02 Temmuz 2016 11:25

Kendi ayak ucumuzdan başka göreceğimiz şeyler var

Belki bir su birikintisidir karşısına çıkan, ama koca bir derya içreymişçesine boğulma hissine kaptırır karanlık.

Paylaş

Zifiri karanlıkta el yordamıyla ilerlemeye çalışanın korkusu büyüktür. Karanlıkta dokunduğu her şey, duyduğu her ses olduğundan büyük, olduğundan korkunç, olduğundan güçlü yansır zihne. Belki bir su birikintisidir karşısına çıkan, ama koca bir derya içreymişçesine boğulma hissine kaptırır karanlık. Dokunduğu bir küçük böcektir belki ama koca bir yaratık gibi titretir içinin tellerini. Olanı olduğundan korkunç, olanı olduğundan umutsuz, olanı olduğundan tekinsiz kılar karanlık. 
İşte tam da budur iktidarların karanlığı zifirileştirmesinin altında yatan: Olanı olduğundan başka göstermek... 
Aydınlıkta olmak her şeyin olma nedenini, gerekçesini  anlayabilmeyi, görebilmeyi, konuşabilmeyi, tartışabilmeyi olanaklı kılar. Karanlıksa başkalarının, senden güçlü olanın koyduğu işaretlere göre yol almayı gerektirir. Karanlık arttıkça bilgi birikimiyle, kendi deneyimleri ve fikirleriyle tartamaz yaşadığını kişi, iktidarın “budur” dediğiyle yetinmek zorunda kalır. Aka kara, karaya kırmızı, kırmızıya yeşil dediğinde aksi iddia edilemez olur. Cüceye dev, deveye pire, pireye kral dendiğinde hakikati söylemeye diller lal olur. Hala aksini iddia eden olursa, hakikati söylemeye cüret eden olursa, onlar karanlığın korkutuculuğuna karşı aydınlık için söz söyleyenler olduğundan “cezalandırılmaları” gerekir. Karanlıkta cezalar sadece birilerinin hayatlarını karanlığa mahkum etmek için değil, herkesin hayatına “cezalandırılabileceği” korkusunu salmak için kesilir. 
İktidarlar bilir, karanlığı sorgulayan birilerine bir ceza uygulandığında toplumun tamamı birbirine karşı güvensizlik duymaya, birbirinden şüphe etmeye başlar. Birbirinden şüphe edene boyun eğdirmek kolaydır. Boyun eğenin dünyası sadece kendi ayak ucu kadardır. Ve kendi ayak ucu kadarını göreni yönetmek kolaydır. Kendi ayak ucu kadarını gören için karanlıkta kalmak kaçınılmazdır. Patlayan bombalar, her an bir yerlerde ölme/öldürülme/ bir katliama kurban gitme korkusu, panik havası... Bu korku ikliminde gerçek ortaya çıkmasın ve her şey daha da korkunçlaşsın diye basın üzerinde akıl almaz baskılar, ekran karartmalar, cezalar, susturmalar... Sadece kendi ayak ucumuz kadarını görmeye mahkum edildiğimiz günler bu yaşadıklarımız...  
Bu karanlığın ötesi var, berisi var. Berisi var; ateşi evlerimize, ciğerlerimize düşmüş Sivas Katliamı’nın hala hesabının sorulmamış olmasından beslenen bir karanlık bu. Ötesi var; iktidarın Suriye’de fişteklediği savaşın ateşin dumanıyla daha da kararan, her gün bir yerde patlamalarla, katliamlarla beslenen bir karanlık bu. 
Aynı gerici zihniyetin ürünü bu karanlıkta öteden beri hep önce kadınların talepleri görünmezleştirildi. Karanlık zifirileştirildikçe ortaçağ zihniyeti iktidara mihmandar oldu. Bugün, kadınların en temel medeni haklarının din adamları elinde kullanılamaz hale gelişini, “devrim” diye nitelendirenler elinde yönetilen bir ülkede yaşıyoruz. Nikah kıyma yetkisini din adamlarına vererek çocuk evliliklerinin, çok eşliliğin önünün açıldığı bu “devrim” bizim varoluşumuzu tehdit ediyor. Kadınlara “yarım” diyerek tüm eşitlik haklarını bir çırpıda yarı yarıya kırpan bu “devrim” biz kadınların tamamlanamamış hayallerini ve beklentilerini karanlığın ipoteği altına alıyor. 
Evet, bu karanlık kadınlara boyun eğdirmeye, kadınların ayak uçlarından başka bir alem görmeyeceği bir dünya düzenine mahkumiyete götürüyor bizi. 
Ve hissettiğimiz en belirgin şey; yaklaşan bir felaketi çaresizlik içinde seyrediyor olma duygusu. Zifiri karanlıkta, sadece kendi ayak ucu kadarını görmeye mahkum edilenin aydınlığa ne kadar yakın olduğunu görmeye, umut etmeye, o umudu çoğaltmaya imkanı var mıdır? Hayır.
O yüzden çağrımız başımızı dik tutma çağrısıdır. Yarımlaştıran, köleleştiren, umutsuzlaştıran, yalnızlaştıran, cezalandıran, sindiren, korkutan, körelten karanlığa karşı yüzünü tünelin ucundaki ışığa dönme çağrısıdır. olanı olduğundan korkunç, olanı olduğundan umutsuz, olanı olduğundan tekinsiz kılan bu karanlıkta ışığa giden yolu tek başına bulmak olanaksız. Bu karanlığın içinde ne olduğundan emin olduğumuz tek şey insandır. İnsan elidir. Dergimiz Ekmek ve Gül’ün Temmuz sayısı bu zifiri karanlığın ortasında kadınlara birbirinin ellerini gösterecek ışık huzmeleri ile dolu. Bu ışık huzmeleri kimi zaman bir fabrikanın içinden süzüldü dergimize, kimi zaman bir mahkeme salonundan. Kimi zaman bir lokanta işçisi oldu bu huzmeyi alıp getiren, kimi zaman bir sağlık emekçisi. Her bir yazımız, mektubumuz olanı olduğundan daha kötü gösteren bu karanlığı sorgulayan, hakikate ulaşmak için birbirinin birikiminden yararlanan, bu birikimle başka kadınların da aydınlığa çıkma mücadelesinde nasıl yol alacağına ışık tutan yazılar. Sadece kendi ayak ucuna bakmaya mahkum edilmeye çalışılan kadınların yüzünü birbirine döndüğünde neleri başarabileceğini gösteren yazılar. 
Birbirine güvenen, birbirinden güç alan kadınların sözünü buluşturan dergimizin bir sonraki sayısında aydınlığa biraz daha yaklaşmış olmayı diliyoruz. Ve elbette bunun için elini tuttuğumuz kadınların sayısının artması gerektiğini biliyoruz. O yüzden hadi elden ele dolaşsın dergimiz, elden ele çoğalsın umudumuz, elden ele büyüsün ışık huzmeleri... 

ekmek ve gül
 

ÖNCEKİ HABER

Yarım hayatlar

SONRAKİ HABER

EMO: Yandaş şirketlere elektrik kıyağı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa