Sen benim ‘yarım’sın, gel birleşip tam olalım
İşin matematiği de hazır; kadın “evinin kadını, çocuklarının anası” görevleriyle bir tamdır!
Müslime KARABATAK
Hepimizin bildiği ve kimsenin unutamayacağı bir “samimi düşünce” daha not düşüldü tarihe; hani şu hangi kadının tam, hangisinin yarım olduğuna dair. Ay boyunca pek çok kesim tepkisini dile getirdi, getirmeye çalıştı çeşitli boyutlarıyla. Konuşma, Kadın ve Demokrasi Derneği’nin (KADEM) yeni hizmet binası açılırken yapıldı, odak noktası “kadının iş hayatındaki konumu ve annelik” idi. Aslında böyle iki üç kelimeyle özetlenmeyecek, “şöyle de yarımız, böyle de tamamız” diye tepki konulamayacak türden bir konuşmaydı. Her bir cümlesi kadınları yıllar boyu tırnaklarıyla kazıya kazıya geldikleri noktadan çekip almanın “samimi” birer göstergeydi. Mesela bir cümlede ülkede istihdama katılan kişi sayısı arttığı halde işsizlik azalmıyor, dendi. Nedeni kadınların iş hayatında olması, dendi. İşin matematiği de hazır; kadın “evinin kadını, çocuklarının anası” görevleriyle bir tamdır! Ne zaman ki bu asli görevlerini eşiyle ve devletle paylaşmak ister ve iş gücüne katılmak ister; bilim, sanat, politika ya da ekonomi yani toz alma dışındaki alanlara kafa yorar, işte o zaman yarımlaşırrr, eksilirrrr!..
VASIFSIZ, NİTELİKSİZ, YARIM, EKSİK…
Bu “samimiyet”in nerden geldiğini kadın tarihimiz açıklasın:
İstihdamdaki sayıları erkekler kadar olan ama aldıkları ücretler erkeklerinkinden hep düşük olan kadınların yaşadıklarına bakalım biraz. İngiliz kadınların başını çektiği “Yarım değiliz, tamız; ücretimiz de tam olsun” mücadelesi bugüne değin süren bir kadın hikayesi aslında. Kadın oldukları için niteliksiz görülme, işçi oldukları halde sendikalar tarafından bile dışlanma, erkeklerle aynı işleri yaptıkları halde tam görülmeyerek yarım ücrete tabi tutulma, şimdikilerin dediği gibi “yaradılışı itibariyle evinin kadını, çocuklarının anası” olmaya zorlanma ve daha bir çok şey…
Bu ayın başında sarf edilen “Anneliği reddeden kadın yarımdır” türündeki “samimi” düşünceler, 1875’te dönemin TUC (İngiliz İşçi Sendikaları Kongresi) Sekreteri Henry Broadhurst tarafından da dillendirilmişti. Ona göre sendikaların amaçlarından biri, “kadın ve kızları erkek işi olan geçim meselelerinin içine çekmek yerine onlara asli yerlerinin evleri olduğunu göstermektir.” Bu tür düşünceler, erkeğin “evin reisi” olduğu fikrini yaygınlaştırmış ve eşit olmayan ücret de bunun üzerine kurulmuş bir norm haline gelmişti. Karısının çalışmasına izin veren erkeğin de erkekliği sorgulanır olmuş, evli kadınları çalışma alanlarına sokmamanın her türlü toplumsal yolları denenmişti. Bir kadının çalışması ancak ve ancak erkeğin çalışmasına bir tehdit değilse, şartlı olarak kabul görmüş, zaten çoğu kez kadınlar gizli gizli çalışmışlar. Broadhurst örneğinde olduğu gibi bu dönemde sendikalar kadınlara hiç kucak açmamış. Kadınların ücret eşitliği şöyle dursun, çalışma hayatında kendilerine yer bulma mücadelesini ancak birkaç hayırsever kadın cemiyetleri yürütmüş.
SENDİKALARDA DA ‘TAM’ OLMA MÜCADELESİ
Eşit ücret talebi, kadınların oy hakkı hareketindeki ve sendikaların vasıfsız işçiler arasında yaptığı çalışmalardaki yükselişle birlikte 1880’lerde tekrar dillendirilmeye başlanmış. Kadın cemiyetlerinden 1874’te kurulan “Kadınları Koruma ve Tedbir Birliği” zamanla “Kadınların Sendika Birliği” adını alarak 1880’lerin sonuna doğru ilk defa TUC’a kadın delegeler gönderebilmiş. Ancak kadınlar, sendika içinde bile “yarım” oldukları görüşünü yıkmak için uğraş vermişler. Verilen mücadele sonunda “tam” olduklarını ispat eden kadın delegelerden Clementina Black, “Erkeklerle aynı işi yapan kadınların aynı ücreti alması bu kongrenin amaçlarından olmalıdır. Kadınlar sadece ucuz işgücü oldukları için işe alınıyor, iş ne olursa olsun erkeklerin elinden alınıp kadınlara yükleniyor. Bu ucuza mal etme, aynı iş kolunda çalışan erkekleri de kadınları da tehdit ediyor.”
Her ne kadar erkeklerle aynı işleri yapmayan kadın işçilerin koşulları bu konuşmada çok belirtilmemiş olsa da eşitlik mücadelesinin küçük adımları atılmaya başlanmıştır artık.
EŞİTİZ, EŞİT ÜCRET İSTERİZ!
