bir açıklaması, yılgınlığa düşürecek tek bir sözü olmadı. Hatta onun “Kadın arkadaşlarım, kirpiğiniz yere düşmesin” sözü kadınların dilinde sloganlaştı, kitaba bile dönüştü. Onun bu dik duruşunun da önemli etkisiyle Çilem Doğan şahsında kadınların hayatta kalma mücadelesi ve bununla birlikte tartışılan meşru müdafaa hakkı kadın hareketinin de gündemine oturdu.
Çilem’in 15 yıl ceza almasına rağmen itirazla tutukluluk haline son verilmesine sebep olanlardan biri de kuşkusuz yaratılan kadın dayanışması, Çilem’in etrafında örülen mücadeledir. Örneğin Çilem’in ceza almasının ardından başlatılan “Çilem Doğan’a beraat” talepli imza kampanyası çok kısa bir süre içerisinde 130 bin imzaya ulaştı ve kampanyaya destek halen büyüyor. “Çilem’in şahsında savunduğumuz kendi hayatlarımızdır” diyen kadınlar halen bu dayanışmayı ve desteği büyütmeye devam ediyorlar. 
Çilem, ceza almasının hemen ardından kendisi ile yaptığımız röportajda “Şimdi sonuçta yaşıyorum, yaşım genç. Elbet çıkacağım buradan ve hayatıma devam edeceğim, bu sefer dayaksız, şiddetsiz, özgür olarak” demişti. Biz de sevgili Çilem’e bundan sonraki hayatının şiddetten uzak ve özgür olmasını diliyor ve ona senin de kirpiğin yere düşmesin diyoruz…

Şiddet sistematikse savunma haktır 
Çilem Doğan davası, hukuki anlamda da derin irdelemelerin yapıldığı, konunun bilimsel olarak tartışıldığı bir dava oldu. Dosyaya avukat arkadaşlarımız bilimsel makaleler, Yargıtay kararları sundular. Kocaeli ve Sakarya Ağır Ceza Mahkemelerinin “saldırıların devam edeceği korkusuna kapılan” sanıklar lehine “meşru müdafaa” hükümlerinin uygulanmasına ilişkin Yargıtayca onanmış kararları; Prof. Dr. Ersan Şen’in “Feminist Meşru Müdafaa” isimli makalesi, dosyayı inceleyerek “meşru müdafaa” mütalaasında bulunan Yrd. Doç. Dr. Günal Kurşun’un değerlendirmesi teknik olarak meşru müdafaa halinin nasıl yorumlanması gerektiğine vurgu yapan dayanaklardı. 
Prof. Dr. Ersan Şen makalesinde “meşru müdafaa hükümleri kadına karşı sistematik şiddetin, baskı ve tehdidin yol açtığı savunma zorunluluğunu karşılayacak anlam ve kapsam genişliğine sahiptir, önemli olan o an erkeğin şiddet, baskı ve tehdit uygulamaması, fakat bunları uygulayacağı konusunda kaçınılmazlık bulunması” olduğunu vurguluyordu. 
Yine savunmalar sırasında, sistematik şiddet gören kadınların şiddet gösterene karşı işledikleri suçların kimi ülkelerce özel normlarla düzenlendiği anlatıldı. “Örselenmiş Kadın Sendromu” şeklinde tanımlanan bu hale özel normlarda “cezasızlık” öngörüldüğüne, mevcut yasal düzenlemelerde ise bunun karşılığının “meşru müdafaa” hükümleri olduğuna ilişkin akademik çalışmalara savunmalarda yer verildi.

ÖNCEKİ HABER

Nuh’a haber eyleyin gelsin de tufan görsün...

SONRAKİ HABER

Önce beni ikna etsinler!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa