Yarım hayatlar
Bütün bu hayallerin temeli de biz kadınlarız işte. Doğurganlığımıza da işte bu sebeplerle hükmetmek istiyorlar.
İlke IŞIK
Hamilelik ve doğumla ilgili ne güzel şeyler anlatılır değil mi televizyonlarda falan. Kadının etrafında pervane olan bir dolu insan vardır. Bir eli yağda bir eli baldadır. İşle güçle falan çok uğraşmaz zaten. Yani tam bir keyif dönemidir. Benim doğum öyküm nasıl, biraz anlatayım size. Hamileliğimin son haftalarında nerdeyse her gün hastaneye gidip NST denen alete bağlanıyor, oradan da büroya geçiyordum. Yani bir nevi işe gitmeden önce hastaneye uğruyor, sonra iş güç ne yapmam gerekiyorsa yapıyordum. Yine böyle omzumda çantam hastaneye gittiğimde doktor kalp atışlarında anormal bir şeyler olduğunu söyledi. Apar topar doğuma alındım. Sene 2005’ti ve sezaryen zorlaması bu derece değildi ve zorunlu nedenlerle sezaryen oldum. Sezaryen olduğum için de çok mutluydum, ama bu başka bir yazının konusu, hiç girmiyorum şimdi.
Doğum yaptığım gün hastane odasındayken bürodan gelen telefonlara cevap veriyor, bir sonraki haftanın planlamasını yapıyordum. Uzatmayayım; sonrası hemen dönülen, dönülmek zorunda kalınan bir çalışma hayatı, memleketten çağrılan anneye emanet edilen bebek, saatler süren süt sağmalar, uykusuz ve gergin günler geceler, işyerinde sağamadığım için akan sütler ve sürekli bir eksiklik duygusu... “Bebeğimle ilgilenemeyen, gereği gibi annelik yapamayan bir kadınım” duygusu ile geçen aylar, yıllar. Siz söyleyin, hanginizin anneliği böyle “eksiklikle malul” duygularla başlamadı ki? Hanginizin hayatı yapmak istediklerinizden vazgeçtiğiniz, hayalini kurduklarınızı artık hayal bile edemeyecek hale geldiğiniz “eksikliklerle” dolu değil?
Bütün bir hayat yakamızı bırakmayan bir duygu bu, hep yetişilemeyen işlerin peşinde koşmak ve bir türlü tam olmayan bir hayat... Hangi kadın diyebilir ki acaba, her şey yolunda gidiyor, her şeyim tam diye? Düşünün kaç kere duymuşsunuzdur kaynananızdan, eşinizden ya da komşunuzdan “eksik anne” olduğunuzu? Çocuk doğurduktan sonra veriminizin düştüğünden şikâyet etmedi mi ustabaşı? Ya da ‘hem çocuk hem de işi başarırım ben’ diye deli gibi oradan oraya koştururken ‘arkadaş hiçbirini beceremiyorum ben’ diye oturup ağlamadınız mı hiç? Nelerden vazgeçtiniz “tamamlanmak” için, hangi hayallerinizi kaldırdınız tozlu raflara? Ya da bütün bu tabloya aykırı bir iş yapıp, hiç evlenmemişseniz, hiç çocuk yapmamış, yapmak istememiş ya da çok isteyip de bir türlü sahip olamamışsanız neler yaşadınız, kitaplar dolar bunların hikâyelerini alsak biz kadınlardan.
YARIM OLAN BİZ DEĞİLİZ, SİZİN DESTEK POLİTİKALARINIZ!
İşte hayat böyle akıp giderken Erdoğan’ın bizlere yönelik yeni talimatları (!) geldi. İş hayatını anneliğe tercih eden, anneliği önemsemeyen kadınların “yarım” olduğunu ilan etti geçtiğimiz ay. Evet, biz bütün bir hayatı yarım yaşamak zorunda kalanlara “yarımsınız” dedi. Ben ve benim gibi bir çocuktan başkasını yapmaya mecali olmayan kadınlara, hiç çocuk doğurmak istememiş kadınlara, çok istemesine karşın çocuk sahibi olamamış kadınlara, hepimize “yarımsınız” dedi.
Bir dolu şeyi eksiksiz yapmak, her türlü işe koşturmak ve kusursuz hizmet etmek için yaratılmış makineler gibi çaresizce uğraşıyoruz. Ama aldığımız iki kuruş maaşla çocuğumuzun ya da çocuklarımızın ihtiyaçlarının tamamını karşılamamızın olanağı yok. Matematik bilimi ortada, yetmiyor ve böyle gittiği sürece asla yetmeyecek. Çocuk bakımı devletin bir sorumluluğu olarak tüm yurttaşlara ücretsiz sunulan olanaklara dönüştürülmedikçe, ya çocuğumuz olduğu için işten ayrılacak ya da hiç çalışamayacağız veya çocuklarımızı eve kilitleyerek, aklımız her dakika onlarda çalışacağız. Bu sistem böyle sürdükçe kendi istediğimiz gibi planlayamayacağımız hayatlarımızı. İstediğimiz kadar çocuk yapamayacak, gönül rahatlığı ile anneliğimizi yaşayamayacak ya da çocuksuz hayatımızın sefasını süremeyeceğiz.
Bu ülkede çocuk bakımı tamamen kadının üzerinde yük. Çalışan kadınlar için doğum sonrası izinler yetersiz. Ebeveyn izninin ismini dahi duymaya tahammülünüz yok. Ücretsiz kreş gibi bir olanak yok. Kamudaki işyeri kreşlerini bile kapattınız. Çocuk bakımını giyimden, eğitime, beslenmeden sağlığa kadar bütün kalemleri ile çok yüksek maliyetli hale siz getirdiniz. Eğitimin artık emekçi çocukları için geleceksizlik anlamına geldiğini bilmeyen yok. Asgari ücretin 1300 lira olduğu, bu ve buna yakın ücretlerle ayın sonunu getirmeye çalışırken hiçbir masrafa gücün yetmediği bu memlekette kadınlar her türlü temel ihtiyaç için önce kendi ihtiyaçlarından kesiyor. İşte böylesi bir ülkede devlet olarak kadınlara hiçbir destek sunmadan, sürekli kadınların daha çok doğurmasını emretmek, hem de tek işlerinin annelik olması gerektiğini döne döne söylemek ve sürekli ama sürekli kadınları suçlamak… Kadınları yarım hale getiren bir şey varsa o da bütün bu politikalarınızla yaşamımızdan eksilttiklerinizdir! Eğer bir yarımlık varsa bunun suçlusu sizin lanet sömürü sisteminizdir. Yandaş ve çıkar çevreniz milyon dolarla oynarken asgari ücretle ev geçindirmek durumunda bırakan politikalarınızdır. Yarım olan biz değiliz, yarım olan sizin destek politikalarınız, yarım olan sizin kırptığınız haklarımız! İktidarınızın ikbali için türlü etiketler yapıştırdığınız kadınlığımızı istediğimiz gibi, ihtiyaç duyduğumuz gibi yaşayamayışımız “yarım” yapıyor bizi!
Şimdi bir seçim yapmak durumundayız kadınlar, ya hayatı bize yarım yaşatan, sonra da yarımsınız diye canımızı acıtan bu çürümüş sisteme teslim olacağız ya da “Yeter yahu, bir gün yüzü görelim artık!” diye el ele vereceğiz. Emin olun ikincisinde kız kardeşlerimizle yan yana olduğumuz için yüzümüzde giderek yayılan bir gülümseme olacak. Sonrası mı, ondan sonrası zaten kolay, hele bir yola çıkalım...
İŞTE BUNLAR HEP KAFAMIZI KALDIRAMAYALIM DİYE...
Bizleri zor bela sürdürdüğümüz hayatla iki, üç, dört belki de beş çocuk doğurmaya zorluyorlar. Kürtaj tartışmaları malum. Hamile kalınca doğurmak zorunda kalacak elbet, diye dalga geçiyorlar. Evet, bedenimize tahakküm kurmak istiyorlar. Muhafazakâr bir hayat kurgusunun parçası olarak yapıyorlar bunu. Her kadının mutlaka anne olması gerektiğini kazımak istiyorlar zihnimize. Erken yaşta evlenelim, çocuklar doğuralım, çalışıyorsak da kısıtlı haklarla, olmayan destek politikalarının yerini alın terimizle doldurarak anneliği bir yük olarak sırtımızda taşıyalım istiyorlar. Böylece aileden kafamızı kaldıramayalım, birey olarak tamamen yok olalım ve elbette ki asla ama asla boşanmayalım. Ayrıca çok sayıda emekçi çocuğundan oluşacak ucuz işgücü ordusu iştahlarını kabartıyor. Altı, yedi yaşında üç kuruşa çalışmaya başlayacak çocuk işçiler istiyorlar. Sermaye büyük planlar geliştiriyor tam da buradan. Bütün bu hayallerin temeli de biz kadınlarız işte. Doğurganlığımıza da işte bu sebeplerle hükmetmek istiyorlar.