Dünya savaşları döneminde savaşa gönderilen erkeklerin yerine işyerlerine kadınların alınmaya başlanmasıyla çalışma hayatında eşitlik için verilen mücadele hız kazandı. 1915’te Kadın Savaş İşçileri Komitesi’nin düzenlediği konferansta sendikaya üye olma, meslek eğitimi alma hakkı, eşit ücret hakkı gibi talepler artık açıkça dile getirilir olmuş. İngiliz emekçilerinin tarihinde “eşit ücret” için yapılan ilk grev 1918’de “Eşitiz, Eşit Ücret İsteriz” sloganlarıyla Londra’daki kadın tramvay işçileri tarafından başlatılmış. Ardından diğer şehirlerde ve metro işçileri arasında da yayılmış. Savaş primlerinin eşit olması talebiyle çıkan bu grev, kadın erkek ücret eşitliği üzerine hükümetin “Savaş Kabinesi Komitesi’nin Endüstrideki Kadınlar üzerine Raporu” yayınlamasıyla başarıyla sonuçlanmış.
DAHA ÇOK ÇOCUK DAHA UCUZ İŞÇİ
DAHA UCUZ İŞÇİ DAHA ÇOK KÂR
İngiliz kadınlarının eşitlik mücadelesi burada bitmedi tabi. Ancak, tam burada günümüze dönelim… Dün kadınlar özellikle savaş dönemlerinde ucuz iş gücü olarak çalıştırılıyor ve onların sömürülmesi de erkeklerin ücretlerini düşürüyordu, savaşların ardından krizler döneminde ise çocuk doğurması, yani yeni iş gücü üretmesi için evlere geri gönderiliyordu. Kapitalizmin ihtiyacı neyse, o yani. Şu anda da, savaşlardan, ekonomik sebeplerden başka ülkelere göçmüş binlerce insan kadınların tarih boyunca yaşadığına benzer bir durumu yaşıyor. Onlar çok düşük ücretlerle aşırı çalıştırılırken, ülkenin kendi işçileri ise işsizlikle karşı karşıya bırakılıyor. Madem ki ülkemize gelen mültecilerle sayıları milyonu bulan ucuz iş gücü hazır, e o zaman devlet olan kadınlara dönüp “Yeter sizin çalıştığınız, evinize gidin, 3-5 çocuk doğurun, boş boş durmayın. Bu gelenler şimdilik yeter, iyiler, ucuzlar, ancak gelecek için de yatırım yapmak lazım. Daha çok çocuk daha ucuz işçi, daha ucuz işçi daha çok kâr” demez mi? O diyor demesine de, bizler ne diyoruz karşısına geçip, önemli olan o! Erkekler kadınlara, Türkiyeli işçiler mültecilere, tarihte yapılan hataları tekrarlamamak için ille de sendikalar her milletten, cinsiyetten işçiye dönüp “Sen benim yarım’sın, gel birleşip tam olalım” diyebiliyor mu? Topyekûn bir örgütlenmeyle kapitalizmin karşına yarım değil de tam bir güç olarak durabiliyor mu? Siz, onu deyiverin hele.
ÇALIŞIYORSAN EVLENME, EVLENECEKSEN ÇALIŞMA
20. yüzyılın başlarında kadınların oy hakkı ve eşit ücret gibi taleplerinin yanına bir talep daha eklenmişti. “Evlilik yasaklarının” kaldırılması… Eğer bir kadın evlilik kurumu içine giriyor ve kocasının adını alıp ona bağlı kalmaya söz veriyorsa o zaman ekonomik olarak da ona bağlı kalması gerekiyordu. Kadınların bu dönemlerde yapabildikleri sekreterlik, öğretmenlik, hemşirelik gibi işlerin ön koşullarından biri bu yasaktı. Bu yasaklar ilk olarak II. Dünya Savaşı öncesi ekonomik bunalım ve işsizliğin çok yoğun olduğu dönemde ortaya atıldı. Kadınları iş sahasından çekebilmenin çeşitli yollarını arayanlar, hızla buna kültürel ve ahlaki kılıf bulmakta gecikmedi. Sanki o ana kadar emekçi kadınlar her işi bir arada yürütmek zorunda kalmamış gibi şöyle bir fikir akıllara kazınmaya çalışılıyordu: Bir kadın iş ve aile yaşamını birlikte yürütemez, toplumunun biricik birimi aileye zarar verir, çocuklarına iyi bir anne olamaz, kocasına iyi bir eş olamaz, yarım kalırrr, eksik kalırrr…
1930’da Evli Kadınların İstihdamı Kanun Teklifi bu yasakların kaldırılmasını yine düzene uydurmaya çalışarak öne sürüyordu: “Madem ki eğitim, evlilik ve çocuk bakımının olduğu ‘normal’ bir aile yaşamına hazırlık, o zaman ancak evli ve hatta çocuklu bir kadın öğretmen çocukları bu yaşama hazırlayabilir.” Bir yandan işsizliğe çözümmüş gibi evlilik yasakları koyanlar, diğer yanda da ideolojisinin sürdürücüsü olarak annelik, öğretmenlik görevlerini yüceltenler… Kimse kadınların kendi bedenleri, yapmak istedikleri hakkındaki kararlarına kulak asmak istememiş. Örneğin, “Evli kadın çalışmasın” diyenler, kadının ev içi emeğinin karşılığını alması gerektiğini savunmamış. Örneğin, “Kadın düzenin sağlamlaştırılması için eğitim gibi sektörlerde çalışsın” diyenler, aldığı ücretin insanca ve eşit olması için tek bir laf etmemiş.